Neden?
Neden her acının kullanılması gündemde ve hangi acılar kullanılıyor? Hangi amaç için kullanılıyor?
Hrant Dinklerin, Türkiye’nin bulunduğu dönemeçte nasıl bir hedef için öldürüldüğü artık ilkokul çocuklarının bile malumu: Türkiye’nin çözülmesi gerekiyor ve çözülüş hızlandırılıyor. Ama, bu çözülüşün ne doğrudan ne de yan etkilerini denetleyebiliyorlar.
O nedenle, eleştirilerimiz ne olursa olsun, her zaman solumuzun bir parçası olarak bakacağımız Dink’in cenazesinde çare için Batı’ya yakaranları, emperyal merkezlerden “demokrasi ve insan hakları” dilenenleri hoş görmemek durumundayız.
İnsanın aklına çok uzun yıllar önceki çaresizliğiyle sosyalist bir parti lideri geliyor: Behice Boran, 1978 yılında katledilen TİP üyeleri için düzenlenen kitlesel cenaze töreninde, aynı şeyleri tekrarlamış ve provokasyona gelmeyeceklerini söylemişti. Türk solunun tipik çaresizliğini simgeliyordu bu serzenişler. Dirençli ve saygın politikacı Boran en fazla bunu söyleyebiliyordu. Tabii, Türkiye’nin kan içen “sahipleri” de, istedikleri oyunu tertip edebileceklerini, sayısı çok fazla bu tür çaresiz açıklamalardan çıkarabildiler. İstediklerini yaptılar.
Şimdi durum çok farklıdır.
Türkiye’nin küçültülmesi, belkemiğinin kırılması ve dünya sistemi yeniden formatlanırken bir sorun kaynağı olmaktan çıkarılması gerekiyor. Çünkü Türkiye, mevcut boyutlarıyla ve içerdiği istikrarsızlık bombalarıyla çok ciddi bir sorun.
Aslında benzer şeyleri, Kosova’daki kanlı tiyatroya bakarak da düşünebiliriz. Kosova’nın bağımsızlık kararı arifesindeki Sırbistan seçimlerinde Batı için korkulacak bir sonuç çıkmadı. Daha doğrusu, “Sırp Radikal Partisi’nin (SRS) sandıktan birinci parti olarak çıkması kimseyi endişelendirmedi. Halkların, bu arada Sırp halkının uzun yıllar sürecek bir şaşkınlığın içine fırlatılmış olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu. Almanya’nın “kötü polisleri andıran” bir karanlığın taşıyıcısı Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, “arka bahçenin başsorumlularından biri” olarak, geçen pazar yapılan seçimlerin hemen ardından memnuniyetini bizzat ilan etti.
Sırbistan iyice paralize oldu. Kutuplara ayrıldı ve sonuçta zafer NATO’cu-Avrupacı partilerin oldu. Sırp Radikal Partisi gerçi yüzde 28.3 oy oranıyla en büyük siyasal güç olduğunu kabul ettirdi ama hükümet falan kuramayacağı ve toplumsal çözülüşün önüne geçemeyeceği de ortaya çıktı. “Sırbistan’dan artık ne köy ne de kasaba olur” diyenler haklıdır. Umut ve devrim kelebeğini bir süre daha o topraklarda aramamakta yarar var.
Başka bir yanından bakabiliriz.
Hep umut saçan ve ilgili Türk okurunun önce “soL” üzerinden tanıdığı Jürgen Elsässer, birkaç gün önce son kitabını piyasaya verdi: Küresel savaş ve ulus devletlerin parçalanma sürecini işlediği yeni kitabı “Angriff der Heuschrecken” (Çekirgelerin Saldırısı) çerçevesinde yine tartışmaya açık birçok yeni tez ortaya atan bu atak ve çalışkan Alman yazar, Balkanlar’ı gerçekten iyi tanıyor. Bunu biliyoruz. Önümüzdeki haftalarda yeni kitabındaki tezleri de soL’da tartışmaya çalışırız. İşte bu Elsässer, Sırbistan’daki seçimin hemen sonrasında, Kosova’nın bağımsızlık arayışı ve ilanıyla ilgili son değerlendirmelerinde bazı noktaları öne çıkardı. 2006 eylülünde “United States Institute of Peace” uzmanlarından Daniel Serwer’in ABD Temsilciler Meclisi Avrupa Komisyonu önünde yaptığı bir konuşmaya dikkat çekti. Daniel Serwer, “şeytani bir plan” geliştirmişti ve Sırbistan’ın yönetimine Radikaller’in (SRS) gelmesi durumunda Kosova sorununun çok daha kolay çözüleceğini savunuyordu. SRS iktidar olursa, uluslararası toplumda hiçbir kesim, Kosovalı Arnavutların Sırplarla ortak bir devlet içinde yaşamasını bekleyemez duruma gelecekti. Kosova Sırbistan’dan kopacak ve bu idari bölgenin kopmasıyla ilgili fatura SRS’in eline bırakılmış olacaktı. Serwer, bunun, “Sırp demokrasisi” için çok daha iyi olacağına işaret ediyordu. Çünkü NATO’cu demokratların iktidarında Kosova’nın ayrılması durumunda, aynı hesap, onlara kalacaktı.
Jürgen Elsässer, Amerikan yönetiminde bu anlamda, demokratlar veya radikaller arasında bir büyük fark olmadığını yazdı. Washington’da, Ortadoğu’dakinin tersine, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında Sırbistan-Kosova’yla ilgili olarak birbiriyle çelişen görüşler geliştirilmiş değil.
Böyle bir uyanıklığın Avrupa’daki yeşil ve sosyal demokrat gericiliğin oyun dağarcığına yakıştığını söyleyebiliriz. Kürt sorununun Türkiye’yi de çözerek “çözülmesi” gibi bir çizgide, Türk milliyetçiliği veya şeriatçılığını temsil eden güçlerin iktidarı üstlenmesinin çok daha anlamlı olacağını düşünenler etkilidir.
Türkiye’de insanların artık “birlikte yaşayamama kültürünü” derinleştirmesi gerekiyor. Hrant, bu kirli ve kanlı oyundaki kurbanlardan biri oldu. Sonuncusu değildir kuşkusuz.
İnsanın aklına şu sıralarda çok desteklenen Tayyip türü şeriat düşüklerinin iktidarına bakış geliyor. Kürt sorunu, Kıbrıs, devletin çözülmesi vs. acaba ileride bu kadrolara faturalanabilir mi? Küçültülmüş Türkiye’ye günah keçisi lazım olmayacak mı?
Ancak, Almanya Avrupası’nın özellikle Balkanlar ve Güney Avrupa’daki ülkelerde izlediği neredeyse “her etnik ve dini azınlığa bir devlet veya özerk bölge” politikasının ortalığı karıştırdığı da gözden kaçmıyor. Hadi Türkiye neyse, fazlasıyla büyük ve parçalanması gerek ABD gerekse AB’nin gözünde zaten elzem, ama Yunanistan başta olmak üzere birçok AB üyesinin içindeki azınlıklar politikası, çok rahatsız edici boyutlara ulaşmış durumda.
Kosova, önümüzdeki dönemde, Sırbistan’ın sadece idari bir bölgesi olmasına rağmen eğer bağımsızlık filan eder, bu da “uluslararası toplumun” onayından geçerse, Orta ve Güneydoğu Avrupa biraz daha karışır.
Kosova, bırakın Türkiye’yi, AB üyesi Bulgaristan’ı, Romanya’yı, Yunanistan’ı ve en önemlisi Rusya’yı, hatta Gürcistan’ı bile fena sarsacaktır. Diğerlerinin de eli kulağında...
Demek emperyalizmin elinde dört dörtlük bir çözme planı yok. Demek emperyalizm dediğimiz çok ülkeli şirketler iktidarı, dünyanın yeniden formatlanmasında ne gibi tepkiler alabileceğini iyi hesaplayabilmiş değil.
Kapitalizmin, kendi kendisinin mezarını kazdığını, ama işçi sınıfının siyasal iktidarı almaması durumunda bu mezar sahnesinin yüzyıllarca sürebileceğini Marx’tan beri iyi biliyoruz. Türkiye, böyle bir iklimde, bir ayağıyla mezarın içinde, bir ayağıyla dışındadır.
Kosova bile çözülürken ortalığı altüst ediyor, Türkiye’nin çözülmesi nasıl sessiz sedasız geçiştirilebilir?
Çözülmenin hızını kimse kontrol edemiyor.
Ama buna rağmen çözüyorlar. Çözmek zorundalar.
Serbest piyasa ekonomisi, kendi kendisini parçalayan bir hırsın diğer adıdır.
Frenlerin patladığı bir zamana girdiğimizi biz biliyoruz.
“Onlar”, bilmiyorlar.
Tarafınızı seçin bakayım! Kemal Okuyan |
Frenlerin patladığı zaman Yurdakul Er |
![]() | Akyıl işçisi kararlı |
![]() | Sadr geri adım attı |
![]() | Erdoğan büyükelçilerle toplandı |
![]() | Halkbank ihalesi imza bekliyor |
![]() | Bolivya’da toprak kavgası |
![]() | Kürt parlamentosundan çağrı |