www.soL.org.tr
Üçüncü bir Ortadoğu mu yaratılıyor?
23 Nisan 2008, Çarşamba

Afrika yıllarca Avrupa devletleri tarafından sömürüldükten sonra, İkinci Savaş ertesinde kısa bir süreliğine unutulmuştu. Fakat 1980’lere gelindiğinde Avrupa adeta buraya dair bir sorumluluk taşıyormuşçasına bir dizi faaliyete başladı.

Son beş yılda Afrika üzerinde yaşanan hızlı gelişmeler, yaşlı kıtanın tekrar büyük güçlerin, özellikle de küresel egemenlik heveslisi Avrupa ülkelerinin politik ajandasına girdiğini göstermektedir. 90’ların sonunda Batı Afrika’da zengin petrol kaynaklarının bulunmuş olması bunun en büyük nedenidir. Halen petrol ithalatının yüzde 16’sını Afrika’dan temin etmesi nedeniyle ABD, bu kaynakların önemini kavrayan ilk aktör olmuştur. 2015’te bu oranı yüzde 25’e çıkaracağı tahmin edilmektedir. Ancak Afrika petrolleri, enerji fakiri olan Avrupa ülkeleri açısından da büyük önem taşımaktadır. Özellikle Irak savaşıyla Avrupa ülkelerinin Afrika petrolüne olan ihtiyacı daha da artmıştır. Bu yüzden İngiltere, Almanya ve Fransa son yıllarda Afrika’daki siyasi ve askeri girişimlerini yoğunlaştırmışlardır.

Öte yandan İngiltere, Almanya ve Fransa AB’yi küresel çapta siyasi ve askeri bir güç olmaya hazırlamaya çalışıyorlar. Bu bağlamda hem Afrika kaynaklarının paylaşımında mümkün olduğunca fazla pay almak, hem de Afrika’yı bu strateji için bir deneme alanı olarak kullanmak istemekteler. Yugoslavya ve Kosova krizlerinde etkili bir müdahale gücü ve iradesi gösteremeyen Avrupa, potansiyel müdahale gücünü ve organizasyon yeteneğini, Afrika’da yapacağı girişimlerle geliştirmeyi amaçlamaktadır. Afrika’nın bu amaç bakımından çok elverişli olduğu düşünülmektedir. Öncelikle üç ülkenin de Afrika’yla sömürgecilik dönemlerinden kalan özel ilişkileri bulunmaktadır. Ayrıca bu kıta, ABD’nin  Ortadoğu’yla yoğun bir şekilde ilgilendiği bir dönemde, sınırlı askeri kuvvetlerle kontrol altına alınabilecek bir arena özelliği taşımaktadır.

Bu bağlamda biraz geriye gidersek
1983 yılında Fransa'nın öncülüğünde, Mağrip ülkeleri ile olan diyaloga önem veren yeni bir Akdeniz perspektifiyle yola çıkılıp, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı olan François Mitterand'ın katkılarıyla İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz, Fas, Moritanya, Cezayir, Tunus, Libya ve daha sonra da Malta arasında Dokuzlar Grubu oluşturulduğunu görürüz.


Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni imkanlar ve oluşan yeni siyasi arena; henüz birlik yapısına kavuşamamış Avrupa Topluluğu’nu Akdeniz’in tamamını, Ortadoğu kıyılarını da, kapsayacak bir politika geliştirmeye zorladı. 1992 yılında "Yenilenmiş Akdeniz Politikası" kabul edilmiş, Mağrip (Fas, Tunus, Cezayir) politikasının yanında  Maşrek'e (Mısır, Libya) yönelik politikalar da belirlenmeye başlamıştı. 1993 yılında Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve İsrail gibi ülkeleri hedef alan öneriler sunularak ve 1994 yılında da Akdeniz İşbirliği Projesi ilan edildi.

Üstelik bu yıllardan başlayarak Batı ve Kuzey Afrika ülkelerinde zengin petrol rezervlerinin bulunmasıyla birlikte durum hızla eski halini aldı. Ekonomik değeri olan kaynakların yaklaşık yüzde 80’i, çokuluslu şirketler tarafından sömürülmeye devam etti. Böylece bir yarı sömürge düzeni de korundu.

90’lı yıllarda uluslararası kamuoyunun Afrika’ya yönelik ilgisi, etnik katliamlara karşı BM bünyesinde gerçekleştirilen cılız ve başarısız bazı barış gücü girişimlerinden ibaret kaldı. Ancak bu durum, 1997-1998’de Batı Afrika sahillerinin küçük ülkelerinde önemli ölçüde petrol bulunmasıyla değişti. Bu gelişmeyle birlikte ABD başta olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya’nın, Afrika’ya olan ilgisi artmaya başladı. Bu sürecin dönüm noktasını 1998 Mart’ında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın 12 günlük Afrika ziyareti oluşturdu.

Her ne kadar Clinton, “istikrar ve gelişme içinde yeni bir Afrika” sloganıyla bölgeye gittiyse de ABD, kıtadaki 53 ülkeden 49’undaki çeşitli gruplara silah satışını sürdürmekteydi. Bu sebeple oldukça uzun ve dikkat çekici bu ziyaret, bir anlamda ABD’nin, Afrika’daki ısınma turlarıydı. Nitekim sonuçları itibariyle bu gezi, ABD’nin 11 Eylül 2001’den sonra uygulamaya koyduğu yeni küresel stratejinin ipuçlarını da barındırmaktaydı. Takip eden süreçte, Afrika’nın bazı ülkelerinin, meşhur “önleyici vuruş”un kapsama alanına girdiğini dünya kamuoyuna duyurdu. Böylece bölgeye yönelik bir dizi, askeri ve ekonomik yeniden yapılandırma çalışmalarını ön gördüğünü ilan etmiş oldu.

Enerji Politikası ve Afrika
Kuzey Afrika'da; Mısır'da Batı Çölü'nde, Libya'da Sirte Basili'nde, Cezayir'de ve Libya'da petrol yatakları bulunuyor. 37 milyar varil bilinen petrol rezerviyle Sirte Basili dünyanın en büyük 20 petrol yatağından biri. Doğalgaz ile birlikte 44 milyar varillik bir rezerve sahip.

Afrika kıtası günde dört milyon varil petrol ile İran, Venezuela ve Meksika’nın toplamda ürettiğine eş değer miktarda petrol üretmektedir. Son on yılda diğer kıtaların petrol üretimi yüzde 16 artarken, Afrika’nın petrol üretimi yüzde 36 oranında artış göstermiştir. Örneğin, sadece üç yıl önce sahip olduğu petrolü ihraç etmeye başlayan Sudan, bugün günde 186 bin varil petrol çıkarmakta, Nijerya brüt petrol ihraç eden ilk Afrika ülkesi, 3,1 milyon olan günlük varil üretimini 2020 yılında 4.42 milyon varile yükseltmesi bekleniyor. Diğer yandan Angola’nın aynı süreç içinde üretimini 3.28 milyon varile çıkaracağı tahmin ediliyor.

Dünyada en çok petrol arama iznine sahip olan Ekvator Ginesi’nin 2020 yılına kadar günde 740 bin varil ile Afrika’nın üçüncü büyük brüt petrol üreticisi haline geleceği düşünülüyor.

Ülkesel olarak baktığımız zaman da Cezayir'de 9 milyar varil üretilmiş, 18 milyar varil bilinen ve 7,7 milyar varil potansiyel petrol; Libya'da 14 milyar varil üretilmiş, 39 milyar varil bilinen ve 8 milyar varil potansiyel petrol bulunduğu tahmin ediliyor.

Özetle, mevcut petrol alanları içinde Ortadoğu yüzde 67, Amerika Kıtası yüzde 9, Rusya yüzde 9, Batı Afrika yüzde 7, Kuzey Afrika yüzde 4’lük paylara sahipler. Küresel egemen olma iddiasındaki tüm güçlerin bölgeye gösterecekleri ilginin nedeni  kolayca anlaşılabiliyor.

yazici   mail