www.soL.org.tr
Çok seslilik mi, dersiniz?
Aydemir Güler 17 Kasım 2007, Cumartesi

DTP hakkında kapatma davası açılması şaşırtıcı değildir.  Üzerinde düşünülmesi gereken, parti kapatma müdahalelerinde alışılagelen kamuoyu tablosunun söz konusu olmayışıdır. Davanın açıldığı gün Türkiye, parti kapatmanın çözüm olmadığını, demokrasinin yara alacağını, bir partinin silahlı hareketle ilişkisinin avantaj bile sayılabileceğini, İspanya ve İrlanda'da durumun böyle olduğunu vb düşünenlerin sayısının ne kadar çok olduğunu görmüş bulunmaktadır!

Türkiye parti kapatılmasına alışıktır belki ama, burjuva siyaseti bu çok sesliliğe alışık değildir.

Parti kapatma süreçlerinin bir geleneği de, kapatılanın izole edilmesi, kapatmaya karşı tutum almanın ise ihanet kanıtı veya istisnai bir fazilet örneği sayılmasıdır. Oysa şimdi, basının, siyasi partilerin, siyaset yorumcularının daha ağırlıklı görüşü, DTP'nin kapatılmaması yönündedir; hatta suçlanan tarafın tutum değiştirmesinin, yargının kararını etkileyebileceği yolunda akıl verenler bile çıkmaktadır.

Bir mahkeme kararının siyasal-toplumsal bir meşruiyete sahip olması için sadece halk çoğunluğunun sessiz desteğini alması yetmez, "kamuoyu" denen ortam tarafından da, bir biçimde onay verilmesi gerekir.

Kuşkusuz bu satırların yazarı ve bu yayın organı DTP'nin kapatılmasına karşıdır. Ancak bizim konumumuzla malum kamuoyu arasındaki benzerlik sadece biçimseldir.

Solun gerekçeleri neler olabilir? Elbette siyasal özgürlük; ama sadece o değil. DTP geleneği Kürt kimliği adına siyaset yapma hakkını da temsil etmektedir. Sol bu hakkı destekler, savunur. Öte yandan, ulusal kimlik temelinde siyaset, sınıf mücadelesinin üstünü örten bir tez ve olgudur. Ama yanlış bir tezle mücadele edilebilmesi için onun ortada olması da gerekir. Üstelik, DTP'nin kapatılmasını öngören bir sürecin Kürt halkının dışlanması, halkların birbirlerinden uzaklaştırılması ile paralel gitmemesi imkansızdır. Siyasallaşan Kürt emekçisi, bu dışlanmışlığı merkeze koymayı bir onur meselesi olarak hissedecektir. Ve bu, kurtuluşumuzu yalnızca geciktirir!

Yani solun tutumu açıktır. Birlik için, kardeşlik için, sınıf mücadelesi için...

Peki ya "demokratik kamuoyu"? 1994'te milletvekillerini yaka paça polisin önüne atan Meclisten bugünlere nasıl gelindi? Dün fiili ve siyasi linç girişimlerinin arkasında duran medya, şimdi devletle Kürtlük değil, DTP ile PKK arasındaki çelişkiler üzerine kafa yormayı neden bu kadar sevdi? AB süreci memleketi çok sesli hale getirmiş olabilir mi? Yoksa bu değişimde gençliklerinde Mao'nun "bin çiçek açsın" sözünden etkilenmiş eski Maocuların payı mı vardır?

Açıkçası, bugünkü manzara, durmaksızın çalan savaş çanları ve oluk oluk akan kandan, "barışçı çözüm arayışları"na gayet hızlı biçimde geçilebileceğine ilişkin işaretler barındırmaktadır. Elbette abartılmamalıdır, çünkü bu işaretlerin sınırını Mehmet Ali Şahin'in, engelleyemeyeceği sonuçlar için kullandığı "memnun olmadım, sevinemedim" ifadeleri çizmektedir.

Lafı uzatmayayım. Batıda, epey zamandır ama sıklaşan biçimde, devletler nezdinde hazırlanan ve yılda birkaç kez kamuoyuna açıklanan Kürt raporlarında, Türkiye'nin PKK bağlantılı bir muhatapla "müzakerelere" başlaması tavsiye ediliyor. Yani emperyalizm, Ankara'da veya başka bir yerde bir iç savaşın çözüm platformu olarak, kendi gözetiminde bir masa kurulmasını istemektedir. Masanın Türkiye tarafının emperyalizmle ilişkileri malumdur. Diğer tarafın da...

"Demokratik kamuoyu" cesaretini bu projeden almaktadır.

Bu projenin ham biçimleri Erdoğan'ın "Mecliste kalsınlar" görüşünde, Baykal'ın reformcu kesilebilmesinde dışa vuruluyor.

Devlet ise direniyor. Kürt illerine 100 binlerce asker yığarak, Atatürk'ün Diyarbakır'a gelişini sloganlı asker yürüyüşüyle kutlayarak, dava açarak... Kuşkusuz bu devlet direndiğinde medyada hava estirmeyi ve MHP'nin, CHP'nin, İP'in şakşakçılığını harekete geçirmeyi bilir. Süreç böyle devam ederse daha ağır provokasyonlar da gündeme gelecektir. Provokasyon kaynağı direnen devlet olabileceği gibi, direnişi çözmek isteyen emperyalizm de olabilecektir...

Bu tablo mutlak anlamda çıkmazdır. Çünkü mesele Türkiye'nin bir sorununun barışçıl görüşmeler yoluyla çözülmesi veya hafifletilmesi olmayacaktır. Bu sürecin rotası, kendi kendisini yönetme ehliyetini yitirmiş bir Türkiye'nin emperyalizmin himayesi altına girmesine çevrilmiştir.

Bu nedenle de DTP'nin kapatılmak istenmesine karşı çıkılmalıdır.

 

yazici   mail
Çok seslilik mi, dersiniz?
Aydemir Güler
Zirvede isyan
Ernesto Gomez Abascal
Bulaşık Marksizm
Metin Çulhaoğlu