Bu girişten sonra son on beş günün siyasi depremine bir göz atalım. Abdullah Gül’ün adaylığının ilan edilmesini izleyen ve TSK muhtırası ile Anayasa Mahkemesi’nin “367” kararını içeren süreç ne yazık ki ne iktidar, ne de muhalefet partilerince yeterince anlaşılmadı. AKP’nin, başkanlık sisteminin ilk adımı olarak dayattığı ve kendisinden ayrılan milletvekillerinin (ANAP, bağımsızlar vb.) desteği ile gerçekleştirdiği anayasa değişikliği, sürece karşı başkaldırının ilk örneğidir. Bu karanlıkta gözlerden kaçan ise, 24 Ocak ve 12 Eylül’de Türkiye’ye dayatılan (Özal’ın vizyonu olarak alkışlanan) bir yapının, çözülmesidir. Gerçek olan hem AKP, hem de merkez sağ ve merkez sol üniformasını aceleyle giymeye çalışan partiler bu çözülmenin yarattığı depremi, şaşkınlığı yaşamaktadırlar.
24 Ocak ve 12 Eylül 1980’de Türkiye’ye ABD destekli sermaye tarafından, dayatılan düzenin iki temeli vardır: Yeni liberal ekonomi ve bunun alt yapısını oluşturan hukuksal dönüşüm. Bu hukuksal dönüşümün bileşenlerini şöyle sıralayabiliriz: 1982 Anayasası, IMF destekli, Kemal Derviş patentli “Yeniden Yapılanma” karar ve yasaları, AB müktesebatına uyum yasaları. Dayatılan yeni düzenin ekonomik hedefi ise küresel kapitalizmle eklemlenme olarak özetlenebilir. Bu amaca yönelik adımlar da; Ticari ve Mali Serbesti, özelleştirme yoluyla kamunun ekonomik gücünün sıfıra indirgenmesi, uluslararası tekelci sermayenin Türkiye ekonomisini, özellikle finans kesimini (banka, sigorta vb.) denetim altına almasıdır. İşte küresel kapitalizmin Türkiye’ye dayattığı bu düzen artık çözülüyür. Bu çözülme, halka söz hakkı verildiği, her seçimde kendini göstermişti. Fakat küresel köy masalıyla avunan, AB ülkesi hevesini gizlemeyen, kendilerine liberal diyen, SSCB’nin tarihe karışmasıyla ideolojilerin sonu geldi kandırmacasına kapılarak yeni imparatorluğun (Düvel-i Muazzama) getireceği her öneriyi tartışmasız kabul eden işbirlikçi azınlığın bunu fark etmesi mümkün değildi. Şöyle “maziye bir göz atalım”. 12 Eylül Anayasası’ndan sonra, cuntaya karşı biriken itirazın rüzgarını arkasına alan Özal’ın partisi ancak yüzde 43 oy alabildi. Seçmen sayısına bakıldığında bu oy ancak yüzde 36’yı buluyordu. Oysa aynı seçimde bir TV tartışmasında “Köprüyü sattırmam” diye elini masaya vuran Calp’in Halkçı Partisi yüzde 33’ü bulmuştu. O tarihten sonra ANAP, Özal’ın her seçim öncesi yaptığı “Seçim Yasası” değişikleriyle zar zor ayakta durabildi. Tüm gücünü sergilediği referandumda yenildi.1989 yerel seçimde ise tüm büyük belediyeleri yitirdi oyları yüzde 22’de kaldı. Aynı düzenin savunucusu DYP ve ANAP sürekli koalisyonlar ile ayakta kalabildi. Kemal Derviş güdümlü DSP ve MHP hükümetinin halk tarafından sandıkta silinmesini, nedense kimse çözülüşün göstergesi gibi göremedi. AKP IMF karşıtı söylemleri alanlarda yükselterek iktidara gelebildi. Aynı seçimde oyların yarısından fazlası sistem gereği meclise yansımadı.
Bu çözülüşü kendi çıkarları doğrultusunda okuyan evrensel sermaye çevreleri yeni bir saldırıyı başlattı. İnce bir stratejiyi gündeme getirdi. Bu saldırının ilk adımı meydanları dolduran milyonların tün isteğini “laik”liğe indirgeme çabasıdır. Bunun ötesinde sermayenin iktidarını perçinleyecek “başkanlık” düzeni ülkenin önüne, tartışmaya açılmadan, bir dayatma gibi konuldu. Yurt dışındaki dev finans kuruluşları, yöntemi pek de bilinmeyen anketlerle, AKP’yi şimdiden galip ilan ettiler. AB ve ABD basın ve görüntülü medyası haber, yorum ve makaleleriyle AKP’nin savunucusu kesildiler. Nihayet ABD’nin ne denli demokrasi yanlısı bir parti olduğunu Senato da savundu.
Sermaye bu çözülmeyi durdurmak için yurt içinde yeni müttefikler aramaya başladı. İlk sıradaki aday “Besmele” partisidir. Ne Erkan Mumcu, ne de Mehmet Ağar çözülen düzen konusunda AKP ve sermaye ile düşünsel ayrılığa sahip değildir. Nitekim Mumcu ve partisi bu eğilimini cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin Anayasa değişikliği önergesine imza vererek göstermiş gelecekteki ittifakın ilk adımını atmıştır. CHP, DSP ve SHP ise düzeni ne denli benimsediklerini gerek Kemal Derviş, gerekse yeni sol platformu destekleyerek çok önceden belli etmişlerdir. Çözülen düzen yanlıların şu anda ki saldırı planının ilk hedefi cumhurbaşkanı seçimini halka yaptırmaktır. Bu, Taliban tayfasından dönüşen bir iktidarın hem öç alma duygusunu tatmin edecektir, hem de evrensel sermayenin stratejik Çankaya zirvesini zaptetmesini sağlayacaktır.
Önümüzdeki süreç çözülen düzenin yeniden yapılanmasını gündeme getirecektir. Bu yeniden yapılanma savaşımında “laik”lik fazla ağırlığı olmayan bir sorundur. Sırasında smokin giyen, eşinin başı açık ve modern görünümlü bir kişinin Çankaya’ya çıkmasıyla yetinecek bir seçmen modeli yaratılmak isteniyor. AB, ABD ve IMF çıpasına bağlanan bu düzenin devamı ancak bu denli oyunlara dayanıyor. Daha önce sözünü ettiğimiz mengene sıkışıyor, kısır döngü uzun süreli bir karabasana dönüştürülmek isteniyor. Halkımızın, seçmenlerimizin dikkatine sunulur.
Ulusal hane halkı araştırması İlker Belek |
Bir çözülmenin anatomisi Tevfik Çavdar |
![]() | Eczacılardan ilaç politikalarına protesto |
![]() | Tülay Tuğcu'dan ilginç açıklamalar |
![]() | İran ve ABD Irak’ı konuşacak |
![]() | Amerikancı beşli, Rusya’ya karşı toplandı |
![]() | Arjantin ABD’nin etanol planlarına tepkili |