www.soL.org.tr
Sinirleri alıp sınırları bozmak kolay...
Yurdakul Er 24 Ağustos 2007, Cuma
Her yıl belli günler var, Federal Almanya’da, bu belli günlerde nedense hep 1990’da tarihe mal olan Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin ne büyük bir cehennem olduğunu açıklayan belgeler yayımlanır. Böyle günlerin en önemlisi Berlin Duvarı’nın kuruluşudur, malum. 13 Ağustos 1961’in yıldönümlerinde haftalarca bu büyük haksızlık üzerine propaganda filmleri izlenir. Hâlâ.

Tabii, bu filmler, sadece geniş halk yığınları üzerinde etkili olmakla kalmadı. Bunların, kendi kendisinden nefret eden, hatta devrimci olduğu için gizli gizli utanan, neredeyse bizzat kendisinin insanlığa yapılmış bir haksızlık olduğuna inanan ve devrimciliğin bir onur değil neredeyse özür dilenecek bir suç olduğunu düşünen (“Mea Culpa!”) insanlar (“sosyalist kadrolar”) üzerinde de çok etkili olduğunu biliyoruz. Sosyalist sistemin yıkılışında bu insan malzemesi kilit rol oynadı.

İşte bu “mübarek teşebbüs”lerin sonuncusu, geçtiğimiz günlerde bir skandala dönüştü: 2007’nin “13 Ağustos kutlamalarından” biraz önce, Demokratik Almanya’nın tarihini araştırmakla (ve güya “aşmakla”) görevli devlet kurumu, bir belge yayımladı. Buna göre, sosyalist Alman devletinin istihbarat servisi, sınırı geçmeye çalışanların, çoluk çocuk demeden vurulması için emir bile çıkartmıştı. Ortalık yine karıştı ve Alman halkı, içindeki yabancılarla birlikte, “Yaşasın demokrasimiz!” diyecek bir ruh haline sokulabildi. Ancak skandal, bu belgenin yayımlanmasından sonra geldi. Belge, bu iddiaları taşıyabilecek bir ağırlığa sahip değildi. Herhangi bir anteti yoktu, kurumsal bir aidiyet taşımıyordu, sorumlu bir imza yoktu, ama yine de bir “belgeydi” işte.

Oysa, kendini solcu sanan birçok kesimin inancının tersine, sosyalist Alman devleti, bir hukuk devletiydi ve böyle hatalara yer vermezdi. Sonradan bu belgenin 1997’de, yani on yıl önce bir kitapta yayımlandığı da ortaya çıktı. O zaman da önemli bulunmamıştı. Temsili bir niteliği yoktu.

Yani, bir türlü dört başı mamur bir biçimde şu Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin nasıl bir cehennem ve hukuksuzluk devleti olduğu ilan edilemiyor, daha doğrusu belgelenemiyordu. Federal Almanya’nın gündemini birkaç gün işgal eden bu başarısız propaganda saldırısı şimdilerde unutturulmaya çalışılıyor, falan filan. Tamam.

Tamam, ama bunlar önemli değildi. Çok sık yineleniyor çünkü.

Kapitalist propagandanın cilveleri...

Bizim dikkat çekmek istediğimiz bir başka güncel gelişme var ve oraya geleceğiz.

Önemli olan, şuydu: Kurulduğundan bu yana Soğuk Savaş’ın en ahlaksız tertipleriyle yıkılmaya çalışılan, sonunda da çökertilip kapitalist Almanya’ya iltihakı sağlanan bir devlete, yıkıldıktan 18 yıl sonra bile hâlâ böyle bir savaş açılması sadece ilginç değil son derece öğreticidir. Nazi Almanyası’nın propaganda saldırılarını aratmayan bir hırsla, sosyalistlerin cinayetlerine yönelik masallar anlatılıp duruluyor. Ama belgelenemiyorlar.

Amaç, Alman Demokratik Cumhuriyeti sınırlarının geçersizliğini, haksızlığını, bu sosyalist ülkenin nasıl bir tarihsel “anomali” olduğunu anlatmak, bunun reklamını yapabilmekti. Federal Almanya ve dünya kapitalist sisteminin diğer önderleri, öteki (sosyalist) Alman devletini ve sınırlarını hiç kabul etmediler. Bu sınırları hep hukuk dışı bir cinayet rejiminin tel örgüleri saydılar.

Sayı vermekten kaçınıyorlar. Çünkü 30 yıla yakın bir süre içinde sınırdan kaçarken hayatını kaybedenlerin sayısının 100’den biraz fazla ya da, en düşman rakamlara göre, 900 civarında olduğu biliniyor. Bu rakamlara sosyalist ülkesinin sınırlarını korurken öldürülen nöbetçiler de dahil olmalıdır. Türkiye’nin sınırlarında aynı tarihlerde hayatını kaybedenlerin sayısı bir yana, 2006 yılında Meksika’dan ABD’ye aradaki duvarı aşarak geçmeye çalışırken ölen Meksikalıların sayısının 425 olduğunu “US Today” gazetesi bile yazmak zorunda kalıyor.

40 yıl bir bağımsız ülkenin varlığını kabul etmeyenler, o ülkenin halkını  kendi sınırlarını kabul etmez bir hale getirerek sonuç alabildiler.

Peki, bu çözüm, bu sınır sorunu acaba başka “sorunlu” ülkelere de ihraç edilemez ve oralarda da sonuçlar alınamaz mı?

İşi, Türkiye’nin sınırlarının önce tartışma konusu yapılmasına ve sonra da ortadan kaldırılmasına getireceğiz.

Demokratik Almanya’nın yıkılışı, yani sınırlarının iptali ile Yugoslavya’nın tarihten çekilmesi arasında aşağı yukarı 10 acılı yıl var. İsteyen buna Irak’ı da ilave edebilir.

Yugoslavya dedik, Kosova’dan devam edebiliriz. Türkiye’ye bağlamak için: Şu sıralarda hukuken Sırbistan’ın toprak bütünlüğü içinde yer almasına rağmen Kosova’nın bağımsızlık ilanı için çabalar yoğunlaşıyor. Bu yıl sonuna doğru Kosova Cumhuriyeti’ni ilan edileceğine inananlar çoğunlukta.

Ancak, bizim geleceğimiz yer, Türkiye’dir.

Çünkü bir “emsal” yaratılıyor.

Nitekim Rusya’nın Viyana Büyükelçisi Stanislaw Ossadtschij, Avusturya’nın önde gelen gazetelerinden “Der Standart”ta, 10 Ağustos 2007’de, bu çerçevede ve uluslararası hukuk adına işlenen cinayetlere ortak olmayacaklarını ilan eden bir yazı yayımladı. Rus diplomat, 1244 sayılı BM kararına göre Kosova’nın Sırbistan’ın toprak bütünlüğüne dahil olduğunu, hukuktan yoksun bir bağımsızlık ilanının dünya çapında sonuçları olacağını hatırlattı. ABD, Avrupalı dostları eşliğinde Kosovalı Arnavutlara bağımsızlık vaat ediyor ve bir emsal yaratmaya çalışıyordu, ama bunun sonuçsuz kalmayacağı da bilinmeliydi. Ossadtschij, şöyle yazdı: “Bu eyaletin bağımsızlığını önce BM dışındaki ‘dar bir çevrede’ ilan etme ve bu bağımsızlığın daha sonra bir dizi nüfuz sahibi ülke tarafından kabul edilmesine yönelik niyetler, çok tehlikeli. (...) Bu, diğer sorunlu bölgelerde de bir ‘zincirleme reaksiyona’ neden olabilir ve Kosova senaryosuna dayanarak yeni bağımsız ülkelerin anında kabul edilmesine yol açabilir.”

Demek, bu çabalar hep iç içe. Demek, bu çabalar hep birbirine kan veriyor. Demek, bu çabaların tarihsel ve coğrafi bir silsile, bir acımasız devamlılık  olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

Yugoslavya’nın parçalanmasında aktif rol alanlar, şimdi sıranın kendilerine geldiğini görüyorlar. Ankara için iş çoktan bitmiş, ipi zaten çekilmiştir.

Türkiye’ye bağlayacağımızı söylemiştik. Öyledir: Önce ülkelerdeki halkın sinirleri, yani birlikte yaşama kudreti ve sonra da sınırları bozulabiliyor. Bunun için gereken baskıyı uzun bir süre örgütlemek, istenen sonucu almak için yeterlidir. Bu, Alman Demokratik Cumhuriyeti için 40 yıl oldu, hemen ardından dünyanın nerelerinde sınırların değiştiğine bakılabilir.

Kosova güncel adımlardan biri.

Ama sonuçsuz kalmayacak.

Neden?

Çünkü Barzanistan’la ilgili projenin son aşaması yürürlüğe girecek ve bir süre sonra, Türkiye’nin güney sınırlarındaki her olay, eski Demokratik Almanya’ya, şimdilerde Kosova’ya bakıldığı gibi bakılmasını kolaylaştıracak.

Bir halkı birbirinden ayıran bu suni ve antidemokratik sınırlar bir süre sonra geçersiz ilan edilecek. Şaşırmayalım.

Türkiye’nin sınırlarının geçerli olmadığı, Kürt halkını birbirinden ayıran bir hukuksuzluğun ürünü olduğu uluslararası tartışmaların konusu yapılacak.

Türkiye bu noktaya getirilmiştir. Türkiye, Osmanlı’nın bitişini andıran bir sonla çözülürken, bir de bu sınırlarındaki olayların hesabını vermeye başlayacaktır. Acı.

Egemen sınıfların bilinci, ezilenlerin bilincinden çok daha köklüdür. Bunları, bilerek ve ileriye yönelik projelerine yardımcı olmaları için yaptılar.

Soğuk Savaş’ın en acımasız ve en hain iki rejimi Federal Almanya ile Türkiye’dir. İç içeydiler. Biri, diğerinin arka bahçesine dönüştü.

Biri kazandı, diğeri kaybetmeye mahkum.

Bu oyunda herkesin kazanması mümkün değil. Mutlaka biri kazanır, diğeri kaybeder. Emperyalist merkezlerin kazanan olması, bağımlı uşakların felaketini hızlandırır sadece. Demek ki, Soğuk Savaş’ın kapitalist barbarlıktaki iki vitrininden biri, Almanya, kazançlı çıkarsa, kenardaki uşak, yerle bir olmaya mahkumdur.

Türkiye’nin egemenleri, gök kubbenin Türkiye halkının başına yıkılacağını bilemediler; ya da biliyorlardı ve bile bile bu sonu hazırladılar. Bu, her durumda, bir savaş suçudur.  Bu savaş suçlarına kim ortak olduysa, mahkemelerde hesap verecektir. İsteyen 1945 sonrasındaki Orta Avrupa’yı hatırlayabilir.

Sırada Türkiye var, dedik: Önce halkın sinirlerini aldılar, bunun ilk sonuçlarını 22 Temmuz’da test ettiler, memnunlar, şimdi iş sınırların bu halkın başına yıkılmasına geldi. Bunu da, kardeş kavgası örgütleyerek, nihai iç savaş üzerinden yapacaklar.

Ortam müsaittir.

Sosyalistlerin dışında bu sonucu engelleyebilecek hiçbir “zinde” güç bulunmuyor.

yazici   mail