www.soL.org.tr
Marie Curie’nin yöntemi
Ender Helvacıoğlu 28 Haziran 2006, Çarşamba

Ender Helvacıoğlu (28.06.2006, Çarşamba)
Cennet, cehennemin içindedir; düzen ve uyum kaosun içinde. Ütopya, gerçeğin içindedir; gelecek geleneğin, ilericilik tutuculuğun içinde. Başka hiçbir yerde değil… Altın tepsiyle sunulacak bir cennet yoktur; cennet söke söke elde edilir.

Buna Curie yöntemi de diyebiliriz: Bir ton balçık içindeki bir gram radyumu ayrıştırmak. Emek yöntemi. Çoğumuz o balçığa baktığımızda, doğal olarak kocaman bir çamur yığını görürüz. Ama Curie’ler o bir ton balçığa baktıklarında bir gram radyumu görebilmişlerdi. Ve radyum başka hiçbir yerde değildir.

Halk da böyle bir şeydir; tonlarca balçık. İçinde birkaç gram radyum var. Devrimci, Curie yöntemiyle o bir gram radyumu ayrıştırır ve aslında bu ayrıştırma işlemidir devrim. “Ayrıştırma” derken, samanlıkta iğne aramak gibi bir eylemden söz etmiyoruz. Fiziksel değil kimyasal bir işlemdir kastımız; “damıtma” işlemi. Curie’nin radyumu, tonlarca çamurun bir yerinde saklı değildi; öyle olsaydı işler kolay olurdu. Curie radyumu damıttı, bir ton çamuru bir gram radyuma dönüştürdü. Devrim budur.

Türkiye halkının ne kadar tutucu, gerici, cahil, milliyetçi ve dinci olduğuna dair anketlerden söz etmiştik. Hepsi doğrudur; ama anketler fotoğraf çeker. Toplumbilim için fotoğraf makinesi (anketler, alan çalışmaları vb.) gereklidir ama yeterli değildir; bize sadece statükonun resmini çıkarır. Aslolan “uç vereni”, değişimi, geleceğe uzananı yakalayabilmektir; bunun için daha gelişmiş yöntemlere ihtiyaç duyulur.

İleriye doğru sıçrayacak atlet, önce gerilir; binasını yüksek yapacak olan usta, temelini derin kazar; kökü ne kadar derinlere gidebilirse bir ağacın, tepesi o kadar göğe erer. Demek ki her gerileme aynı değildir. Ne için gerilendiğine bağlı. Dipsiz karanlığa savrulmak için mi, ileriye sıçramak için mi? İşte bu noktada, anın fotoğrafıyla yetinmek yanıltıcı olabilir. Gerileyişin fotoğrafını çekip karamsarlığa kapılanlar, bir süre sonraki sıçrayışı kaçırabilirler.

Önceki yazımızda sözünü ettiğimiz iki anketi yan yana koyduğumuzda ilginç bir tabloyla karşılaşıyoruz. Hem tutuculuk artıyor, hem de anti-Amerikancılık. Bir ton çamur, ama içinde radyum var! Nasıl yaklaşacağız bu çamura? Sızlanıp duran aristokratlar gibi mi, Marie Curie gibi mi?

Ne yapmıştı Madam Curie? Bu işi nasıl becermişti?

Birincisi, Curie, o tonlarca çamura âşıktı. Aylar boyunca, soğuk, loş bir barakada, yemeyi, içmeyi, uyumayı unutarak o çamurla uğraşmak… aşkın bundan daha güzel tanımı var mı? Aşkın gözü kördür derler ya, inanmayın. Tam tersine, âşık, kimsenin göremediği bir cevheri görmüştür; onun için gözünü ayıramaz bir türlü. Herkes bakar çamur görür, âşık bakar cevher görür. Kim kördür?

Demek ki ilk ders: Halka aşk ile yaklaşmak gerek.

Bazıları halka nefretle yaklaşıyor; bunlar baktıklarında çamur görenlerdir. Akılları sıra dincilikle, milliyetçilikle, tutuculukla “mücadele” ediyorlar, halkı karşılarına alıp. Bu arkadaşlar, gericilikle mücadelenin bir sınıf mücadelesi olduğunu kavramamışlardır.

İkincisi, Madam Curie “aman çamura bulaşmayayımcı” değildi. Çamura bulaşmadan radyuma ulaşamayacağının bilincindeydi. Sınıf mücadelesi insanı kirletebilir, bundan korkmamak gerekir. Politikada, evdeki hesap hiçbir zaman çarşıya uymaz. Devrimci, çarşıda kazıklana kazıklana, evdeki hesabı doğruya daha yakın (ve olasılıklı) yapmayı öğrenecektir. Çarşıya çıkmazsanız evdeki hesabınız “doğru” olarak kalır; ama radyum da o balçığın içinde kalır.

Demek ki ikinci ders: Ancak bulaşan ulaşabilir.

Üçüncüsü, Madam Curie çamurlaşmadı. Bulaşmaktan korkmayalım dedik ama bu işin tehlikeleri de var. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olunabilir. Geniş güçlerle birleşeceğim derken, o “geniş güçler”e dönüşenleri görmüyor muyuz? Bu tehlikeyi bertaraf etmenin bir yolu evdeki bulguru sağlama almaktır; diğer yolu da radyum hedefini hiçbir zaman kaybetmemek. Radyum hedefini kaybederseniz, evdeki bulgurdan da olursunuz; bunun örneklerini de görüyoruz.

Curie, yola çıkış hedefini hiçbir zaman kaybetmedi. Demek ki üçüncü ders de budur: Hedefe kilitlenmek.

Dördüncüsü, Marie Curie “budala âşık” değildi. Radyumu istiyordu ama, çamurla uğraştığının da farkındaydı. Bazıları (popülistler), bir ton çamuru bir ton radyum gibi göstermeye çalışırlar. Sanırlar ki, bu yolla halkla birleşecekler. Oysa çamur olduğunu en iyi bilen halkın kendisidir; onun bilmediği içindeki radyumdur. Çamur radyum olsaydı, Curie’ye ne gerek vardı? Halkçılık, halklaşmak değil, halkı dönüştürmektir. Halk kendisi gibi olanı değil, kendisine bir şeyler katabileni sever.

Curie’den alacağımız dördüncü ders de “devrimci gerçekçilik”tir.

Gelecek hafta yavaş yavaş çamura bulaşmaya başlarız.

Dostlukla kalın…

[email protected]

   
yazici   mail