OSMAN GÜVEN
"Şerefsiz Osmanlı"ya Dönüş
Osman Çutsay
Türkiye Yazıları, 255 sf.
Yazılama Yayınevi, İstanbul, 2008
Çözülen veya bitirilen Türkiye Cumhuriyeti'ni ayakta tutmanın sosyalist bir yöneliş dışında, hiçbir yolu yordamı bulunmuyor.
Okumak... Kimi zaman zor, kimi zaman kolay; kimi zaman akıcı kimi zaman da ritmik, ama daima eğlenceli ve asla mukayese kabul etmez bir etkinlik. Zorluğu, bazen dilinden ileri gelir bazen de aradığınız şeyin, çok yüzeyde olmamasından. Anlatım bazen çok yoğunlaşmış olabilir bazen ise asıl konu, bütünün içerisinde şeytanın yanı başında, ayrıntı sanılıp geçilebilecek bir yerde gizleniyor olabilir. Okuyucunun hâkimiyeti de burada ortaya çıkar, kitap ile kurduğu ilişkide, o iki yönlü sürekli akışı sağlayabilmek ve bütünü kurmak yolunda önemli sacayaklarını yakalayabilmek. Özellikle okunan kitap bir döneme tanıklık edip eşzamanlı olarak yaşananları yorumlayan, ilk bakışta parçalı -ama okumaya başlandığında kesinlikle bütünlüklü- yazılardan oluşuyorsa buradan bir iskelet çıkartmak her zaman kolay olmayabilir. Bunun karşısına, bu yazıların değerlendirilen nesnelliğe bir ölçüde de olsa dışarıdan bakabilme olanağına sahip bir kalemden çıktığını ve bu kalemin dilinin, yetkinliği ve akıcılığı ile ilk andan itibaren sizi yakaladığını koyalım.
Bu tablo neyi mi ifade ediyor? Bu tablo Osman Çutsay'ın son kitabı olan "Şerefsiz Osmanlı"ya Dönüş'ü ifade ediyor.
İtiraf etmeliyim; ben de kitabı okuyan pek çok kişi gibi adını ilk duyduğum andan itibaren, heyecanla kitabın çıkmasını bekleyenlerdenim. Ve kitabı eline aldığında, tarifi en azından benim için zor olan duygular yaşayanlardan.
"Şerefsiz Osmanlı"ya Dönüş, temel olarak; Çutsay'ın 2000 ve 2001 yıllarında Cumhuriyet gazetesinin haftalık olarak Avrupa'da yayınladığı Cumhuriyet Hafta'daki köşe yazılarından oluşuyor. Bunun dışında "Türkiye: Bizi Taşımaz, biz onu taşırız!" başlıklı bir yazı ve önsözden oluşan kitap, henüz ilk sayfalarında farklı olan bir şeylerle karşı karşıya olduğunuzu sezdiriyor. Önsöz'ü okuyup, kitaba başlarken farklı bir heyecan duyuyorsunuz, bunun nedeni de sorunu görürken yanı başınızda da çözümün nefesini duyuyor olmanız; öylesine somut ve öylesine sıcak.
Kitabın ana ekseninde önemli bir analoji yer alıyor. Vahdettin-Damat Ferit çizgisi ile Abdullah Gül-Recep Tayip Erdoğan çizgisi arasında kurulan bu analoji kitabin ismine de kaynaklık ediyor.
Buraya kadar söylenenlerden de anlaşılacağı üzere çözülüşün ve bu durumun semptomlarının işlendiği kitapta bir iktisatçının gözüyle ve Avrupa'da, Avrupa'nın "iktisadi başkenti"nde yaşayan bir iktisatçının gözüyle bakıp, durumun vahametini ve bu haliyle sunduğu çıkış olanağını gözlemliyoruz.
"Türkiye: Bizi Taşımaz, biz onu taşırız!" yazısı genel çerçeveyi çiziyor. Özellikle Nutuk'tan olan alıntıları ile, var olan bir "son"u ve bu "son" dan kopuşu yani yeni kuruluşu tarihsel olarak sunan Çutsay tarih kavramı üzerine bir netleşme ile yola çıkıyor.
Bu netleşme:
Geçmiş bu günü içermez, ama bugün mutlaka geçmişi içerir. Birincisi(geçmiş), ikincisini(bugün) içermez, hatta dışlar. Ama ikinci kurgu (bugün) geçmişi mutlaka içerir ve zaten o olduğu için vardır.[ii]
Tezi üzerine kuruluyor ve buradan güncel siyasal bağları oluşturuluyor. Bu tarihsel bakış açısının karşısında yer alanlar ise temel olarak, bu gün yaşanan çözülüş ve çürümenin özneleri olanlar ve bunların içinde akıllarını ileri değil geriye doğru çalıştırmak konusunda özel yetenek gösterenler. Yaşadığımız dünyanın sunduğu yeni veri ve bağlantıları içerisinde Osmanlı'ya bakıp, oradan çözüm yolunu arayanlar -ya da çözümsüzlüğü bu yolla kesinleştirenler- sorunlu bakışlarıyla önemli bir engel oluşturuyorlar. Bunların arasında farklı konumlanışlarıyla bilinen isimler de var, bu isim Kemal Tahir ve İdris Küçükömer. Bu isimlerin farklılığı, bilindiği gibi solda yer alan aydınlar olmaları.
Kitabın Cumhuriyet Haftalık'ta yer alan yazılardan oluşan kısmına gelindiğinde okuma ve özümleme açısından biraz daha farklı bir pratiğe girişmemiz gerekiyor. Bunun nedeni yazının başında da belirtildiği gibi; bu metinlerin daha çok o güncellik içinde yazılmış birer tanık olmalarına karşın, ülkemizin girdiği son dönemi bir eğilim olarak ve satır aralarında veriyor, bazen de sadece hissettiriyor olması. Yani daha ciddi bir okuma gerektiriyor, yazılar ayrı ayrı okunduğunda ayrıntı olarak değerlendirilebilecek noktalar bu bütün içerisinde önem kazanıyor ve dikkatle takip edildiğinde çözülüşün yol haritasına dair önemli izleri gözler önüne seriyor.
Bu konuda en akılda kalıcı izler ise Aykut Ekzen ile yapılan Röportaj ve Nazif Ekzen'den yapılan alıntılar. Bu veriler oldukça dramatik bir şekilde çözülüşü belgeliyor. Bu iki isim de sistemin içerisinde yar alan ve var olan çürümeyi isimlendirmeseler de hisseden isimler. Bu bölümleri okurken dikkat çeken olgu ise; bu isimler yönetimsel anlamda önemli görevler de üstlenmelerine rağmen var olan tabloyu analiz etmek ve izlemek ile yetiniyorlar, yetinmek zorunda kalıyorlar. Bu tabloya bir çıkış yolu aramanın ve bulmanın sistem içinde düşünürken pek mümkün olmadığını görmemiz açısından oldukça öğretici bir örnek ile karşı karşıyayız.
Kitabın genelinde bir diğer vurgu ise aydına dair, çoğu yazıda özellikle öne çıkan aydın vurgusu bir çıkış yolu için mutlaka sahneye çıkmak zorunda olan aydınların, günümüzde yaşanan sıkışmışlığın çözümü olmasının yanında ürünü de olacağı vurgusunu taşıyor.
"Şerefsiz Osmanlı"ya Dönüş, yaşadığımız dönemin içerdiği gerilimler ile ne denli büyük bir potansiyel taşıdığını anlamamız ve bu potansiyelin bir parçası olduğumuzu fark etmemiz açısından çok önemli bir yere sahip. İçerdiği pek çok veri ile sorunun sadece ülkemiz ölçeğinde olmadığı aksine kapitalist sistemin dünya ölçeğinde bu sıkıntıları yaşadığını görmemizi sağlayan kitap, bu sayede sorunun kökenini bir kez daha hatırlatıyor ve çıkış yolumuza daha güçlü sarılmamız için güç veriyor.
[2] AGE, sf. 15-16