www.soL.org.tr
Amaca ulaşıldı mı?
İzzettin Önder 28 Nisan 2007, Cumartesi
Sonunda cumhurbaşkanı adayını öğrendik. Adayı bilmiyor mu idik, acaba! İsim olarak bilmiyorduk. Evvelki gün isim olarak öğrendik. Erdoğan’ın aday olmaması, bunun yerine Gül’ün aday olarak gösterilmesi bir şeyi değiştirdi mi! Mesele isimle ya da şahıslarla mı ilgili idi! Elbette hayır. Konu ne şahıslarla ilgili, hatta ne de doğrudan eşlerin türbanları ile ilgilidir. Mesele, Türkiye’de demokrasinin yerleştirilmesi ve küresel sömürü ağının dışına çıkarılması ile ilgilidir ya da öyle olmalıdır, diye düşünüyorum.

AKP, dünya kapitalizminin konjonktürel konumu itibariyle duruma fevkalâde uygun bir siyasal örgüttür. Bu yönü ile AKP’nin Türkiye’nin başına gelmesi (daha doğrusu, getirilmesi!) hiç de rastlantısal değildir. Zira, AKP dünya kapitalizmine Türkiye’yi gümüş tepsi içinde sunarken, yoksullaşan halkı da tarikat ilişkileri ile tutmada en başarılı ve güçlü bir partidir.

AKP, Türkiye’yi dünya sömürücü kapitalizmine sunma işlevini büyük bir başarı ile tamamlamıştır. Bu cümlede AKP için “işlevi tamamlamıştır” ifadesini kullanmak doğrudur. Çünkü, bu işe AKP değil, Ecevit koalisyonu başladı, AKP başlatılan süreci sürdürdü ve bugüne taşıdı. Neydi bu süreç? Bu süreç, derin krizini yaşayan kapitalizmin emrine, hem üretim merkezi olarak, hem spekülâtif sermaye piyasası olarak, hem de tüketim merkezi olarak Türkiye’yi açmaktır. Yüksek faiz baskılı kur politikası ile içte üretimi çökerten AKP üretimi yurt dışına taşımakta; ithalatı patlatarak Türkiye’yi yabancı ürünler için elverişli piyasa konumuna indirgemiştir ve yüksek faizle spekülâtif sermaye için de fevkalâde elverişli bir pazar konumuna dönüştürmüştür. Görüldüğü gibi, bu süreç ve uygulanan politikalar Türkiye’nin değil, dış dünyanın çıkarınadır.

Bu süreçte parlamento, yâni yasama organı hükümetin baskısı altındadır. Ancak, cumhurbaşkanı ve yargı organı bu oyunu bozmaktadır. İşte gerek Batı’nın gerekse burjuvazinin rahatsızlığı bu noktada yükselmektedir. Bu oyunun bozulması içte demokrasiyi ne derece kurtarıcı olacak idi ise, o derecede de Batı’nın işini bozacak eğilimi taşımaktadır. AKP’nin iktidar alanını genişletmesi içte burjuvaziyi ve dış sömürücü sermaye kesimlerini rahatlatması yanında, içte demokrasinin önünü kesmiştir. Şu halde mesele, şu şahıs veya bu şahıs meselesi değil, demokrasi açısından kuvvetler ayırımı ilkesinin korunması, içte barışın sağlanması ve Türkiye’yi kürselleşmenin pençesinden bir nebze de olsa kurtarılmasıdır.

Bu, maalesef, olmadı, olamadı. Belki de dünya konjonktürü ve bunalan toplumsal bilinç açısından olamazdı da! Olamazdı, zira toplumsal algılama eşlerin türbanına ve şeriat korkusu gibi ikincil konulara yoğunlaştırıldı. 14 Nisan yürüyüşü de kısmen bu algılamaları çağrıştırıyordu. Oysa, Türkiye’de temel sorun eşlerin türbanı falan olmayıp, küresel sömürü ağında çırpınan Türkiye’ye farklı rota çizebilecek yönetim oluşturmak ya da, hiç değilse, varolan siyasal yapıyı ülke zararına icraattan biraz da olsa alıkoyabilecek dengeleme güçlerini devreye sokmak olmalı idi. Azınlık oyları ile parlamentoyu işgal eden bir partinin eline verilen imkânın bundan farklı kullanılması ancak çok ince ve ahlâklı politika anlayışına sahip siyasîlerin eseri olabilirdi. Öyle bir toplumsal yapı ve onun üzerinde yükselen saygılı bir siyasal örgüt olsa idi, zaten bugün bunları konuşuyor olmazdık!

yazici   mail
Hangi sol?
Aydemir Güler
Amaca ulaşıldı mı?
İzzettin Önder