www.soL.org.tr
Küçük Amerika’nın Amerikancıları
18 Nisan 2007, Çarşamba

Biri 12 Eylül darbesi, öteki ise Şubat 2001 krizinin ardından iktidara gelen Özal ve Erdoğan’ın dış politikada izledikleri yollar, sadece benzerlik değil, aynı zamanda bir süreklilik arz ediyor.

soL Türkiye’nin emekçi sınıflarının yaşadığı son iki yıkım olan 12 Eylül darbesi ve Şubat 2001 krizinin her ikisinin de ardından, olağanüstü bir dönem yaşandı. 12 Eylül’ün ardından üç yıl boyunca Türkiye faşist cunta tarafından yönetilirken, 2001 krizinin ardından ülke yönetimi, yasallığı hayli tartışılır olsa da, bir yılı aşkın bir süre boyunca “süper bakan” Kemal Derviş’e teslim edildi.

Bu iki olağanüstü dönemin ardından da, kendisi bir koalisyon niteliğinde olan yeni bir sağ parti kuruldu ve iktidara geldi. 83’te iktidara gelen ANAP da, 2002’de iktidara gelen AKP de, sağ siyasetin hemen her unsurunu dinci-liberal bir şemsiye altında birleştirdi. İçinden geçilen zorlu dönemler yüzünden geniş kitleler tarafından denize düşenin yılana sarıldığı gibi sahiplenilen bu oluşumlar, yapılanma biçimlerinden dolayı ilkesizliğe çok daha müsaitti.

Öte yandan, her iki parti de, ABD’nin icazetine sırtını dayamış bir lider tarafından kurulmuştu.

ANAP’ın ve AKP’nin bu benzerlikleri, misyonlarının de benzeşmesi sonucunu doğurdu. Yirmi yıl arayla, iki partinin de hedefleri ortaktı: Ülke içinde, yaşanmış olan yıkımı sermaye sınıfının çıkarlarına yontmak; dış politikada ise, Türkiye’yi, içine düştüğü zayıflığı kullanarak emperyalizmin planlarına daha fazla angaje etmek ve teslim etmek.

Özal dönemi dış politikasını en iyi anlatan söz Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma iddiasıdır. Bu iddia, halkın ABD’deki gibi bir tüketim toplumuna dönüştürüleceği vaadi olarak sunulmuş, ancak gerçek hedef ABD emperyalizminin bölgedeki taşeronluğunu yapma çabası olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, Özal’ın “Küçük Amerika” söylemi ile, bir başka vesileyle dile getirdiği “sen onu ‘Küçük Turgut’a anlat” sözündeki “küçük” sıfatının anlamı arasında bir paralellik vardır.

ABD saldırganlığına yardım ve yataklık
Özal döneminde ABD emperyalizminin bölgedeki çıkarlarına yataklık etme eğiliminin en çarpıcı örneği, Birinci Körfez Savaşı sırasında yaşanmıştır. Türkiye’nin komşusu olan bir ülke aylarca bombalanarak yerle bir edilirken, o sırada Cumhurbaşkanı olan Özal’ın yaptığı yorum “Irak Savaşına Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız” sözleridir. İncirlik Üssünün ABD ordusu tarafından kullanımına derhal izin verilmiş, ardından Özal, Kuzey Irak’ta ikinci bir işgal cephesinin açılması için bizzat Baba George Bush’a ricada bulunmuştur. Bütün bunlar işe yaramayınca cepheyi Genelkurmay Başkanlığı'na gönderdiği gayrı meşru bir işgal emri ile kendisi açmaya kalkmıştır. Ancak bir koyup üç alma hevesinin getirdiği tehlikelerin önü, daha temkinli davranmaktan ve ABD’nin çıkarlarına ters düşme riskini almamaktan yana olan Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay tarafından kesilmiştir. Süreç Torumtay’ın istifası ile noktalanmış, akıllarda ise Özal’ın “Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz” sözü kalmıştır.

Özal’ın emperyalist saldırganlığa hizmetleri sadece Irak’la sınırlı değildir. NATO'nun kışkırtmalarıyla Yugoslavya parçalanırken bir yandan ülkedeki müslüman paramiliter güçlere silah yardımı yapılmış, öte yandan yaşanmakta olan yıkımın baş faili olan NATO “göreve” çağırılmıştır. Bütün bunlara Özal’ın ön ayak olduğu konusunda çok miktarda delil vardır.

Erdoğan’ın ise dış politikadaki, onu neredeyse yerinden edecek olan tek "başarısızlığı", 1 Mart tezkeresinin TBMM’den geçmemiş olmasıdır. Birinci Körfez Savaşında olduğundan çok daha ABD karşıtı bir kamuoyu ile karşılaşan AKP, Irak işgaline açık destek vermeye cesaret edememiş, bunun sonucunda Zapsu’nun ağzından “Erdoğan’ı düşürmeyin, kullanmaya devam edin” ricasında bulunmak zorunda kalmıştır. AKP’nin bu "yol kazası" dışındaki bölge politikası benzerine az rastlanır bir işbirlikçilik örneğidir: Afganistan’dan Lübnan’a tüm emperyalist işgallere koşulsuz destek verilmiş; diplomasi adı altında İran ve Suriye’ye ABD’nin tehditlerini iletilmiş; Kuzey Irak başta olmak üzere işgal altındaki Irak’ta ABD emperyalizminin işini kolaylaştıracak altyapı yatırımlarına aracılık yapılmıştır.

Kürt sorununda Amerikancılık
Bugün ABD’nin Irak’taki en sadık müttefiki olan Barzani-Talabani ikilisinin sahip oldukları iktidarın somut temelleri, Birinci Körfez Savaşı ve sonrasında Kuzey Irak’ta yaşanan Kürt ayaklanmasında atılmıştır. Kuzey Irak’tan Türkiye’ye bir buçuk milyon civarında Kürt mülteci kaçarken Özal, bu "fırsatı" İncirlik’e Çekiç Güç’ün yerleştirilmesine ön ayak olarak kullanmıştır. ABD çıkarları için Türkiye’yi doludizgin Irak bataklığına sokmaya herkesten fazla hevesli olan Özal’ın o dönemde ortaya attığı “Türkiye’nin destek ve himayesinde Kürt Federasyonu” tezi, yine erken bir girişim olarak destek görmemiştir. Hem ne de olsa artık Çekiç Güç vardır ve Kuzey Irak Kürtlerinin başka bir desteğe ihtiyacı kalmamıştır.

On beş yıl sonra sonra bugün, Kuzey Irak Kürtleri ABD’nin himayesindeki kukla Irak hükümetinin en etkin ortağıdır. Kürt sorununda Diyarbakır mitingi ile bir çıkış yapmayı deneyen ve boyunun ölçüsünü alan Erdoğan ise, çözüm için Barzani’ye yatırım yapan ABD’nin eline bakmaktadır.

Özal ve Erdoğan’ın dış politika anlayışları ve icraatları arasındaki benzerlik ve devamlılık, kendi içinde tutarlı olduğu kadar çarpıcıdır.

 

yazici   mail