www.soL.org.tr
Tahran ne kadar güvenilir?
Kemal Okuyan 17 Haziran 2006, Cumartesi

Kemal Okuyan (17.06.2006, Cumartesi)

 

Acaba İran ABD ile uzlaşır mı?

Şu sıralar çok merak edilen konulardan birisi bu. Soru “Tahran ile Washington arasındaki nükleer gerilim diplomatik yollardan çözülür mü” biçiminde formüle edilmiyor. Merak edilen, kaba tabirle, İran’ın anti-Amerikan konumunu “satıp satmayacağı”…

İlginç değil mi?

Demek ki, insanların kafasında üç seçenek var: İlk akla gelen, gerilimin bazı iniş çıkışlarla sürmeye devam etmesi ve “kırılma”nın başka bir konjonktüre devredilmesi. Diğer olasılık, ABD’nin İran’a dönük tehditlerini fiili bir müdahaleye taşıması. Bu olasılığın bir dizi varyantına ilişkin hazırlık yapıldığını hepimiz biliyoruz. Son olarak, İran’ın ABD ile anlaşması var ki, bu anlaşmanın tek başına “nükleer teknoloji” ile ilgili olmadığı, bölgesel dengelerde büyük bir değişime yol açacağı herkesin malumu…

Fransa, İngiltere, Almanya, Çin, Rusya ve ABD tarafından İran’a sunulan öneriye Tahran’dan gelen yumuşak tepkiler doğal olarak üçüncü seçeneği akla getirdi. İşin aslı, öneri yabana atılmayacak bir dizi unsur barındırıyor. Tek bir cümleyle özetleyecek olursak, bu öneride uzlaşılması durumunda, ABD’nin İran’ı dünya sisteminden dışlama girişimi büyük ölçüde boşa çıkmış olacak. Yani İran nükleer teknoloji konusundaki egemenlik haklarından vazgeçmek koşuluyla, tecridi kıracak, bir dizi ekonomik ve siyasal olanak yakalayacak.

Ancak yine herkes biliyor ki, bu pakette uzlaşılması, Irak dahil olmak üzere birçok uluslararası ve bölgesel soruna ilişkin olarak ABD ile İran arasında işbirliğinin kapısını aralayacak ya da tersinden söyleyecek olursak bu türden bir işbirliği olmaksızın bu pakette uzlaşılması ve uzlaşmanın yerine getirilmesi söz konusu olmayacak.

Dolayısıyla, “İran’ın satıp satmayacağı” sorusu, bütün kabalığına karşın, oldukça gerçekçi bir değerlendirmenin ürünü.

Bu soruya kesin bir yanıt verilemez.

Bir kere İran’daki molla rejimine asla güven olmaz. Çok ilkeli gözükseler de, son derece kaypak hatta kalleş yönelimlere imza atmışlardır. Hem ideolojileri hem de sınıfsal temelleri buna uygundur. Unutmayalım, İran’daki mollalar egemenliği aynı zamanda ülkenin ekonomik kaynaklarını neredeyse tamamen denetleyen bir sınıf egemenliğidir; bir sermaye egemenliğidir.

Zengin sınıflara güvenmek için bir neden yok. Emperyalizme karşı tutarlı bir çizgi bugün ne Rusya’dan ne de İran’dan beklenebilir. Onlar bir Küba ya da Venezuela değil. Tutarlı bir çizgi, ülke içinde halkçı, emekçi politikalar ister.

Bugün, ABD saldırganlığına karşı İran’ı tereddüt etmeden savunmamız da İran çok tutarlı olduğundan değil, bizim kendi tutarlılığımızdandır.

Ancak İran’ın kolayca ABD yörüngesine gireceğini düşünmek için de bir neden yoktur. Tahran yönetimi, geri adım atmaya başladığında, ABD’nin bölgesel arayışlarını sona erdirmeyeceğini ve İran üzerindeki baskıyı sürdürebileceğini bilmektedir. Ayrıca mollalar rejiminin tutkalı Anti-Amerikancılıktır, bir uzlaşma ile birlikte İran’ın iç dengelerinin ciddi bir sarsıntı geçireceği açıktır.

Kaldı ki, uluslararası koşullar son dönemde İran lehine değişmiştir. ABD Irak’ta öyle bir batağa saptanmıştır ki, İran’ın yardımına muhtaç hale gelmiştir. Latin Amerika’daki gelişmelerle birlikte Çin ve Rusya daha cesur bir dış politikaya yönelmiş, İran yönetimi de benzer bir yola girmiştir.

Son birkaç aylık dönemde İran’ın diplomatik faaliyetleri gerçekten ilgi çekicidir. Ülke hem siyasi hem ekonomik olarak Latin Amerika’ya uzun süreden beri ilk kez bu kadar kapsamlı bir giriş yapmıştır. Geçmişte büyük sorunlar yaşadığı Arap ülkelerine el uzatarak nükleer teknoloji dahil olmak üzere birçok konuda işbirliği önermiştir.

Tahran yönetiminin nükleer teknoloji konusundaki en yetkili ismi Ali Larjani’nin Kahire’ye geçtiğimiz hafta yaptığı sürpriz ziyaret en dikkat çekici olandır. Bir diğer Arap ülkesi Suriye’yle askeri alanda yürütülen görüşmelerin olumlu sonuçlanması da son bir haftaya sıkışan önemli gelişmelerden birisidir.

Ama Tahran’ın en fazla bel bağladığı Çin ve Rusya’nın içinde bulunduğu Şangay İşbirliği Örgütü olmuştur. Örgütün son zirvesine Pakistan, Moğolistan ve Hindistan gibi gözlemci sıfatıyla katılan İran, kendisine sunulan paketi reddetmesi durumunda gündeme gelebilecek yaptırımlara Rusya ve Çin’in katılmayacağı garantisini bir kez daha ve çok açık bir biçimde almıştır.

Şimdi İran’ın uluslararası pozisyonu, bundan bir ay öncesine göre çok daha güçlüdür. Önerileri değerlendireceklerini ve ciddiye aldıklarını söyleyerek İranlılar baskıları hafiflettikleri gibi zaman da kazanmışlardır. “Müzakerelere koşulsuz hazırız” açıklaması ise hem diyalogdan yana olduklarının hem de nükleer teknoloji konusundaki dayatmaları kabul etmeyeceklerinin ifadesidir.

Bütün bunlara İran konusunda tek boyutlu ve kolaycı değerlendirmeler yapılmasının yanlışlığını göstermek için değiniyorum. Ülkelerin açılımları tek parametre üzerinden şekillenmiyor. Örneğin ABD’nin Irak’ta İran’ın yardımına gereksinim duyduğu, İran’ın da bundan yararlanarak ABD’yle uzlaşacağı düşüncesi, başka unsurlar hesaba katılmadığı sürece bizi ciddi yanlışlara götürecektir.

Dilerseniz yarın biraz da ABD’nin gözüyle meseleye bakalım ve gerilimin nasıl bir yöne evrileceğini öngörmeye çalışalım.    

yazici   mail