www.soL.org.tr
Yurtta ve dünyada dibe hareket
Ergun Çağlayan 13 Eylül 2006, Çarşamba

İçinden geçtiğimiz dönem için gelecek güzel günlerde oldukça trajik cümleler kurulacağını tahmin ediyorum. Örneğin "ekonomi tıkırındaydı ama ülke batışa doğru sürükleniyordu..."

Ekonomi tıkırında göründüğü halde kabusun nereden yaklaştığına bakalım: Yılın ikinci çeyreğinde büyüme oranı sanayi üretiminden kaynaklanan bir şekilde çok yüksek çıktı. Bunun karmaşık gerekçeleri de var, ama en basitinden ihracat etkisinin, ithalat etkisinden daha hızlı devreye girmesi olarak özetlenebilir. İşin bundan sonrası ise daha kötüsünden önce bir mola dedirtiyor bugünlere... Uluslararası finans tekellerinin "faiz daha da yükselir" analizleriyle, "kriz değil sarsıntıydı, atlattık işte" seslerinin aynı anda duyulması ise tebessüm ettiriyor. Özet şöyle: Faizdeki yükseliş beklentisi sürüyor, çünkü ekonomi, faiz yükselişine yavaşlayarak değil hızlanarak yanıt verdi.

Şimdi biraz dünyaya bakalım ona göre bir sonraki dönem beklenecek sermaye hareketinin Tayyip'i kurtarıp kurtarmayacağını tahmin edelim.

Çin ekonomisi yılın ilk yarısında yüzde onun üzerinde büyüyünce hükümet, aşırı ısınma sinyalleri aldı ve harekete geçti. Aldığı bir kararla Batı sermayesine arazi tahsisi yetkisini yerel yönetimlerden merkezi hükümete geçirdi. Bu, Çin'de yatırım yapmak için saldıran sermayenin maliyetlerinde ciddi bir artışa yol açabilir. Nitekim Çin ekonomisinin tüketimi tahminleriyle aşırı yükselmiş olan petrol fiyatları, hızlı bir düşüş yaşadı. Dünya çapında enflasyona yol açması beklenen bu süreç, faizlerin artık artmayacağı beklentisini de kırdı ve böyle giderse sermayenin zayıf (yani cari işlemler açığı veren) ülkelerden kaçış eğilimi hızlanabilir.

Diğer taraftan petroldeki düşüş devam ederse bundan en büyük zararı Rusya ve Venezuela görecek. Diğer hammaddeleri de etkileyebilecek bu düşüşün tüm Latin Amerika ekonomisi üzerinde olumsuz etkisi olması mümkün. Bu yüzden şu sıralarda Havana'da toplanan Bağlantısızlar Zirvesinde, emperyalist blokta yer almayan ülkelerin kendi aralarında neoliberalizmden uzak, güvenilir ticari ittifaklar yapmaları hayati önem kazanmış durumda.

Tüm alarm sinyallerine rağmen şimdilik kâr oranları yüksek ve kapitalizm, doğası gereği kendi kuyusunu kazmaktan başka bir şey yapamıyor. ABD'nin dış ticaret açığının Temmuz ayında 68 milyar dolarla tüm zamanların rekorunu kırması, sarhoş edici para hırsının gemlenemediğini gösteriyor. Bilindiği gibi ABD'nin dış ticaret açığı, aşırı tüketime dayanıyor ve tüm dünya kapitalizmi için bir motor işlevi görüyor. Çin'de pirinç tarlasındaki çalışma koşullarında üretim yapan işçilerin yarattıkları muhteşem artı değer, bu dış ticaret açığı sayesinde realize oluyor. Kazanılan para ise Çinlilere değil yine Batı'nın tekellerine marka kârı olarak gidiyor.

Ülkemizde de kâr potansiyeli sermaye tarafından kısa vadede yüksek görülüyor. Bunun için ne hükümet ne de tekeller, dünyada hızla artan kriz sinyallerini duyabiliyorlar. Sermayeye kâr ettirmeye devam etmesi, iktidarın AB ve Yunanistan karşısında elinin güçlenmesi, toplumdaki gericileşme hızı gibi bazı faktörleri arkasına alan Tayyip'in önümüzdeki altı ay içinde bir şamar yiyene kadar seçimleri ertelediği düşünülebilir.

ABD hükümeti ise AKP iktidarının nimetlerinden faydalanmak gibi Cüneyt Zapsu saçmalıklarıyla hiç ilgileneceğe benzemiyor. Bölgedeki sermayeyi telaşa verip çıkışa hücum ettirme gücünü bir koz olarak elinde tutuyor ve pazarlığa izin vermiyor. Nitekim Mayıs-Haziran sarsıntısında kaçabilecek paranın sadece yaklaşık sekizde biri kaçınca döviz kuru yüzde 25 fırlamış, faizler 1,5 kat artmıştı. Bu dönemde sergilenen beceriksizlik, dalganın ancak bu derecede yüksek bir faiz artışıyla kontrol edilebilmesine yol açmıştı. O da yurt dışında tesadüfen pozitif gelişmeler yaşandığı için. Ekonominin ötesinde siyasette de durum aynı:

İki gün önce, 11 Eylül'ün yıldönümünde Bush, ‘Irak'tan çıkarsak peşimizde gelip evimizde vururlar' şeklinde özetlenebilecek bir ‘teröre karşı savaşımız devam ediyor' söylevi atmıştı. Asıl amaç belli: Ortadoğu'yu emperyalizmin kurcalayabileceği kıvamda tutmak, kontrol veya provoke edilebilir küçük ve birbirine düşman coğrafyalar yaratmak.

Ardından ‘ateş kapımızda, bizi yakmaması için müdahil olmalıyız' tezi, Şam'da ABD elçiliğinde ve Diyarbakır'da halkın içinde patlayan bombalarla darmadağın oldu. Hem de bir hafta içinde...

Yine o gelecek güzel günlerde girişteki trajik cümlenin ikinci bir cümle ile devam edeceğini biliyorum: ‘Yurtseverler hızla örgütlendiler ve sadece ülkenin değil, bölgenin de kaderini değiştirdiler.'

Ergun Çağlayan (13 Eylül 2006, Çarşamba)

 

yazici   mail