www.soL.org.tr
Piyasalar neden ürkmüyor?
26 Mayıs 2007, Cumartesi

AKP’nin hız verdiği talanın tadına doyamayan piyasalar, ürkmeye niyetli değil. Piyasa oyuncuları, çıkma vaktinin henüz gelmediğini düşünüyor.

soL AKP hükümetinin ekonominin istikrarlı bir rotaya oturduğu yönünde verdikleri örneklerin başında, döviz ve hisse senedi piyasalarının kimi siyasi gelişmelere tepki vermemesi yer alıyor. Hükümete göre, “piyasalar”ın cumhurbaşkanlığı krizi, muhtıra ve erken seçim kararlarına olumsuz tepki vermemelerinin altında, “sağlam ve istikrarlı” bir yapıya kavuşmuş olmaları yatıyor.

Ancak ekonomiye ilişkin gerçekler, Unakıtan’ın “ansiklopedi atsan bir şey olmaz” diyerek nitelediği istikrarın temelinde, büyük bir talan düzeninin yattığını gösteriyor.

1994 ve özellikle de 2001 krizleri öncesinde yaşadığı sarmalı tekrar yaşayan Türkiye ekonomisi, son bir yıl içerisinde yaşanan gelişmelerle dünyanın en yüksek döviz kazancı sağlayan ülkesi sıralamasında Brezilya’yı geride bırakarak birinci sıraya yükselmiş durumda. Türkiye, yüzde 20 düzeyindeki nominal faiz düzeyi ve gerileyen kurlar ile birlikte, yerli ve uluslararası sermayeye toplam yüzde 25’e yakın reel döviz getirisi sunuyor.

Dış ticaret açığı son dört yılda rekor düzeyde büyüyen Türkiye’nin, bu ölçüde döviz kazancı sunabilmesi ise, kolay borçlanabilirliği sayesinde mümkün oluyor. Uluslararası hareketliliğe sahip finans sermayesinin son yıllarda büyük artışlar yaşaması, Türkiye’nin rahatça borçlanmasının temel nedenini oluşturuyor.

ABD’nin Irak’ta yenilgiye doğru gitmesi ve Ortadoğu ve Kafkaslar’a ilişkin planları ise, emperyalist gücün bölgede Türkiye’ye ihtiyaç duyacağının işareti olarak yorumlanıyor.  Bu durum, “ABD kredisi”ne sahip ve ABD’nin tüm taleplerini harfiyen yerine getiren Türkiye’nin borçlanmasını kolaylaştırıyor.

Kamusal olan ne varsa satmaya yeminli AKP hükümetinin özelleştirme performansı ise, borçlanma ile yaratılan suni bahar havasında önemli paya sahip. Uluslararası finansal sermaye hareketliliğine ek olarak tek seferlik bir giriş yaratan yerli şirketleri satışları ve özelleştirmeler, mevcut “döviz bolluğu”nu arttırarak “piyasalarda bayram havası yaratıyor”.

Yüksek ticaret açıklarına rağmen, döviz cinsinden bu denli kolay borçlanabilen ve döviz getirisi sunan Türkiye’de, krizle sonuçlanacak olan bu “saadet döngüsü”nün henüz sonuna gelinmediği, özellikle de seçimlere az bir süre kala piyasalarda bir hareketlilik ya da “ürküntü” beklenmiyor.

Ürkmüyor, ama…
Ancak, bu saadet ortamında yaşanan kimi gelişmeler, piyasalar henüz ürkmeden ekonomide büyük çöküşün başladığını gösteriyor. Döviz bolluğu nedeniyle giderek değerlenen YTL, üretimin yurtiçi geriye doğru bağlantılarını kırarak ithal aragirdi bağımlılığında devasa artışlara neden oluyor. Yerli aragirdinin yokluğunda giderek montaj sanayi biçimini alan ekonomi, kar oranlarının düşmesi nedeniyle istihdam daralması yoluyla sömürü artışını gerekli kılıyor. Bu ortamda, “üretim ve ihracat rekorları”na rağmen işsizlik oranlarında bir azalma yaşanmıyor.

Giderek artan dış ve iç borçlar ise, emekçilerin sırtında bir kamçı haline dönüşüyor. 2002 sonunda 130 milyar dolar olan dış borçların 2006 sonunda 210 milyar dolara ulaşması, AKP hükümetinin aslında çok iyi bir “borçlanma yönetimi” sergilemiş olduğunun kanıtı olarak öne çıkıyor. Kamunun ve dolayısıyla emekçilerin sırtında bir kamçıya dönüşen bu borçların Gayri Safi Milli Hasıla’ya oranının yüzde 50’yi geride bırakmış olması, kritik bir dönüm noktasına işaret ediyor. 

Borçların miktar ve oranlarındaki bu artış, bütçede faiz ödemeleri payının artmasına, kamu hizmetlerine ayrılan payın ise gerilemesine neden oluyor.

yazici   mail