www.soL.org.tr
Hangi sol?
Aydemir Güler 28 Nisan 2007, Cumartesi

Birkaç gün önce Yeni Şafak gazetesinde Hakan Tahmaz imzalı yazının başlığı “ÖDP: Sol, Abdullah Gül’ü Desteklemelidir” idi. İki gün sonra düzeltme geldi ve başlık “Solun cumhurbaşkanı seçimlerindeki tavrı” oldu.

Gazete düzeltmeyi yapmadan önce başlıktaki ifadenin yazının içinde geçmediğini fark etmiştim. Ama, bir yandan Hakan Tahmaz’ın öyle bir başlık atmasının gayet mümkün olduğunu düşünmüştüm, öte yandan da başlığı gazete değiştirmişse bile, yazarın bunu fazlasıyla hak ettiğini.

Yani başlık aslında doğrudur. ÖDP’li Tahmaz bir AKP’cidir.

Doğrusu beni yazarın üyesi olduğu partiyi temsil edip etmediği ilgilendirmiyor. Bir önemi yok; adı geçen partide kimin neyi ne kadar bağladığını sormanın yeri yok.

Beni, yazının düzeltilmiş başlığı ilgilendiriyor: “Solun cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tavrı.”

“Solun tavrı” ile bu yazının uzak yakın bir ilgisinin bulunmadığını söylemek durumundayım.

Türkiye’nin ve solun önemli bir derdine geçerken değinmeliyim. “Sokaktaki insan”a göre solun koordinatları bulunmamaktadır. Sol diye bilinen çizgi aynı anda hem liberal, hem milliyetçi, hem enternasyonalist görüntü verebiliyorsa, Kürt sorununda sol adına hem Türkçü, hem Kürtçü, hem ortak kimlikçi tutum alınıyorsa, bu ciddi bir sorundur. Sol, siyasetin özgün bir kanadı değil, bütün eğilimlerini barındıran bir minyatürüne benzemektedir. Bu, zenginlik falan değil, solun toplumsal ağırlığının tasfiyesine yarayan bir faktördür.

Yürütülmesi gereken tartışma ise “sol içi” sözünün çağrıştırdığı türden “aile içi” sayılamaz. Solculuk ile ilgisi olmayan yaklaşımlar yakamızdan düşmelidir ki, sol toplumla anlaşılır bir temasa geçebilsin…

Tahmaz’ın kriterlerini ben şöyle ayırdedebildim:

Bir: Sol, kriz çıkarmamalıdır. Tahmaz böyle yazmamaktadır ama CHP’yi ve rektörleri kriz çıkarttıkları için eleştirmektedir. Demek ki, doğrusu kriz çıkarmamakmış! İstikrar yarışına sol da ibadet edecek, anlayacağınız…

İki: Öyle ki, solcu yazar Meclis’de oturumlara katılmayanlardan haz etmemektedir. Bu yaklaşımı geriye de yaymakta ve zamanında Özal’ın cumhurbaşkanlığını “içlerine sindirmeyenleri” karşısına almaktadır. Belki de, solun tavrında Özal tipi cumhurbaşkanlarını içine sindirmek de olmalıdır!

Üç: Türkiye’de darbe olmaması, AB sürecinin ürünü sayılmaktadır. Bu önerme darbe çağrıcısı CHP eleştirilirken yapılmıştır. Darbecilik eleştirilecek ya, arada geçerken başka tuhaflıkları yedirme taktiğidir bu. Külliyen uydurmadır. AB’nin Türkiye demokrasisiyle ilgisini kurmak TÜSİAD tezidir ve bu tezin solculukla alakası yoktur!

Dört: Yazarın ısrarla AK Parti dediği AKP’nin statükoyu değiştirme ve rejimi aşındırma potansiyeli vardır. Anlaşılan AKP bu nedenle desteklenmektedir:

Yani bu kavga anti-demokratik seçim yasasına yaslanarak parlamentoda çoğunluğu elde etmiş olan AK Parti'nin, statükoyu değiştirme ve 'rejimi aşındırma' potansiyelini törpüleme ve bu anlamda AK Parti'yi hizaya getirme kavgasıdır. Peki bu konularda statükonun değişmesi ya da rejimin oturduğu zeminde, özgürlükçü ve sivil iradeyi öne çıkaran bir aşınmanın toplumun alt kesimleri, dışlananlar, ezilenler için mevcuttan daha hayırlı değil midir?

Okur, benim burada kendimi yalnızca tashih yapmaya yetkili gördüğümü bilmelidir. Tahmaz’ın yazısındaki düşük cümle adedi, yazarın bunu bir “edebi üslup” saydığını düşündürtecek kadar çoktur. Düşük cümlelere dokunup Tahmaz’ın edebi değerini azaltmak haddim değildir.

Ama ne dediği anlaşılıyor. Alıntının başlangıcındaki AKP eleştirisinin, sonunu değiştirmediği ve önemli olanın sonuç olduğu da anlaşılıyor. Demek ki, neymiş, sol AKP’nin sivil iradeyi öne çıkartmaya yarayan faaliyetine destek olmalıymış!

Beş: Solun iki temel değeri olarak değişim/demokratikleşme ve sosyal adalet kavramları ortaya atılmaktadır yazar tarafından. Bu, genel geçer değil Tahmazgil bir sol tanımı olsa gerektir. İki kriterin bir biçimde sol çağrışım yaptığını kabul etmekte bir sakınca görmem, ama bunlarla cumhurbaşkanlığı seçiminin ilişkisi yok. Hoş; bağlantı “… solun Türkiye’nin çok dilli, çok kültürlü gerçeğini benimsemiş, ayrımcı olmayan, sosyal adaletten ve haklardan yana, toplumsal diyaloga bütün boyutlarıyla açık, Çankaya’yı asker ve sivil bürokrasinin ülke yönetimine çeki düzen verdiği bir sırça köşk olarak gören değil, kapılarını bütün toplumsal örgütlere, kesimlere ve tüm yurttaşlara engelsiz açan birinin seçilmesini savunmak olmalıdır” şeklinde kurulmaktadır; ancak bunun çok zorlama olduğunu görmemek mümkün değildir. Bu tarif cumhurbaşkanının ne türden olmaması gerektiğini söylemektedir ve daha önceki (statükoyu aşındırma potansiyeli vb) fikirlerle beraber okunursa AKP’ye umutla bakmaktadır.

Ancak iki sorun ortada durmaktadır: En demokratik burjuva cumhuriyetinde bile cumhurbaşkanlığı bir mesire yeri değil, egemenlik kurumudur; öyle herkese engelsiz açılmak için çayıra çimene çıkmak gerekir.

Diğeri de, Tahmaz ve arkadaşları Çankaya kapısında sıranın Gülen ve diğer tarikatlardan kendilerine gelmesi için çok beklerler!

Aslında yazının bütünü, daha önceki AKP’ci denemelerini bildiğim yazarın temel problematiğine oturmaktadır. Buna göre Türkiye’de bir yanda militaristler öte yanda siviller vardır ve rejimin üstündeki asker-bürokrat ağırlığı azaldıkça demokrasi gelişmektedir. Bu sürecin de şimdiki taşıyıcısı AKP’dir.

Tahmaz bu yaklaşımını şu şekilde anlatıyor:

Dünyanın başka hiçbir ülkesinde yurttaşlarından böylesine kaçırılarak demokratik teamül geliştiren veya koruyan bir tek ülke yoktur.

Az önce söylediğim gibi ben ancak tashih düzeltirim. “Ülkesinde… ülke yoktur”, bilmediğim bir edebi sanat türüne giriyor olabilir ve koskoca yazar ile koskoca gazetenin bir bildikleri olmalıdır.

Belki de, böyle fikir ancak böyle ifade edilebilmektedir!

yazici   mail
Hangi sol?
Aydemir Güler
Amaca ulaşıldı mı?
İzzettin Önder