Solun kemalizmle ilişkisi tartışılır durur. Bir dönem Türkiye solunun kemalizmden kopup kopamadığı üzerine çokça yazıldı. Kemalizmin başı sonu, sınırları belli olmadığı için bu tartışmalar bir yerde tıkandı kaldı, "kopuş"un solu ayağa kaldırmak için yeterli olmadığı da görüldü.
Türkiye solu bağımsız bir siyasi programla, kendi iktidar projesini olgunlaştıracağına, kemalizme hesaplaşma adına gericilikle flörte, emperyalizmle mücadeleyi ciddiye almamaya ve en ilginci iktidar vurgusundan iyice uzaklaşmaya başladı.
Daha önce de yazdım, Türkiye solunun bugün kemalizmle hesaplaşma diye bir gündemi olamaz, hesaplaşma Türkiye solunu sakatlamakta, dahası geçmişe saplanıp kalmasına neden olmaktadır.
Kemalizm eksenli bir ayrışma, solun aklını ciddi ölçülerde dağıtmakta, solun toplumsal kimliğinde büyük belirsizlikler yaratmaktadır.
Türkiye solunun aklını korumaya, tutarlı bir toplumsal kimliğe gereksinimi vardır.
14 Nisan günü Ankara'da gerçekleşen büyük miting bu açıdan özenle değerlendirilmelidir.
Bu miting iyi okunmalıdır.
Eğer kemalizm diye bir şeyden söz edeceksek, solun kemalizmle ilişkisinden çok kemalizmin solla ilişkisi üzerinde durulmalıdır.
Hangi kemalizm?
Tandoğan ve Anıtkabir'de toplanan yüz binlerce kişiye rağmen, 14 Nisan mitingi, bugünkü sistemin üç kritik kurumunun eseridir. TSK, yüksek yargı ve üniversiteler 1923'teki kuruluş felsefesinden geriye kalanları korumaya dönük girişimlerine belli bir toplumsal destek arayışına yönelmişlerdir.
Devlet çözülüyor diyoruz, her üç kurumda da çözülmenin açık kanıtları gözlense bile, bugün çözülüşü durdurmaya dönük umutsuz ve pusulasız çabaların merkezinde bu üç kurumda yoğunlaşan bir odağın varlığından söz etmek durumundayız. Hangi kemalizm sorusuna yanıt, bu yoğunlaşmadır...
Bu odak kontrollü, sağduyulu, kritik kurumların rollerine saygı duyan ve sınıfsal aidiyetten uzak duran bir kalabalığa gereksinim duymuştur. Türkiye büyük bir ülkedir, uzun bir süredir "toplum mühendisliği" denen uğraşta büyük başarısızlıklara uğrayan bu odağın bu kez istediğini elde etmesi çok da şaşırtıcı değildir.
İstenen nedir?
İstenen, uzun sürecek olan bir gerilim sırasında, toplumsal desteğine fazla güvenen karşı tarafa "o kadar da değil" mesajı vermek ve oluşması muhtemel yeni dengelerde "halk"ın bütünüyle tek bir yöne ağırlık koymasını engellemektir.
Yoksa 14 Nisan'ın tek başına dengeleri altüst etmesi söz konusu olamaz. Amaç Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını engellemekse, bu mitingin Tayyip'i arkadan ittireceğini, dolayısıyla ters etki yaratacağını herkes bilir.
14 Nisan mitingi yukarıda sözünü ettiğim kurumsal güçlerin kendilerine dönük kuşatmayı kırma girişimidir.
Bu girişimin gereksindiği toplumsal kuvvet, bugünkü konjonktürde "sağ"da değil, "sol"daydı. "Sol"un liberalizmle ulusalcılık arasında salınan ve ağırlıklı olarak orta sınıflara yaslanan bölmesi, istikrarın tehdit altında olduğuna ilişkin yaratılan havanın etkisiyle, gericiliğe ve işbirlikçiliğe karşı samimi tepkiler vererek Ankara sokaklarına dökülmekte tereddüt etmedi. Mitingin başarısında çok sık kullanılmayan kimi özel mekanizmaların devreye girmesinin payı elbette vardı ancak mitinge ilişkin değerlendirmelerin merkezine bu yerleştirilmemelidir.
Türkiye son on beş yılda, bir "devlet töreni" olarak planlanıp, bunun ötesine geçen birkaç büyük organizasyona tanık olmuştur. Zaten belli bir ölçeğin üzerindeki her eylemin ideolojik açıdan esneyeceğini, bunun göze alınması gerektiğini mühendisler iyi bilir. Bu nedenle bazı köşe yazarlarının "gördünüz mü, mitingde kimse darbe istemiyordu" türünden ifadeler kullanması abestir. "Ordu göreve" gibi sloganlar küçük çıkışlardır, yüz binlerce kişiye "ordu el koysun" dövizi taşıtamazsınız. Birincisi, hafıza sorunlarının da bir sınırı vardır, mitinge katılanlar arasında darbelerin işkence tezgahlarından geçmiş çok sayıda kişinin de olduğu açıktır. İkincisi, bu çaptaki bir mitingin ana fikri örtülü bir müdahale talebi olursa eğer, ok yaydan çıkar, zaten yıpranmış durumdaki kimi kurumlar büyük bir açmaz yaşarlar. Üçüncüsü, halktaki istikrar arayışı sayesinde beş yıl sonraki bir seçimlere fazla yıpranmadan giren AKP'nin karşısına "rejimin bekası için istikrarı bozarız, bundan sonrası tufan" diyerek çıkmak şimdiye kadar tutmamış ve özellikle Deniz Baykal'ı batırmıştır. 14 Nisan mitingi, birilerinin geç de olsa, "halkın huzurunu kaçırmamak" gerektiğini fark ettiğini göstermektedir. Böyle olmasaydı, cumartesi günü Tandoğan'a gelenlerin önemli bir bölümü evlerinden dışarı çıkmazdı.
Özetle 14 Nisan mitinginin ideolojik açıdan sola doğru esnemesi ve kimilerinin "memur yürüyüşü" diyerek alay ettiği formatın dışına çıkması doğal karşılanmalıdır.
Ne demiştik? Solun kemalizmle ilişkisinden çok kemalizmin solla ilişkisi önemsenmelidir... Hangi kemalizm sorusuna da güncel bir yanıt verdikten sonra, solun ne yapması gerektiğine ilişkin bir yazıyı çarşambaya bırakabiliriz.
Bir geçiş paragrafıyla...
14 Nisan mitingi, aynı zamanda ve bir kez daha, Türkiye'yi solsuzlaştırma operasyonudur. Hrant Dink'in cenazesi bir başka cepheden sola kıyafet giydirme girişimine dönüşmüştü... Cumartesi günkü miting ise solun ancak "görev emri"yle bir önem kazanabileceğine ilişkin bir kanaatin yeniden dayatılmasıdır. Türkiye Komünist Partisi, bu görev emrini kendisine giydirilmek istenen liberal kıyafet gibi yırtıp atmıştır. Ama ortada bir görev gerçekten vardır. Emperyalizme, işbirlikçiliğe ve gericiliğe karşı mücadeleyi, gittiği yere kadar tırmandırmak... 14 Nisan'da Ankara'da yapılan operasyonda bu mücadelenin öznesinin sol olduğu istenmeden de olsa teyid edilmiştir. Şimdi bu mücadele, emekçi sınıfların belirleyici toplumsal aktör olarak devreye girdiği gerçek bir zemine taşınmalıdır. 1 Mayıs bu açıdan iyi değerlendirilmelidir.
Cumhuriyetler savaşı İlker Belek |
14 Nisan... Ankara... (1) Kemal Okuyan |
Seçimi gerçekte kim yapıyor? Tevfik Çavdar |
![]() | Bağımsızlık Yürüyüşü’ne İzmir’den destek |
![]() | Arınç’tan Erdoğan'a Özal benzetmesi |
![]() | FKÖ: Yedi yılda 900 çocuk öldürüldü |
![]() | Alman askerlerine ırkçılık eğitimi |
![]() | 5 Kübalı Yurtsevere Özgürlük |