2007 yılı Kürt sorununu temellerinden kopararak uluslararası pazarlıkların bir parçası haline getirme girişimlerine sahne oldu. AKP’nin bu konuda geliştirdiği “açılım” tamamıyla bir ABD projesi olarak şekillenirken, DTP ve PKK’nin de çözümü yine aynı kaynakta aradıkları görüldü.
soL Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçtiğimiz günlerde Çankaya Köşkü’nde yapılan bir toplantıda, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin Türkiye’ye gelişiyle ilgili olarak, her şeyin bir zamanı olduğunu söyledi ve ekledi: “Her şey bir program dâhilinde yürüyor”. 2007 yılının son ayı bu programa somutluk kazandıran adımların atılmasına sahne oldu. Bir yandan Kuzey Irak’a dönük askeri operasyonlar başlarken, diğer yandan “eve dönüş” tartışmaları hızlandı.
2007 yılının büyük bölümü Türkiye ile ABD arasında karşılıklı mesajlaşmalarla geçti. 2006 yılında oluşturulan koordinatörlük mekanizması işlevsizleşmesinin ardından lağvedildi. Bunun ardından Türkiye özellikle Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın ağzından Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimine dönük sert ifadeler taşıyan ve operasyon tehditleri içeren açıklamalar yapmaya başladı. Buna karşılık ABD tarafı Türkiye’yi tek taraflı hareket etmemesi konusunda uyaran ve PKK’ye karşı Iraklı Kürt liderlerle temas kurmasını salık veren bir hat izledi. 2007 yılına yeni Irak stratejisiyle giren ABD’de bir yandan Irak savaşıyla ilgili eleştiriler yükseliyor, diğer yandan da geri çekilme senaryoları tartışılıyor, bölgede yükselen İran etkisiyle başa çıkmanın yolları ele alınıyordu. Açıktı ki, ABD kendi önünü göremeden Türkiye’nin bir adım atmasına izin vermeyecekti. İzin verdiğinde de Türkiye bu adımı doğrudan ABD inisiyatifinde ve ABD’nin bölge planları doğrultusunda atabilecekti. Bunun netlik kazanması için 2007 yılının son ayının beklenmesi gerekti.
Seçim süreci
2007 yılı, Kürt sorununun temellerinden koparılarak uluslararası pazarlıkların bir parçası haline getirilmesine sahne oldu. Kuşkusuz bunda Kürt hareketinin temsilcilerinin de yadsınamaz katkısı vardı. Bir yandan Leyla Zana’nın Talabani, Barzani ve Öcalan’ı “Kürtler’in 3 lideri” olarak saydığı Newroz mitingi gerçekleşiyor diğer yandan da gazetelerde ABD’nin Irak Kürdistanı-Türkiye eksenini kurmaya çalıştığı yazılıyordu. Bağımsız adaylarla girme kararı aldığı 22 Temmuz seçimlerinden DTP, Güneydoğu ve Doğu illerinde AKP’nin oylarını artırması sonucu düşündüğünün altında bir milletvekili sayısıyla çıktı. Seçimin ardından MHP lideri Bahçeli’yle el sıkışma, Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesine yardımcı olma gibi tavırlar DTP’nin üzerinde sonraki günlerde hızla yoğunlaşacak baskılara engel olamayacaktı. Seçim süreci aynı zamanda AKP, CHP, MHP ve Genelkurmay’ın bu konu üzerinden birbirlerini sıkıştırmalarına da sahne oldu. Haziran ayında TSK’nın operasyonlarında ve PKK’yle girilen çatışmalarda da bir artış oldu. Bunun sonucunda ölen askerlerin cenazeleri AKP’ye karşı protestoların yapıldığı eylemlere dönüştü. Bu süreçte Türkiye sık sık Irak’taki ABD silahlarının PKK’nin eline geçtiğini dile getirdi. Bir yandan da Genelkurmay yine bir gece yarısı bildirisiyle halkı “kitlesel karşı koyma refleksini göstermeye” çağırıyordu. Buna ABD’nin tepkisi gelmekte gecikmedi. Önce Hudson Enstitüsünde yapılan toplantının sızdırılması sonrasında ABD’li yetkililerden AKP’ye açık destek anlamına gelen açıklamalarla birlikte herkes tekrar kendi sınırlarına çekildi.
5 Kasım’a doğru
Seçim sonrasında da Türkiye, ABD ve Irak arasında birbirini yoklayan açıklamalar, diplomatik temaslar devam etti. Ekim ayına gelindiğinde TSK’nın Güneydoğu’ya, sınır bölgelerine büyük bir yığınak yaptığı haberleri gelmeye başlamıştı. Diğer yandan Kasım ayında gerçekleşecek görüşmeler kamuoyunda tartışılıyordu. Kasım ayı başında önce İstanbul’da Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısı yapılacak ve bu sırada ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Iraklı ve Türk yetkilerle biraraya gelecek, sonrasındaysa Başbakan Erdoğan ABD’ye giderek George Bush’la görüşecekti. Bu görüşmeler öncesi askeri hareketliliğin bu derece artması dikkat çekiyordu. Sonunda endişeyle beklenen oldu ve Gabar Dağı’nda çıkan çatışmada 13 asker öldü. Bunun sonucunda kamuoyunun tepkisi hızla yükseldi ve Meclis’te de 17 Ekim’de Kuzey Irak’a asker gönderilmesine olanak veren tezkere kabul edildi. Bunun ardından 21 Ekim’de gerçekleşen Dağlıca baskını artık Türkiye’yi tam anlamıyla ABD’nin kucağına oturmaya hazır hale getirmişti. Baskın sırasında kaçırılan 8 askerin Bush-Erdoğan görüşmesinin hemen öncesinde DTP milletvekillerinin, ABD ve Kuzey Iraklı yetkililerin aracılığıyla serbest bırakılması dönen pazarlıklara bir kez daha işaret ediyordu. PKK’den yapılan açıklamalardaysa açıkça ABD’nin çözüm için inisiyatif alması isteniyordu.
Operasyon öncesi son hazırlıklar
Bush-Erdoğan görüşmesinin ardından en çok vurgulanan konu istihbarat paylaşımı oldu. ABD ve Türkiye arasında bir askeri mekanizma oluşturulacak ve ABD Türkiye’ye anlık istihbarat verecekti. Görüşme sonrası yapılan basın toplantısında Bush’un PKK’den “ortak düşman” olarak bahsetmesi de dikkat çekmişti.
Bush-Erdoğan görüşmesinin hemen ardından kongresini yapan DTP’deyse Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, hatalarından dolayı özür dileyerek yönetimden çekildiler. Genel Başkanlığa sancılı bir sürecin ardından Nurettin Demirtaş getirildiği kongrenin ardından “demokratik özerklik” talebi daha sık dile getirilmeye başladı. Kongrenin ardından DTP’ye dönük baskılar bir kez daha yükselirken, 16 Kasım’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı DTP’ye kapatma davası açtı. Bu süreçte ABD’nin Irak’taki komutanı çuvalcı Petraeus gibi komutanlar da Ankara’ya gelerek Genelkurmay’da görüşmeler yapıyorlardı. Bu sırada sürece Avrupa Birliği de dahil oluyor ve DTP’ye PKK’yle arasına mesafe koyması için çağrı yapanlar arasında yerini alıyordu. Kasım ayının sonlarına doğruysa artık bu sürecin nereye doğru gittiğini ve dümenin başında kimin olduğunu gösteren bir gelişme yaşanıyor ve ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, ABD Kongre üyeleriyle AKP ve CHP’li milletvekili ve siyasetçilerler, KADEP ve HAK-PAR Genel Başkanlarını buluşturuyordu. Bu buluşmanın ardından DTP’den sürecin dışında bırakılmaya dönük bir tepkinin dışında anlamlı bir tepki gelmezken, Başbakan Erdoğan’ın “75 Kürt milletvekilim var” çıkışıyla alevlenen temsilcilik mücadelesi kızışıyordu.
Operasyon her cephede başlıyor
ABD Büyükelçiliğinde bu toplantının yapıldığı gün, Başbakanlık da Genelkurmay’ı Kuzey Irak’a operasyon konusunda yetkilendirdi. Bunun ardından Genelkurmay, 1 Aralık’ta Kuzey Irak’ta bir operasyon yaptığını açıklarken, bu bölgesel Kürt yönetimi ve ABD tarafından doğrulanmıyordu. 16 Aralık’taysa Kuzey Irak’a dönük kapsamlı bir hava harekatı düzenlendiği duyuruldu. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, ABD’nin hava sahasını açmasını ısrarla vurgulayıp operasyonda ABD’yle tam bir işbirliği içerisinde olduklarına dikkat çekiyordu. Aylar süren sarsıntılı bir sürecin ardından ABD ve Türkiye “dostluğu” tekrar tesis ediliyordu. Özellikle büyük medya bu operasyonun ardından hızla ABD imajını düzeltemeye soyundu. Genelkurmay bu tarihten sonra aralıklarla çeşitli operasyonlar düzenlediğini duyurdu. Fakat bu operasyonların öncesinde gerçekleşen bir başka gelişme ortadakinin daha bütünlüklü bir proje olduğunu ortaya koyuyordu. 16 Aralık’tan bir hafta önce Başbakan Erdoğan, “eve dönüş”ten bahsediyor ve “dağdan inişi sağlayabiliriz” diye konuşuyordu. Nitekim TSK’nın operasyonları sürerken DTP bir yandan AKP’ye eleştiriler yöneltirken diğer yandan da bazı adımlar atılabilmesi için öncesinde bu tip operasyonlar yapılmasının gerekli olduğunu kabul ettiklerini söylüyordu. Operasyonların ABD inisiyatifiyle yapıldığına işaret eden PKK'yse ABD'ye yönelik eleştiri ve gerekirse ABD'nin de hedef alınabileceği söylemleriyle birlikte "çözüm planlarına da açık olduğunu" bildiriyordu. Bu sırada yaklaşık bir aydır yurtdışında olan ve aldığı askerliğe elverişli olmadığına ilişkin raporda usulsüzlük olduğu iddia edilen DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş, Kuzey Irak’a dönük ilk operasyondan bir gün sonra Türkiye’ye dönüyor ve gözaltına alınmasının ardından tutuklanarak cezaevine konuyordu.
ABD’nin ekseni çatılırken
Kurban Bayramı’nda yaşananlarsa sürecin diğer bir boyutuna dikkatleri çekti. Fethullah Gülen’in Kimse Yok Mu adlı derneği yanına patronları da alarak Güneydoğu ve Doğu illerine tam bir çıkartma yaptı. Doğrudan hükümetle eşgüdümlü çalışan derneğin etkinlikleri bölge için öngörülen gericileştirerek teslim alma operasyonunun bir parçası olarak anlam kazanıyordu. Bunun aynı zamanda Mesud Barzani’nin bölgedeki etkisinin artması anlamına geleceğine de dikkat çekiliyordu. AKP-Barzani hattında kurulmaya çalışılan “Nakşi kardeşliği” artık somutlaşmaya başlamıştı.
Bu süreci daha anlamlı kılansa, ABD’nin Irak için yeni bir plan öngördüğünün ve bu planın İran ve Suriye başta olmak üzere bölge ülkeleri için anlamının netleşmeye başlaması oldu. ABD, Irak’ta bir Kürt-Sünni ekseni kurmaya çalışırken Türkiye’nin de bu eksende yerini alacağı iddia ediliyor. Doğrudan İran’a karşı konumlanacak bu eksen ABD’nin bundan sonra ayağını basacağı ana dayanağı olacak. ABD'nin bu eksene dayanarak hem Irak'taki direnişi etkisizleştirmeyi hem de İran ve Suriye gibi ülkeleri planlarına ayak uydurmaya zorlamayı hedeflediği iddia ediliyor. Bu ikna mekanizmalarının içinde savaşın da olabilecek olması Kürt sorununda "çözüm" olarak sunulan ABD planının 2008'de halklar açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmayacağının işareti olarak kabul ediliyor.
![]() | Erdoğan Allah'tan 'yeni başarılar' diledi |
![]() | Belarus, ABD'ye sert çıktı |
![]() | Bitlis Tekel işçisinin psikolojisi bozuldu |
![]() | Küba dostları yeni yıla hazır |
![]() | Küba: Ekonomik büyümenin halka etkisi |