www.soL.org.tr
Bugün pazar, Yahudiler azar
14 Mayıs 2007, Pazartesi
resimE. Zeynep Güler

 

Roni Margulies
Bugün pazar, Yahudiler azar
İstanbul Yahudileri hakkında kişisel bir gözlem

İstanbul: Kanat Kitap, Üçüncü Baskı, Şubat 2007


“Bugün pazar” diye başlayınca, “bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar”la devam edeceğimi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Aslında doğrusu bu laf bana hiç yabancı gelmiyor. Çocukluğumun geçtiği Çanakkale’de şöyle söylenirdi: “Bugün pazar, gavurlar azar.” Bir “güzel” laf daha vardı: “gavura gavur demeyeceksin...” Bunu da öğretirlerdi aileler en azından, çok kültürlü bir geçmişi olan bu kıyı kentinde.

Roni Margulies’in bir çeşit biyografi ya da aile tarihi diyebileceğimiz bu kısa çalışması İstanbul Yahudileri hakkında. Kendi yetiştiği dönemde, kendi ailesinden hareketle İstanbul’da yaşayan Yahudi cemaatine dair kişisel gözlemler ve bazı değerlendirmeler yer alıyor. Margulies bu kitabı İstanbul Yahudilerine bir “aşk mektubu” olarak düşünmüş, öyle yazmış. Şöyle söylüyor: “Aksanımdan bıyıklarıma, konuşurken yaptığım el kol hareketlerinden ismime kadar beni ben eden önemli ve önemsiz, anlamlı ve anlamsız pek çok ayrıntıyı, niteliği, özelliği bu cemaatten aldım. Sonra uzak düştük; hem coğrafi, hem de başka anlamlarda aramız açıldı; bu kitap bir tür borç ödeme, bir tür teşekkür.”

İstanbul Yahudileri kültürel olarak kimdir, nedir, nerelidir diye soracak olursak, “dedeleri ve onların dedeleri ve onların dedeleri İstanbulludur, Selaniklidir, Edirnelidir, Çanakkalelidir. Benim dedem Tirelidir, tahminen onun dedesi ve onun dedesi de öyle. Tüm bu Yahudiler Türk değildir elbet; Orta Asyayla, Oğuzların Kayı boyuyla filan haşa ilişkileri yoktur; ama kültürel olarak Yahudilik tarafından ne kadar şekillendirilmişlerse, bir o kadar da 500 küsur yıl Osmanlı topraklarında yaşamış olmanın özelliklerini taşırlar... Biraz farklıdırlar, ama sanılanın aksine, yabancı değildirler. Buralıdırlar.” (s.107)

Türkiye’de Yahudi falan deyince Sabetaycılıktan, çeşitli komplolardan, komplo teorilerinden söz edilmesi artık bir alışkanlık haline geldi. Bu konu benim için hep utanç verici bir şey olmuştur. Komplolar olmadığı, komplo teorilerinin tümü gerçeğe uzak olduğu için değil. En haso paranoyağın bile biri ya da birileri, bir örgüt tarafından gözleniyor, takip ediliyor, filme alınıyor olma ihtimali var tabii ki. Margulies bu konuya önsözde değiniyor. Diyor ki: “İsrail’in başlattığı her savaş, işlediği her cinayet, dünyanın her yanında kendi halinde yaşayan, işine, okuluna, alışverişe giden her Yahudiyi zan altında bırakır, her Yahudiye bir ‘suç ortaklığı’ atfeder, birey olmaktan çıkıp her Yahudinin ‘Yahudiler’ adlı uluslararası habis bir komplonun unsuru olarak görülmesine yol açar.” Bu Müslüman ülkelerde ve bu arada Türkiye’de daha da böyle olabilir. Margulies şöyle diyor: “ ‘Bu da işte böyle bir cemaattir, başkalarına biraz benzer, biraz farklıdır, yaşar gider,’ diyecektim, ama yazılması uzunca süren her kitap İsrail’in başlattığı bir Ortadoğu savaşına denk düşmeye mahkumdur.” (s.8) Dolayısıyla herhalde söylenmek istenen anlaşılıyordur: Yahudilerin hepsi Siyonizmi ya da İsrail devletinin uyguladığı politikaları desteklemek zorunda değildir, böyle olduğunu düşünmek yanlış olur. Hepsi “Siyonist komplo”nun bir parçası değillerdir, aslında reddettikleri ölçüde siyasi olarak da böyle olmaktan çıkarlar.

Margulies’e dönelim: “Doğumumdan otuz yıl öncesine kadar, doktorsuz bir ülkede doktor, tüccarsız bir ülkede tüccar, tek dilli bir ülkede çok dilli, içine kapalı bir ülkede uluslararası ilişkileri güçlü bir insan grubu olarak nicel ağırlığının ötesinde bir önem taşıyan cemaat, ben doğduğumda artık niceliğinin önemsizliğine ric’at etmiş, toplumsal ağırlığını kaybetmişti.” (s.13) Margulies’in 1955 doğumlu olduğunu düşünecek olursak, Türkiye’de bu cemaat toplumsal ağırlığını İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş döneminde, 1920 ve 1930’larda kaybetti.

Her ne kadar ekonomik ve toplumsal önemlerini diğer cemaatler, Rumlar ve Ermeniler lehine kaybetseler de daha eskiden, Osmanlı’nın modernleşme, batılılaşma çabaları içinde bir yerleri vardı. “Müslüman ülkelerdeki, Doğu toplumlarındaki Batılı azınlık adeta Yahudiler. Kendilerini biraz öyle düşünür, biraz öyle davranırlar.” Halbuki Doğu toplumunun, geleneksel yapının bir parçasıdırlar. Dilleri her ne kadar Ladino, eski İspanyolca ya da bozuk bir Fransızca olsa da, dilleriyle, argolarıyla, yaşam tarzlarıyla, aile ilişkileriyle, kültürleriyle bizdendirler, Doğuludurlar. Ya da biz ne kadar modern ve Batılı olabilmişsek, onlar da o kadar olmuşlardır, ne bir eksik, ne bir fazla. Ama belki onlarda biraz daha fazla “Batılı olma, yerel halkınkinden daha ileri bir kültüre ait olma duygusu, belli belirsiz, dillendirilmeyen bir ‘üstünlük’ iddiası yaygındır.”

Türkiye’de Yahudi cemaatinin diğer gayri-müslim topluluklardan farkları vardır: “tarihin en kıllı anlarında bile ‘sadık’ cemaat olma özelliği göstermiş, öyle olmak ve öyle algılanmak için özel çaba sarfetmiş.” Yine de hep bir ip üstünde, bıçak sırtında, her an düşebilir olarak yürümek zorunda kalmıştır. “Bir ip cambazını izlerken duyulan, düşmeyeceğini bile bile, ama düşmesinin yine de mümkün olduğunu bilmekten kaynaklanan o hafif ürperti gibi bir korkuyla...” (s.22)

İstanbul böyle bıçak sırtında bile burada geçirdiği yaşamı boyunca bir handan çok bir saray olmuştur Roni Margulies’in gözünde. Çünkü aile gerilimlerini içine atmış, çocuklara yansıtmamış, onların yanında, belki kendi içlerinde bile konuşmamıştır. “Bu pezevenkler bir gün bizi de kovarlar” düşüncesinin dillendirildiğine hiç şahit olmamış aile arasında bile. “Cümleten dişler sıkılmış, direnişin anlamsızlığı karşısında susmak tercih edilmiş, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde resimler çektirilmiş.” (s.27) Ama aba altında hep bir sopa olagelmiş, uçurumun kenarına fazla yakın olma duygusu devam etmiş, sadece Türkiye’de değil, dünyanın bir çok yerinde... Ayrıca başka bir şey daha var dikkatle gözlenmesi gereken: “Aşağılanan, ırkçılığa maruz kalan azınlıkların ayrımcılığın her türüne karşı olmaları, her tür ırkçılığa karşı her an tetikte ve hoşgörüsüz olmaları makul bir beklenti ama, heyhat, gerçeklik öyle değil. Olmadığını bilmeme, olmadığına defalarca tanık olmama rağmen, bu gerçeklik çarpıcılığından hiçbir şey kaybetmemiştir benim için. İsrail’de 60 yıldır Filistinlilere yapılanlar bunun en çarpıcı örneği herhalde. Ama Yahudilerin kendi aralarında ayrımcılık olması daha da çarpıcı.” Irkçılık da var, sınıf farklılığı da... (s.37)

Bir önemli konu daha var: Yahudi cemaati bir yandan kozmopolit ama bir yandan da içine kapalı, muhafazakar.

Pek çok Yahudinin niye para ile ilgili alanlarda çalıştığı ırksal değil, tarihsel, sosyoekonomik nedenlerle açıklanıyor. Çünkü Yahudiler tarih boyunca üretimin, gerçek ekonominin dışına “sürülmüş”lerdir. Bununla bağlantılı, ama yaratıcı uzantıları da olan negatif çağrışımlı efsaneler, söylentiler çok yaygındır: Ayinlerinde Hıristiyan bebek kanı içerler, zaten İsa’yı çarmıha gerenler de onlardır. Çanakkale’de iğneli fıçı efsanesi ben çocukken yaşıyordu. Çocukları kaçırıp iğneli fıçıya atan Yahudi efsanesi...

Kitapta bir çok hoş hikaye var, ben en sevdiğimi aktarayım: Margulies Erzincan’da askerdeyken bir gün eğitim alanına bir zırhlı araç gelir, er “Mordehay ve Margiluzcsx, yüzbaşı sizi istiyor” diye bağırır. “Ulaaaan, diye düşündüm, kırk bin kişinin içinde iki tane Yahudi var ve yüzbaşı bu iki kişiyi istiyor! Bulaşık yıkayacak iki kişiye gerek olsa, tesadüfen bu ikisinin seçilmiş olma olasılığı istatistik bilimine sığmaz. Ya Yahudiler nihayet dünyayı ele geçirdiler ve Mordehay’la ben mareşal olacağız ya da, daha büyük bir olasılıkla, biz burada yürümeyi öğrenirken faşistler iktidara geldi ve tugayın sabun ve abajur ihtiyacını karşılamak üzere götürülüyoruz. Kaçsam, dört taraf dağ! Silahıma davransam, boş, mermi yok! Kuzu kuzu gittim.” Sonra öğrenirler ki bir Yahudi bayramıymış, Genelkurmaydan emir gelmiş, iki gün izinlisiniz, evlerinize gidebilirsiniz, ama askerliğiniz iki gün uzar... Margulies istemez, “sağolun komutanım, vatan görevi her şeyden önce gelir” der ve selam çakıp çıkar. Mordehay hala düşünmektedir. (s.88)

Toplulukların tek tek kültürleri, içe kapalı kültürel özellikleri değil, birlikte yaşantı, ilişkiler daha çok ilgimi çekiyor. Bu bahiste daha anlatacak çok hikaye var, ama siz kendiniz okuyun en iyisi.

yazici   mail