www.soL.org.tr
Toprak reformu çabalarının siyasal temelleri
Gökhan Günaydın 25 Nisan 2007, Çarşamba
Üretim araçlarının mülkiyetinde değişiklik yapma, temel ekonomik yapı değişimi ve savaşlar - savaş sonrası dönemler bir yana bırakıldığında, siyasal iktidarlar için kolay göze alınır bir girişim değildir.

Bir siyasal iktidar, mülkiyet yapısını yeniden düzenlerken, ya dayandığı sınıfın yararına sonuçlar üretmeyi amaçlar ya da kendi projesine katacağı bir sosyal sınıfın desteğini organize eder.

Bu bağlamda; geçtiğimiz yüzyıllarda, çeşitli ülkelerde değişik tarihlerde gerçekleşen feodalizmden kapitalizme geçiş aşamaları ile büyük savaşlar ve onların doğurduğu zorunlu göç koşullarında toprak reformu çalışmaları gerçekleşmiştir. Bunun yanında, “olağan dönemlerde” de, düzeni değiştirmeyi amaçlayan halk iktidarları, toprak reformu çalışmalarını organize etmişlerdir. 

Türkiye’de toprak mülkiyetindeki adaletsizlik, Osmanlı’dan devralınan ve kimi çabalara karşın Cumhuriyet dönemi boyunca taşınan sosyo-ekonomik ve  politik bir sorun olmanın yanında, aynı zamanda Türkiye kırsalında demokrasi ikliminin yeşerememesinin temel nedenlerinden birisidir.

Aslında, Cumhuriyet’i kuran kadroların toprak reformu alanında bilinen çabalarının tarihlendiği 30’lu ve 40’lı yılların öncesinde, 1927 ve 1929 yıllarında çıkarılan “Şark Menakısı Dahilinde Muhtaç Züraa Tevziye Edilecek Araziye Dair Kanun” ile “Şark Vilayeti ile Beyazıt, Erzurum ve Çoruh Vilayetlerinin Bazı Parçalarında Muhacir ve Sığıntıların Yerleştirilmesi ve Yerli Çiftçilerin Topraklandırılması Hakkında Kanun”, olağanüstü dönemlerde yaşanan göç hareketlerinin doğurduğu gereksinimi karşılamak yanında kısmen de olsa toprak reformu yapmak üzere oluşturulmuş, ancak bugünün Danıştay’ına karşılık gelen dönemin Şura-ı Devlet’ine yapılan başvuru üzerine yasalar iptal edilmiştir.

İzleyen süreçte İkinci Paylaşım Savaşı sonuna dek, 1935 yılında hazırlanan Toprak İskan Kanunu’nun içerdiği hükümler de dahil olmak üzere, önemli bir ilerleme sağlanamamıştır.

İkinci Paylaşım Savaşı sonrası, terhis olunan askerlerin de toprağa geri döndüğü ortamda, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu 1945 yılında çıkarılmıştır.

Yasa, hem topraksız ve az topraklı köylü ile tarım alanında öğrenim görmüş gençlerin topraklandırılması hem de bunların tarımsal yapı ve üretimlerinin desteklenmesi yoluyla ayakta kalarak gelişmelerini amaçlıyor, böylece tarım sisteminde temelli bir değişikliği öngörüyordu.

Bu bağlamda; öncelikle devletin hüküm ve tasarrufu altında olanlar yanında, orta malı, sahipsiz ve değişik biçimlerde kazanılan araziler paylaştırılacak; bunların yetmemesi halinde ise vakıflar, özel İdareler, belediyeler ve gerçek kişilerle özel hukuk kişilerine ait araziler, kamulaştırılarak çiftçiye dağıtılacaktır.

Bütün bu olumlu girişimlerin başarıya ulaştırılması, doğal olarak güçlü bir siyasi irade gerektirmektedir. Buna karşın İkinci Paylaşım Savaşı süreci alışılagelmiş yaşam tarzlarını bozmuş, büyük toprak sahipleri ile aracı – tefeci – karaborsacı, kendi çıkarlarının ençoklaşacağı yeni bir arayış içine girmişlerdir.

İşte tam da bu dönemde, “velisiz ve vasisiz bir demokrasi” sloganı ile Bayar, Köprülü, Menderes ve Koraltan tarafından meşhur Dörtlü Takrir verilmiş ve CHP içinden Demokrat Parti Hareketi’nin ortaya çıkış süreci başlamıştır.

Bu bağlamda, politik çizgisinde kaymalar görülen mevcut Hükümet, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun uygulanmasından sorumlu Bakanlığa, kendisi de bir toprak ağası olan Cavit Oral’ı getirmiş ve aslında bu seçim ile Yasa’nın etkinlikle  uygulanma olanağı fiilen ortadan kalkmıştır. Nitekim, Kanun uyarınca, 16 yılda 34.887 köyden yalnız 5.157’sinde toprak dağıtımı yapılabilmiştir.

1923-1950 arasında dağıtılan toplam arazi varlığı, hemen tamamı devlete ait olmak üzere 1,5 milyon hektardır. Bu miktarın yarısı 192 bin göçmen aileye verilirken, geriye kalan yarısı 240 bin topraksız köylüye özgülenebilmiştir.

1950 sonrası, Marshall yardımlarının etkisi ile tahrik edilen traktörleşme sürecinde, 1950 yılında 9.905 olan traktör sayısı 1952 yılında 31.415’e çıkmış, traktör sahibi büyük çiftçinin Hazine arazilerine ve küçük çiftçilerin arazilerine çeşitli biçimlerde el koyması / satın alması, arazi mülkiyetindeki adaletsizliği daha da artırmıştır. 

1961 Anayasası’nın 37. maddesiyle getirilen ve özü itibariyle toprak reformunu destekleyen  düzenlemeden sonra, konu ile ilgili olarak ortaya çıkan “yasa tasarısı kirliliği” ancak 1973’te bir sonuç vermiş ve “Toprak ve Tarım Reformu Kanunu” çıkarılmıştır.

Ancak bu Yasa da, Adalet Partisi’nin Danıştay’a yaptığı başvuru sonucunda 1977 yılında iptal edilmiş,  süresi içinde yeni bir yasa çıkarılmadığı için kamulaştırılan topraklar eski sahiplerine geri verilmiş, umutlar bir kez daha boşa çıkmıştır.

O tarihten bu yana, tarım işletmelerinin küçüklüğü ve parçalılığı sorunu sürüyor. 1927 yılında 1,7 milyon olan tarımsal işletme sayısı, 1950 yılında 2,5, 1980 yılında 3,5, 1991 yılında 4,1 milyona çıktıktan sonra, 2001 Tarım Sayımı sonuçlarına göre 3 milyon olarak ilan edildi. Bu gerilemenin hiçbir sosyo-ekonomik, bilimsel açıklaması yok. Belki de AB sürecinde istatistiklerimiz bu alanda da AB ile uyumlulaştırılıyor!

Nüfusun yüzde 35’i, sayıları 80 bini bulan köy ve köyaltı yerleşme ile küçük kasabalarda yaşıyor. 22 milyon sivil istihdamın 5,9 milyonu tarımda istihdam ediliyor. Ortalama işletme büyüklüğü ise 6 hektar düzeyinde…

AB süreci üzerinden gelen “tarım nüfusunuzu azaltın, işletmelerinizi büyütün” tavsiyeleri, AKP’nin toprak da dahil olmak üzere her türlü kamusal varlığın sermayenin sınırsız kullanımına açılması yolundaki çabaları ile birleşmektedir. Bu durum, önümüzdeki yılların küçük köylünün yerinden ve toprağından da edileceği yeni bir sürece işaret ettiğini ortaya koymaktadır.

Tarım ve Köyişleri Bakanı’nın sermayenin temsilcileri ile kol kola yaptığı açıklama, bu yolda AKP iradesi ile sermaye iradesinin örtüştüğüne en güncel örnek. Buna göre Bakanlık, adından “Köyişleri” sözcüğünü çıkaracak. Böylece siyasal iktidar bir çırpıda 22 milyon köylüden kurtulmuş ve yönetişimin keyifli doruklarında sermaye iktidarı baş başa kalmış olacak…

Her ne kadar Tarım ve Köyişleri Bakanı sektörde “entelektüel açık” bulunduğuna atıf yapmakta ise de, gelişmeler bakanın entellektüel düzeyi ile açıklanabilir olmanın çok ötesinde bir organize yapının işaretlerini taşıyor.

yazici   mail