www.soL.org.tr
İletişim sorunu
Metin Çulhaoğlu 17 Mayıs 2008, Cumartesi

Bundan yaklaşık 20 yıl kadar önce, bir toplantıda görece genç bir akademisyen söz alıp belirli bir konu üzerindeki görüşlerini biraz uzunca anlatmıştı. Ancak ne dediği tam anlaşılmamış, aynı toplantıda bulunan görmüş geçirmiş bir profesör de müdahale etme gereğini duymuştu: "Yani sen şimdi şunu mu demek istiyorsun?" Genç akademisyenin yanıtı "Evet, tam da onu diyorum" şeklindeydi. Profesör, sonunda biraz da eleştirel bir tonlamayla noktayı koymuştu: "O zaman böyle desene..."

* * *

Türkiye'de kuşaklar arası iletişim sorunu vardır ve ciddi boyutlardadır. Üstelik bu sorun, net konuşan, ne dediği anlaşılan insanların "yüzeysel", bilmece gibi konuşanların ise "derin" sayıldıkları bir noktaya doğru gitmektedir.

* * * 

Türkiye solunun kendine özgü bir "demografisi" olduğunu söylemek mümkün. Bu demografiyi ayrıksı kılan başlıca etmen, hiç kuşkusuz 12 Mart (1971), 12 Eylül (1980) ve dünya sosyalist sisteminin çöküşü (1991) gibi olguların yaklaşık onar yıllık aralarda peş peşe yaşanmış olmasıdır. Hepsi, getirdikleri ideolojik-siyasal-kültürel-örgütsel tahribatla birlikte, birbirinden kimi yönleriyle farklılaşan kuşaklar ortaya çıkarmıştır. Türkiye solunda neredeyse Uzakdoğu dövüş sanatlarında olduğu kadar "kuşak" tanımı yapılabilmesinin altında yatan da budur.

"Kuşaklar arası iletişim sorunu" ise, aradaki kopukluğun kendini ortaya koyduğu çeşitli biçimlerden biridir.  

* * *

Siyasal süreçlerin kesintisizliği, başka bir deyişle sürekliliği bozan sarsıcı "dış" olguların yokluğu, yaşları ve deneyimleri ne kadar farklılaşırsa farklılaşsın sol siyaset içinde olanları belirli bir zeminde buluşturur. Ortaya, daha "kompakt" bir topluluk çıkartır. Kuşkusuz birtakım farklılıklar gene olabilir; ama en azından zemin, çerçeve ve söylem açısından ortak bir noktada buluşulur. Örneğin, 1900'lerin Rusya'sında Lenin gibi henüz 30'lu yaşlarının başında olan insanlar "yaşlı" (stariki) sayılıyordu. Ancak bu ayrım, Marksizm'in ortak bir zeminden hareketle algılanış ve yorumlanış tarzıyla ilgiliydi; yoksa stariki ile daha genç olanlar arasında zemin ayrışması ve ciddi denebilecek bir iletişim sorunu bulunmuyordu.

Bütün öbekleriyle birlikte alındığında Türkiye solu bu anlamda birtakım sorunlarla karşı karşıyadır. Örneğin, daha eski kuşaklar, bir dönemin "tavır koyan", "eleştiri getiren", olmadı "mahkûm eden" ortamlarından gelmektedir. "İlkellik" deyip işin içinden çıkılmasın; bunların hepsinde, en azından bir belirginlik ve kesinlik vardır. Bugün ise, "tavır koyuculuk", "eleştiri getiricilik" ve "mahkûm edicilik" yerini başka bir biçeme bırakmıştır. Bu biçemde söze "bana öyle geliyor ki..." diye başlanmakta, konuşmalar "...diye düşünüyorum" sözüyle bitirilmektedir. Ayrıca, her konuşmanın, bir sonraki konuşmacının kafasında "çok sayıda soru işareti yaratması" artık neredeyse bir kural haline gelmiştir.  

Kuşkusuz, yeni söylem salt en genç kuşaklara özgü değildir, eskilere de bir ölçüde sirayet etmiştir. Ne var ki, sürecin kesikliliğine karşın daha eski kuşaklar gene de "süzgeç" olarak başvurabilecekleri bir deney birikimine sahiptir. Başkalarına aktarılamamış olsa bile, bu deney birikimi "sesli düşünme" payını azaltarak görece net formülasyonlara imkân tanımaktadır.

Genç kuşaklarla ilgili asıl sorun ise, sözü edilen kesintiler ve süreksizlikler nedeniyle, kadroların ötesinde genel anlamda toplumun kendisinin de birikimsizleşmesi ve geleneksizleşmesiyle ilgilidir. Gerçekten de, sürekliliği bozucu darbeler yaşanmamış olsaydı, toplumdaki mücadele deneyimi ve birikimi bugünlere daha belirleyici biçimde aktarılabilecekti. Böyle olsaydı, solun en genç kuşakları da, "sesli düşünmeye" aşırı bağlanmak yerine büyük olasılıkla tereddütsüz "tavır koyacak", "eleştiri getirecek", yeri geldiğinde de "mahkûm edecekti." 

Durum anlayışla karşılanmalıdır.  Yukarıda kısaca değinilen nedenlerden ötürü günümüze fazla şey aktaramayan bir TİP'le, 1961-71 dalgasıyla, boykotlar ve işgallerle, 15-16 Haziran'la, "görkemli" 1 Mayıslarla, Kavel'le, Sungurlar'la, Tariş'le ve üstüne üstlük çökmüş bir sosyalist sistemle özgüveni yerleştirmek, net olmak ve böyle yol almak o kadar kolay değildir.

* * *

Demografiyle devam edersek, bugün Türkiye'de sol topluluk "kuşak çeşitliliği" bakımından tarihinin en zengin dönemini yaşamaktadır. Bir uçta, artık "en eskiler" denebilecek 1940 öncesi doğumlular yer almaktadır. Diğer uçta ise 1980-85 doğumlular. Arada, 47'liler, 57'liler, 12 Eylül sonrası ve "çöküş sonrası" kuşaklar sıralanmaktadır. Ayrıştırma yapay veya keyfi değildir; Türkiye'de iş böyle "tecelli etmiştir."

Ancak, bunun böyle devam etmesi mümkün değildir. Demografik-politik örüntü, biyolojik etmenin rendelemeleriyle yeniden şekillenecektir. En eskiler ve görece eskiler sahneden çekildikçe, tablo biraz daha yalınlaşacaktır. Bu yalınlaşma sonucunda, soldaki demografik örüntü "1991 öncesi kuşak" ve "yeniler" olarak daha makul bir zemine oturacaktır. Böyle bir bileşimin bugünkü akort uyuşmazlıklarına, zemin ayrışmalarına ve iletişim sorunlarına son vermesi çok daha kolay olacaktır.

Daha da önemlisi, kalacak kuşakların hep birlikte yaşayacakları siyasal mücadele deneyimleri ve pratikleridir. Asıl şekillendirici, düzleyici veya hizaya getirici etmen bu olacaktır.

Önümüzdeki 10-15 yılın siyasal mücadele pratiği ve bu pratiğin getirdiği deneyim ne kadar zengin olursa, Türkiye'ye sosyalizmi getirecek kuşak da kendini o kadar konsolide edecek, iletişimle ilgili olanı dahil birçok kopukluğu aşmış olacaktır.

Böylece, örneğin düşünsel derinlik gibi özellikler söz konusu olduğunda, müphemlik, kafalarda çok soru işareti belirmesi, meramını anlatamama, başladıktan sonra bir türlü bitmeyen tümceler, bir işin nasıl yapılacağının değil de yapılmayacağının kırk yolunu anlatma ve konuşma içi daldan dala atlama türü durumlar olumlu birer referans olmaktan çıkacaktır.

Kısacası, sesli düşünme, yerini düşünülmüş sese bırakacaktır.    

yazici   mail
İletişim sorunu
Metin Çulhaoğlu