Din kaynaklı fanatizmin son katliamı ile 2007 sahneden çekildi. Bu katliam yadırganmamalı. Günümüz emperyalizmi dini inançlarla oynayarak yayılmacılığını sürdürüyor. 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca "laik" bir düzene erişme kavgası veren Fransa'da bile yeni Başkan Sarkozy ülkesinin Katolik kültüre gereksinimi olduğunu vurgulamaktan çekinmiyor; pozitif laiklik diye bir kavramı ortaya atıyor. ABD, yüzyıllara dayanan Protestan tutuculuğunu yeniden biliyor, Radikal İslam Cezayir'den Malezya'ya uzanan bir coğrafya da hükmünü her geçen gün artırıyor. Emperyalizm dini ve etnik ayırımcılığı ustaca kullanıyor, gereğinde kanla süslüyor, parlatıyor.
Geride bıraktığımız yıl, ülkemizde de bu iki ayrımcılık tam saha baskısı ile belirginleştiği bir dönemdi. 22 Temmuz seçimlerinde ABD'ye sırtını dayayan sermaye ve AKP hem dini öğeleri hemde etnik duyarlılıkları gözümüzün içine baka baka kullandılar. Kullanmağa da devam ediyorlar. Geçen yazımda altını çizdiğim gibi cehalet ve yapay hayallerin rantını yiyorlar; önümüzdeki yıllarda da yemeğe devam edecekler. Ne yazık ki tohumlarını ektikleri ejderhanın kendilerini de yemesine kadar sorunu fark etmeyecekler. Demokrat Parti liderleri, Adalet Partisi önderleri ve nihayet cuntacı generaller gibi aymazlık içindedirler. "Demokrasi" adına hedefledikleri tutuculuk nasıl onları alt ettiyse şimdi "Türban" simgesiyle başlattıkları ılımlı ve de güya modern İslam radikalleşerek onların başını isteyecek. Benazir Butto beyaz başörtüsü, modern tesettüre uygun giysileri ile "Müslümanlar kadın öldürmezler" diye diye boynunu celladına uzatmıştır. ABD'nin kucağında büyüyen Taliban bugün artık ona kafa tutan noktaya nasıl geldi? Bu düşünülmeli. Dini inançları, etnik duyarlılığı kullanarak siyaset yapanlara Anatole France'ın "Allahlar Susamışlardı" yapıtını okumalarını ve düşünmelerini öğütlemekten başka bir şey elimden gelmiyor.
2007 yılı Türkiye için kayıp bir yıl oldu. TUİK'in şişirilmiş verilerine göre bile büyümenin toplumsal ve ekonomik bir kalkınmaya dönüşmediği ortaya çıktı. Türkiye sadece borçla yaşamına devam eden müflis bir mirasyediye benzedi. Kendine ve de vatandaşına gelir getiren tüm varlıklarını sattı. Eskiden vergi aldığı bu kuruluşların yeni sahipleri ya daha az vergi veriyor, zarar gösteriyor. Bunun incelemesi bile yapılmıyor. Yoksulluk ve açlık yaygınlaşıyor. Kent varoşları işsiz, iane bekleyen yığınlarla dolu. Özel kesimin tasarruf oranı yüzde 3'ü zor buluyor, yatırım dışardan gelen fonlara bağlı durumda. Türkiye küresel sermayenin en ballı sömürü odağı. Yazılıyor, en kaba bir hesapla Türkiye günde 166 milyon, haftada 1 milyar dolar faiz ödüyor. Borç toplamı (iç ve dış) 450 milyar dolarlara ulaşmış durumda, finanstan telekomünikasyona kadar tüm ekonomik faaliyet kolları (sektörler) yabancı sermayenin elinde. 2008'e böyle bir bilânçoyla giriyoruz. Önümüzdeki yıl, mevcut koşullarda daha değişik bir tablo sunmayacak. Küresel sermayenin Türkiye'deki megafonları pembe rüyaların resmini çizse de, iktidara ve de sermayeye eklemlenmiş kalemler "nurlu ufuklar"dan dem vursa da ülkemiz 2008 de daha fazla sömürülecek, insanımız daha da yoksullaşacak, yetişmiş, işgücü daha yüksek oranda işsiz kalacak. Bir zamanlar Dimitrof'un Nazi propanga makinesi için söylediği gibi "her yalan gerçeği kusacak", pembe masalların altındaki devler, kurtlar daha bir ortaya çıkacak. Bir köşe yazarının deyimiyle "medya leşker"leri yaptıklarını bilemez hale gelecekler. Ne Huber köşkündeki Kayseri Pastırmalı brunchlar, ne de pasifikteki uzak bir adanın kayalara vuran yengeç yürüyüşlerinin tıkırtıları kimseyi kandıramayacak. İşte, böyle bol cümbüşlü bir yıla giriyoruz.
2008'in önemli bir özelliği "Türk İnkılabı"nın 100 yaşına basacak olması. Bakmayın Cumhuriyetin 100. yılının 2023 olmasına. Eğer tarih kesintisiz bir süreçse "inkılabımız" bu yıl yüzüncü yıldönümünü idrak edecek. Bilindiği gibi 24 Temmuz 1908 de 1896 anayasası Abdülhamit'in fermanı ile yeniden yürürlüğe girmişti. Bu olay 2. Meşrutiyet dönemi olarak adlandırılır. Günümüzde ise basın bayram olarak kutlanır. Nedeni de basında sansürün kalkması diye tanımlanır. Oysa aradan yüz yıl geçmesine rağmen sansür çeşitli şekillerde ve daha da güçlendirilerek devam etmiştir. "Türk İnkılap" tarihi Tanzimatından bu yana sürüp giden bir sürecin ürünüdür. Ne yazık ki "Tanzimat"ın yüzüncü yılı Milli Eğitim Bakanlığının yayınladığı bir kolektif eser; 1876 anayasal düzeni ise Siyasal Bilgilerin bir yayını ile hatırlanmıştır. (Bildiğim kadarıyla)
Fransız Devriminden esinlenen düşünce ve buna bağlı siyasal hareket 1860'lı yıllarda "Yeni Osmanlılar" çevresinde (Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ve diğerleri) başlamış, Birinci Meşrutiyetin simgesi olan Osmanlı Meclisi Mebusanı'nın Abdülhamit tarafından tatil edilip, anayasasının rafa kaldırılmasını izleyen günlerde "Jön Türk" hareketiyle olgunlaşmıştır. İkinci Meşrutiyet bu sürecin sonucunda Rumeli'deki askeri kalkışmanın sonunda ilan edilmiştir. Olay "İnkılabı Osmani" olarak nitelenmiştir, 24 Temmuz 1908 hareketini yaratan kadro, Cumhuriyet'in kurucularını da kendi bünyesinde büyütmüştür. Mustafa Kemal, İsmet Bey, Fethi Bey, Rauf Bey, Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve niceleri, bu inkulabın yaratıcıları arasındadır. Bu nedenle çoğunluğu Harbiye'nin değişik sınıf ve tertiplerinden gelse bile mayaları aynıdır.
İşte bu nedenle 24 Temmuz 1908, "Türk Inkılabı" diye adlandırılan olayın miladıdır. Cumhuriyet ise nihai adın konduğu noktadır. 1908 Inkılabının devir aldığı Osmanlı İmparatorluğu o günlerde yaygın olan deyimle "Yarı Sömürge" halindeydi, Aradantam bir asır geçmesine rağmen Türkiye borçlarıyla ekonomisinin ve varlıklarının küresel sermaye odaklarınca istilasıyla, hatta kültürel yozlaşmasıyla bugün aynı görünümdedir. Bu durum "tam bağımlılıktan" başka şekilde nitelenemez. Yeni liberal düşünce bu konumu "karşılıklı bağımlılık" diye geçiştirse de olayın gerçek yapısını özünü değişteremez.
Kanımca, 2008'de Marksistlerin, ve ilerici aydınların temel görevi, ülkeyi yüzyıl boyunca yerinde saydıran "inkılap" konusunu. İrdelenmesi, hatalarıyla açıkça yüzleşmektir. Nerede hata yaptık? Bu sorunun yüksek sesle söylenmesi ve cevabının aranması günüdür. Bu açık yürekle yapılmazsa, sorunlarımızın çözümüne de ulaşamayız.
Sağlık sistemindeki krizin üstü nasıl örtülüyor? Cem Terzi |
Türkiye'ye vurulan kilitler İlker Belek |
2008'e adım atarken Tevfik Çavdar |
Erdoğan Allah'tan 'yeni başarılar' diledi | |
Belarus, ABD'ye sert çıktı | |
Bitlis Tekel işçisinin psikolojisi bozuldu | |
Küba dostları yeni yıla hazır | |
Küba: Ekonomik büyümenin halka etkisi |