www.soL.org.tr
Bulaşık Marksizm
Metin Çulhaoğlu 17 Kasım 2007, Cumartesi

Anarşisttir, anlarsınız.

Gerçi pek ciddisi kalmadı, ama kendini anarşist olarak tanımlayan birinin ne dediğini, neyi savunduğunu, hatta nasıl giyineceğini bilirsiniz. Bir yere kadar tartışılır, sonra iki taraf da hiç anlaşamayacakları yeri görüp tartışmayı orada bitirir, kimse kızmamış, üzülmemiş olur.

Liberaldir, anlarsınız.

Ciddisi de, gayrı ciddisi de vardır. Ne diyeceğini, nerelere yükleneceğini bilirsiniz. Ya hiç bulaşmazsınız ya da yeri geldiğinde ağzının payını verirsiniz. Fazlasına gerek yoktur.

Troçkisttir, anlarsınız.

Anlamanın ötesinde, bir noktaya kadar az çok verimli bir tartışma da yürütebilirsiniz. İşte, “eşitsiz ve bileşik gelişme” dersiniz, Marksizme ortodoksça sahip çıkmanın gerekliliğinden söz edersiniz, işler bir süre iyi gider. Sonra iş Stalin’e ve tek ülkede sosyalizme gelir ve orada biter. Bundan ötesinin anlamı yoktur.

Hepsi tamam da, ya karşınızda “biraz anarşizme de bulaşmış liberter-Troçkist Marksist” varsa?

“Hiç olur mu?” demeyin, vardır. Bu tipi bilebildiğim kadarıyla ilk tanımlayan 68 liderlerinden Tarık Ali’dir (bakınız, “Sokak Savaşı Yılları”). Tarık Ali’nin kendi gençlik döneminde İngiltere’ye, Fransa’ya ve başka yerlere bakarak tanımladığı bu tip, 80’lerden sonra Türkiye’de de bir ölçüde yaygınlaşmıştır. Üstelik Türkiye toprağı en azından bu bakımdan hayli üretken olmuş, orijinal tipin yeni versiyonlarını bile üretmiştir. Şöyle:

“Biraz Marksizm’e de bulaşmış Troçkizan anarşist.”

“Biraz Troçkizm’e de bulaşmış anarşizan Marksist.”

“Biraz liberalizme de bulaşmış, Troçkist-Anarşizan Marksist.”

Böylelerini, elbette en çok İstanbul’da olmak üzere, Türkiye’nin çeşitli yörelerinde görebilirsiniz.

Marksizm’e rezerv koymak istediğinde, bu öğretinin aydınlanmacı-modernist vurgularını eleştirir, ona atfettiği “doğrusalcı” tarih anlayışına karşı çıkar ve Marx’ın “ulusal sorun” konusundaki kimi tespitlerini hatalı bulur.

Troçkizm’e rezerv koymak istediğinde, Troçki’nin örneğin Kronştad ayaklanması sırasındaki tutumunu veya çalışma yaşamının “askerileştirilmesini” ona hiç yakıştıramadığından dem vurur.

Liberalliğe rezerv koymak istediğinde, “her şeyi piyasanın gelişigüzel dalgalanmalarına bırakmak elbette doğru değildir” der, özellikle kültür ve medya alanlarındaki yozlaşmaya dokunaklı sözlerle dikkat çeker.

Anarşizme rezerv koymak istediğinde, “devrime kadar belirli bir örgütlenmeye gerek olduğunu” kabul eder.

Ama hangi tip olursa olsun, hepsinin gözlerinin yılan görmüş gibi sabitlendiği, hepsinin ortaklaştığı, rezerv şöyle dursun bakışlarını başka yöne bile çeviremediği kimi başlıklar da vardır. Bunların en önde geleni ise, ulusal sorun bağlantılı “Kemalizm’den kopma” meselesidir.

Bu noktada tam bir engizisyoncu gibi davranırlar; düşünce dünyanızda, ruhunuzda, oranızda buranızda kaldığını sandıkları ne kadar “Kemalizm” bakiyesi varsa bunu açığa çıkarmak için olmadık işkencelere başvururlar.

“Yurtseverlik” mi dediniz, tamam, “Kemalist” olduğunuz artık tescil edilmiştir.

“Ülkenin bölünmesi” gibi bir tehlikeye mi değindiniz, adınızı “kızıl elmacıya” çıkarırlar.

Ülkedeki iç dinamiklere eğildiğinizde, enternasyonalizmden kopup yerlicilik yaptığınız söylenir; emperyalizmi öne çıkardığınızda ise, içerdeki dinamikleri büsbütün boşlamakla suçlanırsınız.

Kemalizm’den tam kopup kopamadığınız konusunda dedektifliği sevenler, işlerine geldiğinde ve elbette “ulusal sorun” konusunda duyarlı bulduklarında, 1950 iktidar değişikliğini “karşı devrim” ilan edenleri ve 1971’de “Nihat Erim Süleyman Demirel’den daha iyidir” diyenleri tutup baş tacı ederler.

Bu ülkenin tarihinde Kemalizm’in bir burjuva devrimi anlamına geldiğini, burjuva devrimlerin ise tarihsel ve nesnel olarak bir ilerlemeyi temsil ettiğini söylerseniz, işte buna fazla ses çıkaramazlar; çünkü buna da karşı çıkıldığında gündeme gelen artık Marksizm’e rezerv koymak falan değil, bu öğretinin düpedüz reddi olacaktır.

Bu kadarına yeltenmek işlerine gelmediğinden, bu konuyu susuş kumkumasına getirmeye çalışırlar.

* * *

Türkiye sosyalist hareketinin, toplumsal meşruiyet kazanma, kitleselleşme, yeni bir sınıf dinamiğinin önünü açma gibi başat görevlerinin yanında, bir de kadro sorunu vardır. Önce 1961-71, sonra 1973-80 döneminin yetiştirdiği kadrolar kendi içinde ayrışmış, çeşitli öbekler kristalize olmuş ve artık devrini (yeni bir açılım ve hamle anlamında) büyük ölçüde tamamlamıştır.

“Biraz anarşizme de bulaşmış liberter-Troçkist Marksizm”, eski kuşakların kristalize olduğu öbeklerden biridir.

Kediyim diye ortalıkta gezinmeye başlamasından bu yana bir tek fare bile tuttuğu görülmemiş bu öbek, her şeye karşın zaman zaman akıl karıştırabilmekte, kendini belirli bir çevreye dinletebilmektedir.

Yeni ve sağlıklı kadroların yetişmesi için, bu etki de kırılmalıdır.

yazici   mail
Çok seslilik mi, dersiniz?
Aydemir Güler
Zirvede isyan
Ernesto Gomez Abascal
Bulaşık Marksizm
Metin Çulhaoğlu