www.soL.org.tr
AKP hükümetinden 'AKP hükümranlığı'na
31 Aralık 2007, Pazartesi

 

soL Geride bıraktığımız yıla rengini veren en önemli siyasal olay, kuşkusuz 22 Temmuz milletvekili seçimleri oldu. 2006 yılının son aylarından itibaren bir “baskın seçim” beklentisi doğmuş, ardından ülke hızla seçim eğik düzlemine girmişti. Türkiye siyasi tarihinde hemen her zaman ciddi sıkıntılara yol açan cumhurbaşkanlığı seçimi, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yedi yıllık görev süresinin 16 Mayıs 2007’de dolmasıyla bir kez daha ülkenin gündemine oturdu.

 

2007’yi bir “seçim yılı” haline getiren iki seçimden biri, Meclis sandalyelerinin üçte ikisini kazanan AKP’nin ikinci hükümeti kurması, diğeriyse Dışişleri Bakanı ve Başbakan Vekili Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasıyla sonuçlandı. Böylece AKP, hükümetin yanı sıra yürütme erkinin başına da yerleşmiş ve Cumhurbaşkanlığı’nın devletin kurumsal yapısında tuttuğu kritik konum nedeniyle yüksek yargı, bürokrasi ve akademide o güne kadar elde edemediği mevzileri de ele geçirme olanağına kavuşmuş oldu. Nitekim, seçimlerden hemen sonra Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na Haşim Kılıç’ın, YÖK Başkanlığı’na ise Yusuf Ziya Özcan’ın getirilmesiyle, bu yönde belirleyici adımlar atılacaktı.

 

ABD’nin ve sermayenin seçimi
Sermaye hareketlerinin alabildiğine serbestleştirilmesi, yüksek faiz-düşük kur politikası ve özelleştirmeler sayesinde dünya piyasalarında akacak yer arayan sermayeyi ülkeye çekmeye dayalı "ekonomik istikrar” denizinde karanın görünmesiyle birlikte, seçimlerin Kasım’ı beklemeden yapılacağı, önceki yıl hemen her kesimin hemfikir olduğu bir kanaate dönüşmüştü. Öte yandan, 2006 sonlarında AKP’nin halk desteğinin erozyona uğradığına dair ciddi emareler de görülmeye başlandı. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi de AKP, sermaye çevreleri ve TSK arasında geriye itilen sürtüşmeleri keskinleştirerek olası bir siyasal krizi fitilleyecekti. Avrupa Birliği’ne aday üyelik sürecinin halka bir "pembe tablo” olarak sunulmasının zorlaştığı, sermaye çevreleriyle kökleşen ilişkiler nedeniyle seçmen desteğinin "Taksim'e cami yapmak" gibi sembolik ve kaba çıkışlarla konsolide edilemeyeceği de düşünüldüğünde, 2007'de bir erken seçim kaçınılmaz görülüyordu.

 

AKP, kaba İslamcı çıkışlar yerine, Cumhurbaşkanlığı seçimini bir “demokrasi ve halk iradesi” tartışmasına dönüştürerek, iki seçimi tek gündemde birleştirdi ve böylece hem seçmen desteğini güçlendirdi, hem de tabanının “serbestiyetçi” eğilimiyle sermaye çevrelerinin “piyasacı” çıkarlarını "liberalizm” potasında buluşturmayı başararak, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin desteğini güvenceledi.

 

İkinci AKP hükümeti
Önce Erdoğan’ın adaylığı tartışmasıyla başlayan seçimler süreci, laik cephenin “o olmaz, başkası olsun” ile özetlenebilecek çıkışsızlığıyla beslenerek, iktidardaki partiye adeta “mazlum” konumu kazandırdı. Ardından, AKP oylarıyla Meclis’ten geçen Cumhurbaşkanı’nın halk oyuyla seçilmesini öngören Anayasa değişikliği paketinin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edilmesiyle, erken seçimin startı verildi. Büyük sermaye çevreleri, ABD ve AB ise, tercihini “AKP hükümeti, CHP ve MHP muhalefeti” yönünde çoktan belirlemişti. Böylece kartlar kısa bir sürede açıldı ve seçim süreci, sandıklar ortaya çıkmadan birkaç hafta önce bitmiş oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanı adayımız” diyerek kürsüye çıkardığı Abdullah Gül ile birlikte yaptığı seçim mitingleri, sadece AKP’nin seçim zaferinin önceden kutlanması anlamına geldi.

 

Mecliste 340 sandalye kazanan AKP, ikinci hükümeti kuracak çoğunluğu sağladı. 2002 genel seçimlerine göre oylarını yüzde 12’den fazla arttırarak yüzde 46,6’ya ulaştıran AKP, meclise yeni giren Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve bağımsızlara rağmen, seçim öncesi son duruma göre yalnızca 12 koltuk kaybetti. AKP’nin ardından yüzde 20,9 oy oranıyla ikinci parti olan CHP, 2002’ye göre oy oranında yüzde 1,5’luk bir artış sağlasa da, mecliste 37 koltuk kaybederek 111 koltukla yetinmek zorunda kaldı. Oylarını yüzde 6 arttırarak yüzde 14,3’e çıkaran MHP’nin 71, bağımsız adaylarla seçilen DTP’nin ise grup kurmaya ancak yeten sayıda, 21 milletvekili oldu.

 

Çankaya’da ABD’nin Gül’ü
Yeni Meclis’in 28 Ağustos’ta Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçmesiyle “AKP hükümranlığı” dönemi de açıldı. Oylamaların üçüncü turunda 276 yeter oyun çok üstünde bir oy alarak, 339 oyla cumhurbaşkanı seçilen Gül, ikinci AKP hükümetini onayladıktan sonra, AKP’nin "üçlü kararname” şartı nedeniyle Sezer’in vetosuna takılarak daha önce asaleten atama yapamadığı bürokrasinin kimi önemli mevkilerine yolu açacak, devletin küçülmesine kolayından “eyvallah” etmeyen yüksek yargıda çözülüşü hızlandıracak, YÖK üzerindeki yetkileriyle akademide “statükoyu” bozacaktı.

 

Çözülüş yüksek yargıda
Seçim öncesindeki “Cumhuriyet Mitingleri” sırasında, hakkında suikast planları yapıldığı iddiaları gündeme gelen Tülay Tuğcu’nun yaş haddinden emekliye ayrılmasıyla boşalan Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na 22 Ekim’de Haşim Kılıç’ın seçilmesi, yüksek yargıda yeni bir dönemin başlangıcını işaret ederken, devletin çözülüş sürecini bir adım öteye taşıdı. Fazilet ve Saadet partilerinin kapatılmasına verdiği “ret”, STP ve DEP’nin kapatılmasına verdiği “evet” oylarıyla hatırlanan Kılıç AKP’ye yakınlığıyla bilinirken, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Anayasa Mahkemesi’nin AKP’ye ilişkin 367 şartı kararına muhalefet etmişti.

 

Öte yandan, Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda, hakim ve savcıların merkezi sınavın yanı sıra bakanlık bürokratlarının yapacağı “mülakat” sonucu belirlenmesi yönünde yapılan değişiklik, AKP'nin yargı mekanizmasını baştan sona belirleme niyetini ortaya koydu. Yeni düzenlemeyle yargının tarikatların denetimine geçmesi de hızlanacak.

 

YÖK’e İslamcı-piyasacı başkan
AKP'nin iktidar olduğundan bu yana en kavgalı göründüğü kurumların başında gelen YÖK'ün başkanlığına 10 Aralık’ta Yusuf Ziya Özcan'ın getirilmesi, “AKP hükümranlığı”nın akademi ayağının pekiştirilmesi anlamına geldi. Özcan'ın bugüne kadarki duruşu, AKP hükümetinin ve sermayenin üniversitelerden talepleri ve ihtiyaçlarıyla büyük bir uyum gösteriyor. Özcan'ın akademide ve akademi dışındaki görev ve çalışmaları AKP'nin yeni YÖK başkanıyla uyum içersinde çalışacağına ve üniversitelerde etkisini artıracağına yönelik yeterince ipucu veriyor.

 

AKP'nin 2002'den bu yana YÖK'le üniversitelerin ticarileşmesi ve sermayeye eklemlenmesi başlığında uyum içersinde çalıştığı biliniyor. Gerek AKP'nin gerekse de YÖK'ün hazırladığı üniversite raporları, üniversitelere biçilen misyonlar, kaynak sorununun çözülmesi, özel öğretime bakış çerçevesinde büyük benzerlikler taşıyor. AKP'yle YÖK'ün yıllardır süren kavgası ise temelde türban üzerinden süren laiklik kavgasında cisimleşiyordu. Bu kavga her ne kadar yukarda bahsedilen piyasacı ortaklığı gölgeleyerek, YÖK'ün üniversitelerin üzerinde bugünkü gerici kuşatmada tarihsel sorumluluğunu gözden kaçırsa da, türban üzerinden yürüyen çatışma AKP'nin üniversiteler üzerindeki kadrolaşması, cemaatlerin-tarikatların etkinliğini artırması, yani kuşatmanın yoğunlaşması bakımından da bir gerçeği yansıtıyordu. YÖK'ün yeni başkanı Özcan'ın açıklamaları, akademik çalışmaları, daha önceki görevleri, AKP'nin bu başlıkta, Teziç döneminde ortaya çıkan engelleri aşmak bağlamında önemli bir eşiği atladığını gösteriyor. Gül'ün yılın son günlerinde atadığı rektörler de, Özcan'la uyum içinde çalışacak bir "üniversite dünyası" yaratıldığını ortaya koyuyor.

yazici   mail