www.soL.org.tr
Tarafınızı seçin bakayım!
Kemal Okuyan 26 Ocak 2007, Cuma

Türkiye'deki temel çelişkinin özgürlük, demokrasi ve hoşgörü yanlılarıyla ırkçı, faşist, devletçi zihniyetin temsilcileri arasında olduğuna inanmamız isteniyor. Avrupa Birliği, Kıbrıs, Kürt sorunu, temel hak ve özgürlükler... Bu önemli başlıkların hepsinde saflaşma aşağı yukarı aynı koordinatlarda gerçekleşiyor. Ayrıntılar bir yana, toplumsal algıya bir kutuplaşma duygusunun yerleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu kutuplaşmada sağ ve solun herhangi bir hükmü yoktur, bir tarafın solun değerlerini taşıma iddiası ne kadar azalıyorsa, öteki tarafı geçmişte sınıf mücadelelerine içkin bir pozisyon tarif eden "sağ"la tanımlamak da bir o kadar güçleşmekte.

Gündemde herkes için bir "tercih yap" baskısı vardır!

Dileyen bizim tercih ettiğimiz gibi, tarafları liberaller ve milliyetçiler olarak kodlayabilir ama bu kavramlara güncel kimi yükler bindirmeyi asla ihmal etmeden... Güncel derken 2000'leri değil, doğrudan 2007 başlarını kastediyorum.

Türkiye toplumuna dönük müdahalelerde kutup başları olarak kullanılmak istenen liberalizm ve milliyetçilik ikilisi 2007 başlarında yeniden yapılandırılmakta, olabildiğince amaca uygun bir forma sokulmaktadır. Örneğin liberalizm toplumsal damarlarını tıkayan düz "piyasacılık"tan kurtulma yoluna girerken, milliyetçilik kendisini kişiliksizleştiren statükocu konumlanıştan daha fazlasını temsil etmeye, daha agresif bir doğrultuya yönelmiş durumda.

Hrant Dink'in öldürülmesinin taraflardan birini ya da ötekini güçlendirmesi söz konusu olmamış, taraflaşmanın kendisi güçlenmiş, bunun altı çizilmiştir.

Tersi mümkün değildir, çünkü bu taraflaşma gerçek sorunlar etrafında gerçek olmayan bir taraflaşmadır!

Liberalizmle milliyetçiliğin birbirleriyle mücadele etmediğini, birbirlerini beslediklerini ve bunun etki-tepki mekanizmalarıyla açıklanamayacağını birçok kez vurgulamıştık, şimdi daha büyük bir açıklıkla söylemek gerekiyor ki, bugün Türkiye'nin hoşnutsuz ama durgun, arayış içerisindeki ama yorgun emekçi kitlelerini dirençsiz kılmak için liberalizm ya da milliyetçilikten birisine değil, bunların oluşturduğu eksene gereksinim var.

Kim açısından mı?

Türkiye'de dönem bu çaptaki manevralar için öncelikle ABD'yi işaret etmekte ama biz AB'yi de dışarıda bırakmayalım: Türkiye'de liberal-milliyetçi gerilimi artık açık bir emperyalist projedir.

İdeolojik açıdan böyledir; Ortadoğu'da bu denli hassas ve kanlı bir gerilimin kendisini "emperyalizm" olgusunun bu kadar dışında tarif etmesi başka türlü açıklanamaz. Liberalizm de milliyetçilik de, ABD karşıtlığını kontrol etme hatta asgari sınırlara çekme konusunda büyük bir beceri kazanmıştır. Liberalizmin orta sınıflarda yaptığı yığınak hesaba katıldığında ABD'nin en zorlu virajlarda bile bu cenahta kendisine geniş bir alan açmasına şaşırmamak gerekiyor. Milliyetçilik ise ABD karşısında yalnızca bir "kızgınlık"tan ibarettir. Dün Marmaris'te demirleyen Amerikalı denizcilere "gelip burada eğlenip, türlü türlü ahlaksızlık yapacaklar" kızgınlığı, bugün kıyıya çıkma yasağı gelince "Marmarisli esnafı güç durumda bıraktılar" kızgınlığı...

ABD açısından bir sorun yoktur ABD emperyalizmine karşı, örneğin onun simgelerinden McDonalds'a karşı mücadele eden ilerici, yurtsever, komünist gençlere satırlarla saldıran bir gencin daha sonra aynı köfteci dükkanına hafif tesirli bir bomba sallamasında...

Emperyalistler liberal-milliyetçi gerilimini ideolojik açıdan sağlama almışlardır.

Teknik açıdan ise her şey fazlasıyla yolundadır. Liberalizm kendi içine kattığı "sol" unsurlar ne yaparsa yapsın, tekellerin sponsorluğuna mahkumdur. Dünyada bugün hiçbir liberal girişim paranın himayesinden çıkamaz, bu eşyanın doğasına aykırıdır.

Öbür tarafa gelince... Milliyetçiliğin sokak gücü de, kurumsal yapısı da, faşist tetikçi kadrolaşması da yıllar öncesinde olduğu gibi yine ABD'nin kontrolündedir. Son dönemde ABD'nin Türkiye'deki milliyetçi odakların bağımsız hareket etme eğiliminden rahatsızlık duyması abartılmamalıdır; kaygı duyulan toplumsal eğilimlerdir, Türkiye'de en derininden en uçtaki kontrgerilla uzantılarına varıncaya kadar ABD'ye rağmen hareket edebilecek herhangi bir yapılanma bulunmamaktadır.

Bize dayatılan taraflaşmanın iki uçtan da sağlama alındığını görüyor ve söylüyoruz; sol bu taraflaşmayı kabul ettiği andan itibaren "liberal" olmak zorundadır. Milliyetçilikle solun kan uyuşmazlığının ötesinde kan davası olduğunu hatırlamak yeter...

Ama "bu taraflaşmayı kabul ettiği andan itibaren"...

Bu taraflaşma kabul edilemez. Bu taraflaşma, gerçek sorunlar etrafında gerçek olmayan bir karakter kazandığı için kabul edilemez. Bu taraflaşma, bir emperyalist proje olarak Türkiye'de emekçi sınıfların direncini azalttığı için kabul edilemez. Bu taraflaşma ülkemizi parçalayıcı bir sürece girdiği için kabul edilemez.

Türkiye'de taraflaşma emperyalizm ve işbirlikçileriyle yurtseverler arasında kurulmak zorundadır.

Hrant Dink'in faşist katillerce kurşunlanıp katledilmesinin hatırlattığı gerçek budur.

Kurşunların toplumu liberal-milliyetçi gerilimine mahkum etmeyi amaçladığını fark edemeyenler öyle ya da böyle emperyalistlerle saf tutmaya başlamışlardır.

Ne iyi ki, Dink'e yönelen alçaklığın tek başına liberal ya da milliyetçi kutuplardan birisini değil, her ikisinin birlikte bastığı emperyalist zemini güçlendirme amacını taşıdığını fark edenlerin sayısı hızla artıyor.

Bu da kanlı bir haftanın tek tesellisidir.

[email protected]  

 

     



       

yazici   mail