www.soL.org.tr
Türban ve stratejik ortaklık
Gamze Erbil 20 Eylül 2007, Perşembe

ABD-Türkiye ilişkilerinin yeniden düzeleceğinden bahsediliyor. ABD Dışişleri Müsteşarı Nicholas Burns’ün Türkiye ziyareti bu çerçevede allanıp pullanırken, Tayyip Erdoğan’ın yakında gerçekleştireceği Washington ziyaretinin kritik önemine vurgu yapılıyor. Gelecek günlerde İstanbul’da yapılması planlanan Irak’a komşu ülkeler dışişleri bakanları toplantısı da yine bu yönde bir başka işaret olarak değerlendiriliyor.

Evet, aslında ABD’nin bir süredir bölgesel adımlarına Türkiye’yi de ortak etmek için Ankara’da bir netleşme beklediğini biliyoruz. Hatta Washington’un seçim sürecinin erkene çekilmesi ve netliğin bir an önce sağlanması konusunda kritik müdahalelerde bulunduğu da söyleniyor. Sonuç olarak, bugün yüzde 47’lik bir desteği olan bir iktidar, ABD’nin Irak batağında koluna yapışması için anlamlı bir müttefik olarak ortaya çıkmıştır.

Tayyip Erdoğan, son türban manevrasıyla bu “desteğini” siyaseten konsolide etmeyi de ihmal etmemektedir. Bu manevrayı gerçekten de düzelmesi beklenen ABD-Türkiye ilişkilerinin Türkiye’ye yükleyeceği sorumlulukların ciddi olduğu şeklinde de okuyabiliriz. Öyle ki, Erdoğan’ın ABD ile çok yakın iş yaparken, Amerikan karşıtı hassasiyetleri önemsizleştirecek bir silaha ihtiyaç duyuyor olmalı. Bu sürecin belli bir aşamasında Erdoğan’ın türbanı serbest bırakmak bir yana, türban takmasının dahi destek sağlamada işine yaramayacağını da öngörmek gerekiyor. Bu stratejik ortaklığın nelere gebe olduğuna dair kimi değinmelere geçebiliriz.

Ama ondan önce, ABD-Türkiye ilişkilerinin “kötü” olduğu söylenen son 4 yılda aslında stratejik ortaklığın kesintiye uğramadığını hatırlatalım. En yakın örnek, yakın dönemde İsrail’in Türkiye üzerinden Suriye’ye yönelik saldırısıdır. İsrail kaynakları bu operasyonların esasen ABD’nin isteği üzerine gerçekleştiğini, hedefin de İran’da da bulunduğu söylenen Rus yapımı füze bataryalarının “yoklanması” olduğunu belirtiyorlar. Türkiye bu örnekte, medya tarafından hiç oralı olunmasa da, aktif olarak bir savaşa dahil olmuştur. İsrail ve Suriye resmi olarak savaş halindedir ve savaşın taraflarından biri diğerine saldırısında ülkemiz topraklarını kullanmıştır.

Elbette, ABD’nin isteği üzerine bu operasyona onay verilmiştir. Yani Türkiye zaten ABD istediği zaman savaşlara girip çıkmaktadır.

Ama yine de son 4 yıldır “kötü” gittiği söylenen ilişkilerin iyileşmesi üzerinde duruluyor. Ve kimi köşe yazarları, ABD’nin artık komşularının sözünü dinlemeye başlayacağını; Irak saldırısı sonrasında kendine geldiğini ve Türkiye’nin de “katkılarına” ihtiyaç duyduğundan söz ettiğini yazıyor. Bunu ilişkilerde yeni ve “olumlu” bir tarz olarak değerlendiriyorlar. Yeni tarzı böyle yorumlamak için, özür diliyorum, ya salak ya da satılmış olmak gerekiyor. Çünkü katılımcılık olarak bahsedilen Irak’taki işgale daha doğrudan ortak olmak, İran politikasını elbette ABD çizgisinde ortaklaştırmaktan ibarettir.

Irak’taki işgale ortak olmak bataklığa ABD ile dalmak anlamına gelecek. En basit örnek, ABD yönetiminin işlerin iyi gittiğini söylediği El Anbar’da, Bush’un Irak ziyareti sırasında görüştüğü Sünni aşiret liderinin öldürülmesidir. Hem de Bush’un Irak’la ilgili yapacağı kritik konuşmanın hemen öncesinde... ABD Başkanı konuşmasını değiştirmeden yaptı ve El Anbar’daki gelişmelerden bahsetti. Ancak günün gelişmesi 10 gün önce kendisiyle aynı karede bulunan Ebu Rişa’nın öldürülmesi haberiydi. Irak’ta oluşturulan işbirliği dengeleri, ABD çıkarlarına hizmet etmiyor; ABD son durumda Irak’ı parçalama operasyonunu başlattı ve küçük işbirlikçi odaklar aranışına girdi. İran’la pazarlıklar ise, devam ediyor.

İran konusunda, daha önce ABD’nin gündeminde bulunan “saldırı” seçeneğinin düştüğünü söyleyebiliriz. Fakat Washington’un İran’la ilişkisinde artık daha gerçek çelişkiler vardır ve nükleer bahanesinin dışında ancak savaş yoluyla giderilebilecek çıkar çatışmaları gündemdedir. ABD Ortadoğu’nun “nükleer silah var, ben demokrasi götüreyim” diyerek konuşlanılacak bir yer olmadığını bilmektedir; ancak artık bir ayağı orada olduğundan, gerçek nedenlerle saldırgan olmaya mahkumdur.

Ankara’nın bu tabloda “katkıcı” olması bekleniyor!

Bir diğer başlık olarak, laiklik ve demokrasi konusundaki mesajlar ise, her zaman gelgitli olacak; ancak önümüzdeki dönem Cengiz Çandar “haklı” olacaktır. ABD’nin AKP ile stratejik ortaklığını tazelemeye kalktığı bir dönemde, darbe olması beklenmemelidir. Bu ortaklığın sonuçlarının ülkede bir yıkım olarak ortaya çıktığı durumdaysa; Tayyip Erdoğan türban takabileceği gibi, Yaşar Büyükanıt da amuda kalkabilir; ya da başka yollar izleyebilir.

***

Avrupa Birliği başlığı ise, yine laiklik ve demokrasi tartışmalarına paralel olarak gündeme geliyor. Artık bu başlıkta işler iyice çığırından çıkmış görünüyor. Genişleme Komiseri, Türkiye’yi laik gördüklerini söylüyor, AKP’nin reformlarını önemsediklerini anlatıyor. Sonuçta ortaya, türbanı serbest bırakarak AB’ye girecek bir Türkiye ortaya çıkıyor.

Fransa’nın Türkiye ile ilgili yaklaşımındaki gelişmeler ise, ayrı bir gariplik oluşturuyor. Bu konudaki çelişkiler başlı başına bir yazı konusu olabilir. Şimdilik yalnızca, Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olan Sarkozy’nin Yahudi kökenini ve seçilmesinin İsrail’de yarattığı coşkuyu hatırlatarak geçelim.

yazici   mail