www.soL.org.tr
Misal!
Yurdakul Er 1 Şubat 2008, Cuma

Ay, güneşin ışıklarını yansıtır. Bu anlamda bir enerjisi yok; kendisi bir ışık kaynağı değil yani. Karanlık, kuru. Ama bir başka güç kaynağından sebepleniyor garip ve yansıttığı o ışık güzel bulunduğu için de biz ona zaman zaman "mehtap" falan diyoruz; malum. Olur.

Biz şimdi, bu AKP'ye mesela, gericilik içindeki yeri itibariyle, çok farklı bakabilir miyiz? Bugün bu partinin tüm mali ve ideolojik enerjisi, ödünç ve hatta ikinci el, bir başka büyük dış enerji merkezinden çekilmiş gibidir. ABD ile AB, bu partiye enerji sağlıyor. Sezar'ın hakkı Sezar'a; az ya da çok, sağlıyorlar da.

Ama sonuçta AKP'nin ışığı, ay ışığı gibidir. Temelsiz ve karanlık bir şey.

Kimileri için "mehtap" tabii; misal!

"Modern" burjuvazimiz, bu badem bıyıklı Amerikan ve Alman uşağı tüccarlardan oluşan "yeni" burjuvaziye kızgın. Ortada bir iktidar çekişmesi var. Bu o kadar açık ki, Avrupalarda falan yapılan yarım yamalak analizlerde son birkaç yıldır bu imam döküntülerine "Anadolu kaplanları"ndan çok "İslami Calvinistler" ismi reva görüldü. Moda işte. Misal!

Bunlar var.

Bunlar var, ama sorun başka bir yerde: Taşıma suyla bu değirmen, AKP'nın yaydığı ışık, daha ne kadar dönebilir?  Bu soruyu, Türkiye sermaye sınıfının da sormaya başladığı kesindir. Yeni ortaçağımızın yeni zengin hacıağaları, şu meşhur "İslami Calvinistler", sermaye içindeki çekişmelerden başarıyla çıkamayabilir. Bu konuda TÜSİAD adına yapılan uyarılar fazlasıyla anlamlıdır. TÜSİAD, dünya piyasalarındaki fırtınanın, sonunda Türkiye ve benzeri ülkelerin başında patlayacağını görmüş olmalı. Sermayedir, içgüdüsüyle siyaset sınıfını göreve çağırıyor. AKP'nin bu işlerle hiç ilgisi olmadığını ise hep birlikte görüyoruz. Ama ortada bir büyük koalisyon var. Sadece AKP ile AsParti arasında değil, TÜSİAD başta olmak üzere sermayenin eski büyüklerinin de başlangıçta fazla itiraz edemediği bir sözde "yeni dönem burjuvazisi" gündeme ağırlığını koymuş durumdadır. Ama artık birbirlerinin ayaklarına fena basmaya başladılar.

Dünya finans endüstrisinde yoksulluğun tetiklediği son kriz, resesyonu hazırlarken, TÜSİAD, ülkenin tez zamanda tepetakla olacağını belki de hissetmiştir.

Ödünç enerjiyle, kısıtlı bir zaman aralığında, "mış gibi" davranılabiliyor. Dış kaynak, diyelim ABD ve AB bile "kendileri himmete muhtaç birer dede" halinde ise artık, AKP ve ortakları nereye itelenir?

O noktaya doğru gidiyoruz.

Türkiye'nin, başta ABD olmak üzere, uluslararası piyasaların resesyon sürecine girmesiyle birlikte patlayacağını söyleyebiliriz. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Hanım'ın tedirginliği boşuna değildir. Sahnedeki kriz 2000-2001'deki "New Economy"yi tasfiye eden krizi kat kat gölgede bırakacak bir tehdit unsuru; fark ettiler. Türkiye'nin o dönemde nerelere kaydığı biliniyor. Şimdiki kriz Türkiye'yi geçmiştekini gölgede bırakacak bir sertlikle vuracak demek ki.

Bunu türban falan örtemez.

Toplumun dinci ve faşist cepheler halinde örgütlenmesi için her çaba gösteriliyor gerçi. Ama dinci ve etnik modeller arasına bir sandviç gibi sıkıştırılan Türkiye toplumunun, bu siyaset sayesinde aklını buharlaştıracağını en iyi yönetenler biliyor.

Galiba bu Türkiye artık ömrünün sonundadır. Dönüştüremezsek bitecek.

Baştan enerjiyle girdik ve o noktada bırakmak olmaz.

Sorabiliriz: Bunların hiç mi iç enerjisi yok? Türkiye orta büyüklükte bir kapitalist ülkeyse ve sermaye de ihraç edebiliyorsa, yabana atılmayacak bir iç enerjiye sahip olduğunu kabul etmemiz gerekmez mi?

Elbette yükselen bu "yeni ve muhafazakâr burjuvazinin", özellikle de AKP'nin bir iç enerjisi var. Ama ampulleri kadar bir enerji bu. O ampulün kullanacağı enerji eğer sadece yerel, yani dinci ve milliyetçi enerjiyle sınırlı kalsaydı, böyle bir tehdidin üstesinden gelmek kolay olurdu. Bu kirli ışığın enerjisi, doğrudan doğruya emperyalizmden kaynaklanıyor.

Böyle bakınca, şunları görmezlikten gelemeyiz:

Bir: Bu enerjinin bedava ya da boşuna verilmediği açıktır.

İki: Fakat, büyük bir altüst oluşu perdeleyecek kadar güçlü olmadığını bilmek durumundayız.

Üç: İçerideki karşıdevrimci enerjinin, tek başına bu büyük altüst oluşu -ki isteyen bunu "BOP'un Türkiye'ye yansıması" olarak da anlayabilir-  finanse edemeyeceği de açıktır.

Bir başka ifadeyle, bazı "Atatürkçü" profesörler gibi "vay sermaye el değiştiriyor, Koç güme gidiyor" korkusuyla çağrıda bulunanların şansı yok.

İç ve dış enerji merkezleri, mutlaka bağlantı içinde olmalıdır. O halde, bu hattı kesintiye uğratabilirsek, içerideki (dinci, milliyetçi) gericilerle, dışarıdaki gericiler (ABD ve AB "demokrasileri"), ihtiyaç duydukları dinamizmi üretemeyecektir. O nedenle Türk aydınlanmasının bürokrasi ve halk içindeki yansımalarına, artık ne kadar kaldıysalar o kadar, tepkici yaklaşmamak, esastır. Bir bağ aramak, siyasetin sınırları içinde görülmelidir. Güney Amerika, örneğin bizim unutulmaz Doğan Avcıoğlumuzun Venezüella'daki yarbayı Hugo Chavez, Jose Marti sevgisine biraz da içerideki gerici odakların emperyalizmle ilişkisine set çekmek için sahip çıkmıyor mu? Elbette Kürt aydınlanmasının Türkiyeci ve dost, daha doğrusu antiemperyalist unsurlarını küstürmemek de önemlidir. Kürtsüzlüğün Türkiye'yi bitireceğini en iyi bilenler, Türk, Amerikan ve Avrupa gericiliğidir çünkü.

Başa ve tekrar: İçerideki ampul, ayın yansıttığı güneş ışıkları kadar bir önem arz ediyor. Yansıtıcılığı yanında özgün değerleri ihmal edilebilecek kadar siliktir. Ay, karanlık, kuru ve cansızdır.  Mehtap, malum, bir ışık yanılsaması. Bu yanılsamayı geçersiz ilan etmek, eğer ışık kaynağıyla ışığı yansıtan kütle arasındaki bağlantıyı kesersek kolaylaşır. Yoksa, zor.

Yürüyoruz madem, "misal" dedik ya, bir nokta üzerinde daha duralım. Korkut Hocamızın bir belirlemesinden el alarak: Sermaye hem yerel hem de uluslararası arenada zaten yerle bir olmuş emek karşısındaki konumunu daha da güçlendirmek için çaba harcıyor. Yeni mevziler kazanmaya zorunlu hissediyor kendisini. Emek, biliyoruz, şu an itibariyle bir direniş enerjisi taşımıyor. Aynı şey elbette devrimcilerimiz için söylenemez. Sermaye ise bu yeni girişimi için fazla bir enerjiye ihtiyaç duymayacağı görüşündedir. "Yılanın gömlek değiştirdiği zamanlardayız" demiştik daha önce. Böyle talihsiz kolaycılıkların, Hegelci bir tabir kullanırsak, "zamanın ruhu" (Zeitgeist) ile acımasız paralelliği sahnenin orta yerinde yatıyor.

Sermaye, Türkiye'de birçok açıdan gömlek değiştiriyor; bir yılan gibi, evet, tarihinin en korunmasız ve savunmasız döneminden geçiyor. İç hesaplaşmalarını, pervasızlıklarını, hatta TÜSİAD'ın türban hassasiyetini falan biz böyle tercüme etmek zorundayız.

Bunun sonuçlarından biri, iç ve dış (gerici) enerji kaynakları arasındaki eşitsiz-dengesiz ağırlıklardır.

Şimdilik yanıt vermeden zikredeceğimiz iki soru kaldı. Bir: Bu dönüşümü Türkiye burjuvazisi tek başına finanse edebilir mi? İki: Dışarıdaki enerji kaynağı bu dönüşümde kimleri muhatap alacaktır?

Misal!

yazici   mail
Türban (II)
Rıfat Okçabol
Misal!
Yurdakul Er