www.soL.org.tr
NATO’nun kontrgerillası: Hukukun üstünlüğü yalanı
2 Nisan 2007, Pazartesi

“Hukukun üstünlüğü” emperyalist ülkelerin sosyalizme karşı yürüttüğü savaşta önemli bir yer tutuyordu. Zamanla ortaya çıkan gizli NATO örgütlenmeleri ve birçok kanlı olayda bizzat NATO görevlilerinin yer aldığı gerçeği, hiçbir NATO üyesinde hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olamayacağını gösterdi. NATO’nın gizli provokasyon örgütleri, her türlü hukuki kısıtlamadan muaf bir şekilde üye ülkede kanlı olaylara imza attı. Türkiye’de Susurluk olayları sırasında özellikle perde arkasında tutulmaya çalışılan gerçek de, yine olayların NATO bağlantısıydı.

soL 1996 yılındaki Susurluk kazasından sonra günlük hayata kadar giren, Türkiye solunun ise yıllardır dikkat çektiği kontrgerilla teşkilatı ülke gündemindeki yerini korumaya devam ediyor. Devletin görünür mekanizmalarıyla son derece içli dışlı çalışan ve bu anlamıyla hiç de “derin” olmayan bu hukuk dışı örgütlenmenin tepki görmemesi için düzenin bütün kurumları büyük bir çaba harcıyor. Öyle ki, neredeyse “gizli işler çeviren” bütün devlet birimlerine “kontrgerilla” muamelesi yapılıyor ve bu örgütün karşı-devrimci siyasal özü ve doğrudan doğruya NATO’ya bağlı olduğu gerçeği gizleniyor.

Dokunulmaz ve kökü dışarıda
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından temelleri atılmaya başlanan NATO’nun kontrgerilla örgütlenmesinin iki ana temel mantığı bulunuyordu. Birincisi, faşizm döneminin anti-komünist baskı uygulamalarını burjuva demokrasisinin göstermelik “hukukun üstünlüğü” çerçevesinde de sürdürebilmek amacıyla, hukuki dokunulmazlığı garantileyen gizli uluslararası anlaşmaların imzalanmasıydı. İkincisi, her ülkenin iç politika dinamiklerinden doğal olarak fazlasıyla etkilenen anti-komünist örgütlenmeleri, bu iç dinamiklerden koparabilmek amacıyla, her NATO üyesinin siyasi iktidarı yerine “enternasyonal” bir siyasi merkeze, yani doğrudan NATO’nun merkez karargahı SHAPE’e bağlamaktı.

Türkiye’deki devlet geleneğinin Avrupalı kapitalist ülkelere kıyaslı çok daha az hukuki kaygılar taşıdığı bilinir. Ülkemizde devletin hukuk dışı eylemlerinin son derece eski ve köklü bir geçmişi vardır. Diğer yandan devletin bu hukuk dışı yapılarının anti-komünist eylemleri de, en azından 1920’lere kadar götürülebilir ve bu anlamıyla devletin bu işler için NATO üyeliğini beklemediği de bilenen bir gerçektir. Hatta Türkiye Komünist Partisi’nin ilk lider kadrosunun katledilmesinin de doğrudan doğruya bu örgütlenmeler tarafından gerçekleştirildiği de bilinen bir gerçektir.

Bütün bu bilenen gerçeklere karşın, kontrgerilla ifadesiyle esas olarak kastedilen ve Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin ardından kurulmaya başlanan örgütü, devletin klasik gizli örgütlenmelerinden ayıran, yukarıda anılan iki yöndür. Bir başka ifadeyle, Türkiye’nin NATO’ya üye olurken imzaladığı anlaşmanın gizli hükümlerinde, üyelikle birlikte kurulan kontrgerilla örgütü personeline hukuki dokunulmazlık sağlanmıştır. Ayrıca, örgüt Ankara’ya değil, doğrudan Brüksel’e bağlanmıştır ve örgütte başta ABD’liler ve İtalyanlar olmak üzere, bütün NATO üyesi ülkelerinden kontrgerilla personeli görev yapabilir hale gelmiştir. Türkiye’de sola ve işçi sınıfına karşı gerçekleştirilen sayısız provokasyonun arkasında böyle bir örgüt vardır.

Tetikçisi faşist, patronu liberal
NATO’nun resmi ideolojisi her zaman liberalizm oldu. Ancak bu durum NATO’yu, faşizmin anti-komünist biriminin soğuk savaş ve sonrasında seferber etmesinden alıkoymadı. Kuruluşu büyük ölçüde hıristiyan-demokrat ve sosyal-demokrat partilerin iktidarda olduğu bir dönemde gerçekleşen NATO ve kontrgerilla örgütü, personel olarak ağırlıklı olarak eski faşist kadroları istihdam etti.

Türkiye’de CHP’nin çok çabalayıp gerçekleştiremediği NATO üyeliği, Demokrat Parti dönemine denk gelmişti. Üyelikle birlikte kurulan kontrgerilla örgütlenmesinin en üst düzey organı olan “Seferberlik Tetkik Kurulu”na bağlı örgütlenmede ise, yine Avrupa’daki örneklerde olduğu gibi bütünüyle faşistler istihdam edilmişti. Kontrgerilla yapılanmasının bu karakteri, liberaller ve faşistlerin el ele anti-komünizm yapmaları, liberallerin “derin devlet” eleştirilerinin tarihsel olarak bütünüyle sahte olduğunun göstergelerinden yalnızca birisidir.

NATO Gladio’yu kuruyor
Günümüzde ABD devletinin en temel iki kuruluşu olan Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) ve CIA, 1947 yılında çıkarılan yasalarla kuruldu. NSC’nin kuruluşunun hemen ardından aldığı ilk karar NSC1/1, İtalya’da komünist partinin iktidara gelmesini engellemek için milyarlarca dolarlık gizli bir planın hayata geçirilmesinin onaylanmasıydı. NATO’nun kontrgerilla örgütünün en çok faaliyet gösterdiği ülke olan İtalya, bu açıdan diğer NATO ülkelerinin de yararlandığı çok geniş bir “deneyim” biriktirdi.

1950’lerin ortalarında yükselen karşı-devrimin en önemli unsuru NATO’nun bu kontrgerilla örgütlenmesiydi. Anti-komünist örgütlenme İtalya, Fransa ve Almanya’da tam anlamıyla bir patlama yaşadı. Eski faşist birikim bu ülkelerde o ölçüde canlıydı ki, devlet içinde kurulan örgütlenmeler dışında, dernekler, gençlik örgütleri vb. üzerinden, çeşitli sermayedarların kaynak aktardığı “kendiliğinden” ve “tabandan” faşist örgütler ortaya çıktı. Kontrgerillanın en önemli işlevi, devletin ve sermaye sınıfının farklı bölmelerinde ortaya çıkan bu faşist birikimleri tek bir çatı altında toplamak oldu.

1952 yılında Amerikan, İtalyan ve Fransız gizli servisleri tarafından imzalanan bir planda, komünistlerin İtalya ve Fransa’daki gücünü, “bu güç legal yollardan elde edilmiş olsa da” engellemek için her türlü harekata başlanması öngörülmekteydi. Almanya ise ABD ve Alman burjuvazisi tarafından finanse edilen bir faşist örgütler cehennemi haline getirildi. BDJ, KgU, ABN, TD, CAUSE gibi anti-komünist örgütler Gladio’nun Almanya ayağı için önemli kadro kaynakları oluşturdu. 1949 yılında Almanya’da ilk hükümet Adenauer tarafından kurulurken, meclisin sekizde biri eski faşist parti üyelerinden oluşuyordu. Faşist gençlik örgütü BDJ, 1950’ler boyunca Alman komünistlerine karşı mücadele etti cinayetler işledi, ölüm listeleri hazırladı, tehditler, karalama kampanyaları düzenledi, bildiriler dağıttı. 1948’den itibaren Demokratik Almanya’da CIA öncülüğünde bir ajan ağının inşasına başlandı.

İtalya’daki NATO kontrgerilla faaliyeti de 1952 yılında güçlendirildi ve 1956 yılında Gladyo adını alarak doruk noktasına ulaştı ve adeta paralel bir devlet örgütlenmesi oluşturacak kadar genişledi. Başlangıçta daha çok doğrudan ABD’nin kontrolünde olan İtalya kontrgerillası, daha sonra NATO kurumsallığına bütünüyle entegre edildi: “İtalyan anti-komünist örgütleri 1959 yılına kadar daha çok doğrudan ABD yönetimindeydi. Bu yıl İtalya, NATO SHAPE karargahındaki çok uluslu Gizli Planlama Komitesi’ne davet edildi. Bu tarihten sonra İngiliz gizli servisi de İtalyan Gladio örgütünün eğitilmesinde çalıştı”. (Wolgang Achtner, Sunday Independent, 11/11/1990). Aynı yıllarda Sardunya adasında Gladio eğitim kampı bir NATO üssü olarak kuruldu ve solun protestoları üzerine “kapatıldığı” tarihe kadar Türkiye’den dahil olmak üzere on binlerce NATO personeli anti-komünist yetiştirdi.

1954’te NATO, Gladio’nun önceliklerinde değişiklikler yaptı. Yine ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin aldığı NSC 5411/2 nolu kararla “uluslararası komünizmin hakim olduğu ya da komünizmin tehdidi altında bulunan ülkeler için “yeraltında direniş geliştirme ve gerek gizli operasyonları gerekse de gerilla operasyonlarını kolaylaştırma; savaş durumunda bu güçlerin kullanılmasını güvence altına alma, mümkün olan her yerde, orduya, savaş zamanında bu güçleri gerekli operasyon alanlarına kaydırma olanağı vererek bütün önlemleri alma, Stay behind kuruluşları ve geri çekilme ve kaçış olasılığı için benzer hazırlıklar gerçekleştirme” öngörmektedir.

1963 yılında Gladio İtalya’da sendikalara karşı şiddet ve grev kırıcı faaliyetlere başladı. ABD tarafından eğitilmiş Gladio üyeleri, üniformalı ve sivil giysilerle Roma’da gösteri yapan binlerce işçiye ateş açtı. Saldırı sonucunda 200 işçi yaralandı ve kentin büyük bir bölümü harabeye döndü. 1968 yılında ise İtalya’da 147 Gladio’nun saldırısı gerçekleştirildi. Bir sonraki yıl 398 saldırı gerçekleşirken, 1978 yılında doruk noktaya ulaşıldı ve 2,498 saldırı gerçekleşti. 1974 yılında Bercia’daki anti-faşist bir gösteriye ise Gladio bombalı bir saldırı düzenledi ve sekiz emekçi öldürüldü 102’si de yaralandı. Yetmişlerin sonlarında doruğa ulaşan bu faaliyetlerin bir bölümü katliam niteliğindeydi; komünist hareketin en güçlü olduğu kentlerden Bolonya’da 1980 yılının Ağustos ayında bir tren istasyonunda patlayan bomba 85 insanın ölümüyle sonuçlanmıştı.

yazici   mail