www.soL.org.tr
'Edebiyat tarihimizi yeniden yazacağız, başka yolu yok'
28 Ağustos 2007, Salı

Çalışmalarını Ankara'da sürdüren yazar-araştırmacı M. Bülent Kılıç, "Türkiye edebiyatlar ortamının" köklü bir harmanlamaya ihtiyaç duyduğunu ve Türkçe edebiyat tarihinin de yeniden yazılması gerektiğini söyledi. Kılıç, hazırlıklarını tamamladığı "Saklı Rönesans" muhtemel başlıklı kitabı ve "Türkçe edebiyata komünist müdahale"nin sonuçları üzerine sorularımızı yanıtladı. (Yurdakul Er)

Yeni hazırladığınız çalışmanızda, köklü bir bakış açısı değişimine dönük çağrınız var. Türkçe edebiyatın yeni bir tarih yazımına ihtiyaç duyduğunu savunuyorsunuz. Neden? 
Aslında bu çalışmayı yapma düşüncesi 1992 yılında doğdu ve "Doğuş Bildirisi"nden başlayarak "Halkın Dostları"na kadar olan bölümler 1993-1998 yılları arasında yazıldı. Son iki yazıysa 2004-2005 dönemindendir.

Bence, Türkiye edebiyatlar ortamının tarihi sol bir bakış açısıyla -ne yazık ki- henüz yazılabilmiş değil. Yapılmış tekil çalışmalarsa son 70-80 yılı hakkıyla ve bütünlüklü olarak göz önüne serebilmekten uzak.

Daha önce, bir başka yazıda "Nâzım'ın ‘Putları Yıkıyoruz' kampanyasından 1964 yılına kadar, Türkiye'de sol edebiyat hareketleri açısından büyük bir boşluk yaşandı" biçiminde bir iddiada bulunmuştum. Bugün de yaklaşık olarak böyle düşünüyorum. Fakat, sürecin niçin böyle geliştiğinin dinamiklerini aşağı yukarı da olsa kavradığıma inanıyor, bu nedenle bu ara evredeki edebiyatçıları pek de suçlayamıyorum. Büyük kalkışmanın miladı, benim için 1964 yılıdır. 1964 yılıyla birlikte aniden çok büyük bir dönüşüm söz konusu olduğu için değil, bu dönüşümün en önemli öncüllerinden biri gündeme geldiği için.

Bu ilk işaret, 1964'te Doğuş Bildirisi başlığıyla yayımlanan ve dönemin sekiz genç sanat pratikerini bir araya getiren ve hem çalışmam boyunca benim izlediğim hattın hem de bağlantılı olarak 1960'lı yıllara damgasını vuran en önemli edebi pratiklerin de çıkış noktası konumundadır.

Sekiz genç sanatçının, sanat pratikerinin, dönemin muteber on edebiyat dergisini belli bir süre dikkatle izledikten sonra kaleme aldıkları bu bildiri, bana kalırsa, 60'ların edebiyatlar ortamının en önemli olaylarından biridir. Kuşkusuz ki bu gençler burjuva güdümlü sanat pratiklerinin işleyiş mekanizmalarının henüz yeterince ayırdında değillerdi. Ama buna rağmen bu bildiri, gerçek bir itiraz, bir meydan okuma, bir karşı koyuş özelliği taşıyordu. Çünkü, 60'ların edebiyatına ve edebiyatlar ortamına her biri başka bir yönden de olsa damgasını vuracak olan belli başlı pek çok adın bu bildiride imzası vardı. Bu karşı koyuş hareketi fiilen çok daha geniş olduğu için, imza derken,  yalnızca söz konusu sekiz addan söz etmiyorum. Pratiğiyle bu hareke katılmış, eklemlenmiş, destek vermiş bütün pratikerleri kastediyorum.

Bu itirazın nasıl bir ürünü oldu? Yani pratiğe nasıl yansıdı bu çıkış?
Bu itiraz kaydının ilk somut ürünü bence "Devinim 60" dergisidir. Bu dergi, Şubat 1965 ile Ocak 1966 arası dönemde ancak on iki sayı yayınlanabildi. Dergi, adından da anlaşılacağı gibi, sorunu hâlâ bir kuşak  metaforu bağlamında ele almaktaydı. Katılımcılarının pek çoğu yükselen marksist dalgaya koşut olarak ya da bu yükselen dalgayla birlikte, TİP çevresinde örgütlenmiş (politik) politikerlerdi de. Fakat buna  karşın, sanat pratikleriyle politik pratikleri arasına keskin bir hat çizmek istiyorlardı. Bunun ‘anlaşılabilir' gerekçeleri de vardı aslında. Bu gerekçelerin en önemlisi de, (politik) politikanın hiç de sanatsal olmayan bir biçimde sanat pratiklere nüfuz etmeye başlamasıydı. Bu ise, sanat pratikerlerinin yine sanat pratiği içinde, iyiden iyiye bir politikere benzemeye başlamasıyla sonuçlanıyordu ki bu da 70'lerde ve 80'lerde pek çok örneğine rastlayacağımız tatsız bir tabloydu. Devinimcilerin bu iki alanı birbirinden ayırmaya dönük bu sezgisel-tepkisel kavrayışı, kuşkusuz ki pek çok şeye bağlı olarak bir teori yoksunluğunun sonucuydu, ama yine de yersiz ve anlamsız değildi.

Devinim 60'ın kapanış sayısı ile Yordam dergisinin ilk sayısı aynı tarihte çıktı. Böylece bu iki dergi pratiği sadece düşünsel ve sanatsal olarak değil, kronolojik olarak da birbirine ulanmış oldu. Yordam, Doğuş Bildirisi'yle birlikte başlayan süreçte biriktirilenlerin bir ifadesi, olgun bir yorumu oldu. En çok okunan dergi olmadı belki ama Türkiye edebiyatlar ortamının gelmiş geçmiş en tutarlı, en ne yaptığını bilen dergisi olarak haylice ciddiye alındı. Bir kuşak metaforu çerçevesinde de olsa, günün ve geçmişinin edebiyatıyla hesaplaştı, edebiyatlar ortamındaki gereksinimleri ve boşlukları saptamaya ve gidermeye uğraştı.

Fakat öte yandan Yordam kadroları (politik) politika pratikleriyle (politik) sanatsal pratikler arasına ne kadar bir mesafe koymaya çalışırlarsa çalışsınlar süreç bambaşka işler olmuştu. Tüm ülkede bir sol dalga yükseliyordu. Marksist literatür yayınlanmaya başlamıştı. Bir yanda Fikir Kulüpleri Federasyonu kuruluyorsa, öte yanda da Ülkü Ocakları kuruluyordu. İlk öğrenci çatışmalarının yaşandığı, Nâzım'ın, Ahmed Arif'in, Enver Gökçe'nin şiirlerinin yeraltından gün yüzüne çıkarıldığı, basılıp yayınlandığı bir evreydi bu. Toplumun bazı kesimleri marksizmle tanışmaya ve onu hızla benimser hale gelmeye başlıyordu.

Yordam bu yükselişe ayak uyduramadı demek mümkündür. Yordamcılar, edebiyatlar ortamına bir yenilik getirmeye, bir müdahalede bulunmaya çalışmış, bunda kendilerince bir mesafe de kat etmişlerdi. Fakat edebi pratiklerin kavranışına ilişkin egemen çerçeve de, Yordam kadrolarının kurmaya çalıştığı muhalif çerçeve de hiç umulmadık bir biçimde dağılmaya başlamıştı. Eğer böyle ifade edilebilirse, denebilir ki,  Yordamcılar edebiyatçılar ortamı içinde "edebiyatçı"larla mücadele etmeye alışkındılar, oysa bunların yerini hızla "siyasiler" almaya başlıyordu.  Bu da, zamanla, Yordam kadrolarında dolaylı, ama büyük bir kırgınlığa, suskunluğa dönüştü. Sabırla, adım adım inşa etmeye çalıştıkları pek çok şey edebiyatlar ortamında egemen hale gelmeye başlayan eğilimler nezdinde geçerliğini yitiriyordu. Artık, Yordam'ın kurduklarının yerini yeni değerler almaktaydı.

Fakat Yordam'ı izleyen dönemde de sol sanat pratikerinin mücadelesi ve arayışı sürdü. "Alan", "Yeni Eylem", "Yeni Gerçek" gibi dergiler yayınlandı. Fakat ne yazık ki, bu dergilerin hiçbirinin önemli bir etkisi olamadı. "Alan" dört, "Yeni Eylem" iki, "Yeni Gerçek" ise on bir sayı yayınlanabildi.

Ucu nereye açıldı bu girişimlerin?
Bu girişimlerin birikimi, 1969 sonu Türkiye'sinde Halkın Dostları pratiğiyle doruğa ulaştı. Özkan Mert, Süreyya Berfe, İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu'ndan oluşan dört kişilik grup, verili sanatsal ortama karşı açtıkları savaşı, dönemin haftalık haber dergisi "Ant"ta üç bölüm halinde yayımlanan söyleşileriyle ilan etti. Bunu da "Halkın Dostları"nın çıkışı izledi.

Derginin daha ilk sayısında Mert ve Berfe ikilisi süreçten kopmuştu bile. Onların yerini de Murat Belge ve Nihat Behram almıştı.

Halkın Dostları'nın ilk sayısı Mart 1970'te yayınlanıyor. Çıkış Yazısının adı "Gerici Sanata Hücum". Gerici sanat da iki kısma ayılmaktadır: Necip Fazıl , Faruk Nafiz vb gibiler ile İkinci Yeni'ciler. Birinci grupta toplananların yerini sonraları dergi kadrosunun "mekanik toplumcular" dediği kesim alacaktır. Yine de, derginin, on sekiz sayılık serüveni boyunca bu mekanik toplumcularla pek de uğraşmadığı, bunun yerine İkinci Yeni'ye yüklenmeyi tercih ettiği görülüyor. Bu tavrın gerekçeleri ve sonuçları, bugün de incelenmeye, tartışılmaya değerdir.

Halkın Dostları popülist bir dergi. Fakat yine de, kendisinden daha popülist olana karşı sürekli olarak tavır almış bir dergi. İlk sayısının çıkış yazısında da belirttiği üzere, sanatıyla "Devrimin öncü kesimlerini belli bir duyarlığa itmek; onları duygularında terbiye etmek ve onları diri tutmak" gibi bir görev üstlenmiş. Bugünden bakıldığında, bir yanıyla da olsa görevini-ödevini ya da her ne diyeceksek diyelim işte, yerine getirmiş olduğunu iddia etmek bir abartı olarak kabul edilmemelidir. Çünkü Halkın Dostları'yla birlikte hem gerçek bir tavır ve hem de pek çok açıdan yeni bir şiir- yeni bir duyarlık gündeme gelmiş, somutluk kazanmıştır. Yine de,  Halkın Dostları bu duyarlığın yegane temsilcisi de değildir elbette.

Nedir Halkın Dostları'nın önemi sizce?
Halkın Dostları'nı bugünden bakınca önemli kılan özellik, bir "Antiemperyalist Kültür Cephesi" kurma girişiminde bulunmuş olmasıdır. Bu girişimi de Halkın Dostları kadrolarının bütün etkinliklerini koşullayan şey birebir devrim ve sosyalizm düşüncesinden başka bir şey değildir. Böylelikle Türkiye edebiyatlar ortamı tarihinde "komünist" ilkelere dayalı bir sanat hareketi oluşturma çabasıyla baş başa kalınmıştır.  Halkın Dostları kadrolarının komünizminin nasıl bir şey olduğu tartışmaya fazlaca açıktır. Yani pek çok sorunu, itiraz edebileceğimiz pek çok yanı barındırmaktadır. Ama buna karşın, altı çizilmesi gereken nokta şudur: Halkın Dostları'yla birlikte ilk kez, komünist sanat pratikerleri tekil karşı çıkışlarının ötesine geçip gövdeleşmek, örgütlenmek eğilimi içine girmişlerdir. Bence Halkın Dostları'nın en önemli yanlarının başında bu gelmektedir.

Öte yandan,  maddeci-komünist bir sanat pratiği oluşturabilme çabasını koşullayacak teorik birikimden, böylesi bir yetkinlikten yoksundur. Ne yazık ki 12 Mart darbesiyle süreç 1980'lerin ikinci yarısına yani Edebiyat Dostları dergisinin çıkışına kadar ciddi biçimde kesintiye uğramıştır.

Bu anlamıyla, Halkın Dostları'nın "Antiemperyalist Kültür Cephesi" girişimi, bir girişim olmaktan öteye geçememişse de, kendisinden sonraki komünist sanat pratikerlerine yani örneğin Edebiyat Dostları kadrolarına anlamlı bir miras, üzerinde yeni bir yapı inşa etmeye uygun bir zemin armağan etmiştir.

Bu mirasın gerçek boyutlarını, pek çok nedenle,  12 Mart sonrası dönemde kavramak mümkün olamamıştı. Resmi sosyalist gerçekçi anlayış hızla bütün sol sanat pratikleri yelpazesine egemen olmuştu. Neredeyse her örgüt ya da parti çevresine ait ve yine o parti/örgüt çevresindeki sanat pratikerlerince yazılan ve okunan bir yığın sanat dergisi türemişti. Sanatçılar yani sanat pratikerleri arasındaki ayrımları koşullayan şey aslında zaten kendi başına politik olan sanat pratikleri değil, politik politika pratikleriydi.

Bu, çok mu kötü?
Öyle veya böyle, 70'lerin atmosferidir ortadaki. Bu, Halkın Dostları ve öncülü pratiklerin, yani benim iddiama göre Yordam, Devinim ve Doğuş Bildirisi gibi pratiklerin mirasının popülizm lehine, resmi sosyalist gerçekçilik lehine çarpıtılması, yağmalanması anlamına gelmişti. Bir fırsat, komünist ilkelere dayalı maddeci bir sanat pratiği, hiç değilse böylesi bir pratiğin prototipi biçimindeki bir ortamı oluşturma fırsatı böylece kaçırılmıştı. 1980'lerin sonuna doğru "Edebiyat Dostları" dergisinin yayınlanmaya başladığı döneme kadar, böylesi bir talep bir daha gündeme gelmedi.

Yani, kaçırılan sadece maddeci bir sanat pratiği kurma fırsatı değildi bence. Aynı zamanda, kitabımda da iddia ettiğim ve önemle incelenmesi gerektiğine inandığım üzere, Türkiye edebiyatlar ortamında açığa çıkan yepyeni bir şiir duyarlığının adlandırılma fırsatı da yok olup gitmiştir.

Kesinti öylece kalmadı yani... Edebiyat Dostları nasıl bir açıya yerleşmiş oluyor böylece?
Hayır, devam eden bir şeyler var tabii. 1987'de Edebiyat Dostları'nın ilk sayısı yayınlandı. Dar, disiplinli, tutarlı bir kadro oluştu kısa zamanda bu dergi çevresinde. Giderek hesaplaşmanın dozu arttı. Tıpkı bir zamanların "Yordam"ı gibi, geçmişin ve günün edebi pratikleri sıkı bir eleştirel okumaya tabi tutuldu. Altıncı sayı "Halkın Dostları", yirmi ikinci sayı "Sanat Emeği", yirmi yedinci sayı ise "Yordam" özel sayısı olarak çıkarıldı.

Edebiyat Dostları, bir yandan Hasan Hüseyin'den, Ahmed Arif'e, Enis Batur'dan Ertuğrul Özkök'e kadar sağdan ve soldan pek çok adı eleştirmeyi sürdürürken, bir yandan da komünist ilkelere dayalı bir maddeci sanat hareketi düşüncesi üzerinde çalıştı. Örneğin bence Hüsamettin Çetinkaya'nın yazıları bu konu üzerine düşünmenin, kafa yormanın sonuçları olma özelliği taşımıştır. Nâzım'ın "Putları Yıkıyoruz!" kampanyasıyla başlayan sezgisel/tepkisel süreç 80'li yılların ikinci yarısında nihayet anlamlı, teorik bir zemine oturmaya başladı böylece.

Sonuçta, Edebiyat Dostları'nın etkisiz kalmadığını söylüyorsunuz...
Kalmadı, evet. Edebiyat Dostları'nın ortam üzerindeki etkisi, tıpkı bir zamanların Yordam'ı ve Halkın Dostları gibi, aslında çok şiddetli oldu. Edebiyat Dostları ile birlikte hem burjuva güdümlü edebiyat hareketleriyle ve hem de resmi sosyalist gerçekçilikle gerçek bir hesaplaşmaya girişildi ve önemli mevziler kazanıldı. Ancak, bir süre sonra Edebiyat Dostları içinde de ayrışmalar ve çözülmeler başladı. Bu sorunlar bugünden geriye dönüp baktığımızda, o denemin aktörleri durumu böyle görüp nitelemiyor olsalar bile, bize daha çok 1989 evrensel karşı devriminin bölgesel tezahürleri gibi görünüyor. Akif Kurtuluş'un bir defasında "Mecra çekildi, biz de öylece ortada kaldık" demesi boşuna değildir.

1989 evrensel karşı devriminin çatırtılarının henüz yankılanmakta olduğu günlerde bir de Sanat Hareketi adlı bir oluşum söz konusu oldu. Bence, eleştirilerim bir yana, 1964'ten beri oluşageldiğine inandığım hattın son temsilcisi "Sanat Hareketi"dir. Ancak, Sanat Hareketi de görünürde son derece "lümpence", gerçekteyse evrensel karşı devrimin getirdiği bulanıklık, kültürel karmaşa, yozlaşma sürecinin bir sonucu olarak kısa zamanda dağılıverdi.

Sanat Hareketi'nin pek çok iddialı şövalyesi çok kısa zamanda birer piyasa çerisine dönüştü. Bu dönemden sonra da bu hat yok olmaya yüz tuttu.

Bir macera bu gerçekten. Peki, sizin yeriniz nerede?
Ben, kendi pratiğimi ve bütün bu süreci konu alan çalışmalarımı, doğrudan, bu sol sanat hareketleri macerasının bir parçası olarak görüyorum. Yani önümüzdeki dönemde yayımlanacağını umduğum kitabımı da, bugünden geriye doğru gidecek olursak Sanat Hareketi'nin, Edebiyat Dostları'nın, Halkın Dostları'nın, Yordam'ın, Devinim'in ve Doğuş Bildirisi'nin oluşturduğu hattın bir merhalesi olarak kabul ediyorum.

Kendi tarihimizi yapmaya ve kendi tarihimizi yazmaya çalışıyoruz. Macera devam ediyor...

yazici   mail