www.soL.org.tr
Kıyameti koparma zamanı
Metin Çulhaoğlu 2 Şubat 2008, Cumartesi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "yanlış anlaşılan" ve "tartışma yaratan" sözlerine açıklık getirmekle görevli kişinin adı sanırım Akif Beki idi.

Erdoğan'ın "batının ahlâksızlığını aldık" sözü de tartışma yarattı. Akif Beki, bu tartışmalar üzerine örneğin şöyle bir açıklama yapabilirdi: "Sayın Başbakan, bu sözleriyle değerli mütefekkirimiz Ziya Gökalp'in ‘medeniyet-hars' ayrımına dikkat çekmek istemiş, batıdan alınması gerekenin hars değil medeniyet olduğunu belirtmiştir..."

Beki, böyle bir açıklama yapmadı. Yapsaydı, tam da tesettür ve türban tartışmalarının ortasında Erdoğan'a ve kendisine hayli eski bir değerlendirme hatırlatılabilirdi. Şöyle: "Tesettür iptidai iştiyaklara ve çok eski içtimai müesseselere kadar uzanan bir âdettir. Bu alışkanlığın hâlâ devam etmesi Türk kadınlarına en büyük hakarettir."

Genç okurlar için: Yukarıdaki alıntıda geçen "iptidai iştiyaklar", ilkel özlemler anlamına geliyor. Sözlerin sahibi ise Ziya Gökalp'tir.

Gökalp, 20. Yüzyıl başlarında, tesettürü "iptidai iştiyaklara" dayandırıyor ve kadına hakaret sayıyordu. Aradan yaklaşık yüzyıl geçtikten sonra bugün tesettürü "demokratik hak" sayan solcuların türemiş olması tuhaftır.

Ayrıca, akıllarını "cinsel tacizle" bozdukları için tesettürün kadına yönelik aşağılayıcı yanını unutan, en azından bu konuda Gökalp'in gerisine düşen solcu feministlerin durumu da gariptir.

Ne "ilerleme" ama...

* * *

Ortada gerçekten bir "ilerleme" vardır. Ancak, bu ilerlemenin kimin hanesine yazılacağı tartışmaya değer bir konudur.

Bir dönem, tarih vermek gerekirse 1960'ların başından 70'lerin ortasına kadar Türkiye'de sol, kitle desteğinin çok ötesinde bir entelektüel etki yaratabilmişti. Bu, kuşkusuz bir "hegemonya" değildi, olamazdı; ama hayli ciddi bir etkiydi. Politikacısından aydınına, sanatçısından yüksek yargı organı üyesine, sendikacısından askerine kadar pek çok kişi, sağda yer alsa bile, kendi konumunu sola atıfla, sola olan karşıtlığının veya mesafesinin nedenlerinden hareketle açıklama gereği duyardı.

Bu, ciddi bir entelektüel etkiydi.

Peki, bunun nedeni, o dönemin solcularının bugünküne göre çok daha dişe dokunur sözler etmeleri, "somut projeler" üretmeleri veya "gerçek demokrasiyi" temsil etmeleri miydi?

Bütün bunları kukumav kuşları gibi düşünmeye hiç gerek yok. Nedeni, solcuların kendilerini "sosyalist" olarak tanımlamaları ve bunun gereğini yapmalarıydı. Bu kadar basit. O dönemin solcuları kuşkusuz "demokrasi" de derlerdi; ama demokrasiyi en fazla "burjuva demokrasisinin sınırlarını genişletilmesi" bağlamında bir yere oturtur, bunun ötesine geçmezlerdi.

İyi de ederlerdi.

Bugün ise Türkiye'de solun entelektüel etkisi, inatçı kimi çabaları bir yana bırakacak olursak geçmiştekine göre çok sınırlıdır.

Bunun başlıca nedeni, solun önemli bir kesiminin kendini en başta "demokrat" olarak tanımlamasıdır. Gelinen bu noktada, demokrasi ve demokratlık bu kesim için artık siyasal bir kurgunun "mütemmim cüzü" (tamamlayıcı parçası) olmaktan çıkmış, doğrudan doğruya birincil kimlik haline gelmiştir. Ortada, siyasete bakışla, stratejik tercihle, mevcut süreçlere pratik yaklaşımla ilgili bir değişim yoktur; ortada olan, solun geniş bir kesiminin, deyim yerindeyse "ontolojik" bir dönüşüm geçirmesidir. Bugün, kendini hiç ikirciklenmeden "komünist" olarak tanımlayanlar ve bunun kavgasını verenler dışında, Türkiye solunun geri kalan kesiminin başat kimliği, artık sosyalistlik falan değil demokratlıktır.

Solun geniş kesiminin bu "ontolojik" dönüşümüyle birlikte, entelektüel etki "her soydan ve boydan" sağın silahı haline gelmiş, bunların arasında "demokratça" laflar edenler el üstünde tutulurken, dönüşmüş sol da bunların hınk deyicisi derekesine düşmüştür.

Bu duruma düşmenin başlıca nedeni, eski kimliğin yerine ikame edilen demokrat kimliğin, herhangi bir liberal burjuvanın demokrat kimliğinden nitelikçe farklı olabileceği yanılsamasıdır..

* * *

Böyle bir solu çekip çevirmekten, maniple etmekten daha kolay bir şey yoktur.

İstediğiniz kadar ABD yalakalığı yapın; arada bir iki "demokratik açılım" patlatırsanız solu muma çevirirsiniz.

İstediğiniz kadar emperyalizm yardakçılığı yapın; "Kopenhagcı" yüzünüzü gösterdiğinizde solda hoşafın yağı kesilecektir.

Dinci gericiliği adım adım yaygınlaştırabilirsiniz, hâttâ türbanı her yere sokabilirsiniz; "çete çökerttiniz" ya, demokratlığınız bir kez daha tescil edilmiştir.

Ülkeyi parsel parsel uluslararası tekellere peşkeş çekme planlarınıza yan bakan olursa, merkezi bürokrasinin hantallığından, ademi merkeziyetçiliğin faziletlerinden, yerelliğin ve özerkleşmenin "katılımcı demokrasi" açısından getireceği kazanımlardan söz edersiniz olur biter.

* * *

Türkiye'de gidişat, daha kötüye, daha olumsuza doğrudur.

Bu olumsuz gidişatta, "demokratlaşan sosyalistlerin" rolünü, payını ve katkısını kuşkusuz çok fazla abartmamak gerekir. Bugünkü asıl sorun, böylelerinin varlığı değil, demokratlaşarak terk ettikleri mevzileri dolduracak sınıfsal-siyasal güçlerin henüz ortaya çıkmamış, gidişatı en azından frenleyecek bir direncin ve entelektüel etkinin henüz yaratılamamış olmasıdır. Evet, bu yönde uğraş verenler, kararlılık gösterenler vardır, ama bu güçlerin de artık bir eşiği aşmaları gerekmektedir.

Bu nedenle, bir şeylerin değişmesi için "kıyameti koparmanın" zamanıdır. Evet, gidişat kötüyedir; ama üniversitelere, yargıya, sendikalara, meslek odalarına, Kürt yerel yönetimlere ve akla gelebilecek başka her yere "sarkmakta" kararlı görünen bir iktidarın çam devirmemesi, kendini ele vermemesi ve birtakım duvarlara toslamaması mümkün değildir.

"Kıyameti" şimdiden koparmaya başlayalım ki, bu tür durumlar gelip çattığında elimiz güçlü olsun.

yazici   mail
Küba Devrimi ve José Martí
Ernesto Gomez Abascal
Kıyameti koparma zamanı
Metin Çulhaoğlu