www.soL.org.tr
Alametler
Tevfik Fikret Yılmaz 26 Eylül 2006, Salı

Alamet, "belirti" demektir, işaret de diyebiliriz; eskiler garip şeyler olmaya başladığında "çok alametler belirdi" derlerdi. Biz de bu aralar garip şeyler görmeye başlıyoruz, "çok alametler belirdi" de diyebiliriz. Birinci alamet İsmailağa tarikatı vakasıdır: İsmailağa tarikatındaki cinayetlerin gazete ve televizyonlarda bu kadar uzun süre ve yaygın biçimde yer alması şaşırtıcıdır. Gündemin bu kadar hızlı değiştirildiği bir ülkede medyanın bu konudaki ısrarına daha çok şaşırıyoruz. Cinayetlerin ardından tarikatların üzerine en namlı TV kanallarında açık oturumlar düzenlenmesi -ki bunların arasında EPDK tarafından 500 trilyon cezaya çarptırılan Aydın Doğan medyasının da yer alması- şaşkınlığımızı artırmaktadır. Daha sonra "konsept danışmanlığını" Soner Yalçın'ın yaptığı "Sağır Duvar" dizisinin bir yeni Kurtlar Vadisi biçiminde reklamlarının yapılmasının ardından, dizinin bir Hizbullah operasyonu ile başlamasını da ilginç buluyoruz. Tayyip Erdoğan'ın İsmailağa cinayetleri ile ilgili medya yayınlarına verdiği aşırı tepkiden "bir faul" kokusu almış olduğu sonucunu da çıkarabiliyoruz. İkinci alamet ise bu yılki eğitim-öğretim yılı açılış konuşmalarında Cumhurbaşkanı ve rektörlerin, irtica meselesine yaptıkları vurgulardaki artış ve şiddettir. Cumhurbaşkanının bir kaç ay önce Harp Okullarında yaptığı konuşmada irtica konusuna verdiği ağırlığı da hatırlıyoruz. Artık, muhtıraların yargı yılı ve üniversite eğitim-öğretim döneminin açılış konuşmalarında veya TBMM yeni yasama dönemi için Cumhurbaşkanınca yapılan konuşmalarda verildiğini görüyoruz. Muhtıraları bir de "piyasalar" vermektedir, hep izliyoruz. Daha gizli biçimde, YAŞ toplantılarında başbakana muhtıralar verildiğini de artık biliyoruz. Muhtıra mı revizyon mu, tartışmalıdır. Burada bunu tartışmayacağım. Üçüncü alametten Fetullah Gülen tarikatının haftalık dergisi Aksiyon sayesinde haberdar oluyoruz; habere göre Genelkurmay karargahına çağrılan emekli generallere dış ve iç güvenlik konularında (irtica ve bölücülük üzerine) brifing verilerek fikirleri alınmış ve kendilerinden kamuoyu oluşturma faaliyeti yürütmeleri istenmiştir. Aynı haberde, emekli generallere muhtemel bir Kuzey Irak operasyonundan da söz edildiği yer almaktadır. Dördüncü alameti, A.Hakan Çoşkun ile Ahmet Taşgetiren arasındaki islam meselesi ve yazarların birbirinin" kişilik özellikleri" üzerine yaptıkları tartışma ile bunun basında geniş yer tutmasında buluyoruz. İslamcı kadroların, "mücahitlikten müteahhitliğe" geçip geçmediği yönündeki tartışma basında ilgi toplamıştır. Artık daha net söyleyebiliyoruz, Suudi Kralının Türkiye'ye gelişi, yatırım meselesinin çok ötesinde, İran'a yapılacak bir operasyonda Türkiye'nin rol alması için Suudi parasının ve bağlantılı kadrolarının Türkiye'ye desteğinin konuşulmasıdır. Buna beşinci alamet de diyebiliriz. Altıncısı ise şudur: Geçenlerde Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet gazetesinde Fetullahcıların DYP'ye destek verme eğiliminde olduklarını yazmıştır; bu desteğin ne karşılığında verileceği önemlidir. Ayrıca, yeni komuta kademesinin "laisisizm" konusunda, AB ile ilişkilerin tıkanması ve IMF programında alınan mesafe nedeniyle, BOP ve Suriye-İran meselelerinde ABD'ye angajman karşılığında elinin daha serbest olduğuna hükmedebiliriz. Nihayet, Fetullahcı patronların 9 bin şirket ile TUSKON adı altında bir dernekte toplandıkları ve MÜSİAD'ın 7 bin şirketi bünyesinde topladığı basında yer almıştır; bunun dikkatlerden kaçmadığını da düşünebiliriz. Bu çerçevede kısaca hatırlatmak istiyorum, siyaset bilimine göre iktidarın üç dayanağının olduğunu biliyoruz: Sayı, organizasyon ve sermaye. Bütün bu kıstaslar bakımından islamcılığın önemli derecede iktidar kaynaklarına sahip olduğu açıktır: Sayıları çoktur, yaygın ve iç içe geçmiş bir örgütlenme ağına sahiptirler ve önemli bir sermaye gücüne ulaşmış durumdadırlar.

Bu yüzden, bir yeni 28 Şubat müdahalesi ile "light islam"dan "lighter islam"a geçiş programının geleceği belirsizdir. Üstelik yeni 28 Şubat'ın trajedi veya komedi ile sonuçlanabilme ihtimalinin, devlet kadrolarının dağınık ve ümitlerinin az olması nedeniyle daha kuvvetli olduğunu da hesaba katmak zorundayız. Ancak böyle bir operasyonun en derininde Türkiye'yi tamamen ABD ve AB emperyalizmine bağlamak amacına yönelik olacağını da görmek durumundayız. Muhtemel operasyon, toplumsal tabanını, milliyetçilerle, liberal ve sosyal demokrat orta sınıftan alacaktır. AKP, bu kesimleri çok öfkelendirmiştir. Belki de bu iş yalnızca Tayyip Erdoğan ve onun familyasından birinin cumhurbaşkanı olmasının engellenmesi ve devletten bazı kadroların tasfiyesi ile sınırlıdır. Göreceğiz. Ama bir yeni döneme girdiğimiz açıktır. İslamizm ve Kürdizm meselelerinde "Önce sopa ve sonra havuç" döneminin başladığına hükmedebiliriz.

Abdullah Gül'ün "Irak bölünür ve savaş çıkarsa, Türkler Kürtleri korur" sözü ile Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ'un göreve gelir gelmez "Kerkük'e dikkat!" demesi aynı bağlamda yer almaktadır. Kerkük oylaması sonrasında çıkacak iç savaş sonunda, Türkiye'nin NATO ve ABD desteği ve Barzani'nin talebiyle, Kuzey Irak'a ve bu arada Kerkük'e müdahale edebileceğini yukarıda yer verdiğimiz alametlerden ve önceki yazılarımızdan çıkarabiliyoruz. İslam ve Kürt meselelerinde, Türkiye'nin neredeyse bütünüyle ABD ve AB emperyalizminin paradigmalarına uygun biçimde hareket ettiğini ve edeceğini bir kere daha görüyoruz; biz solcular ülkemizin yazgısına ve geleceğine sahip çıkamazsak daha da göreceğiz.

yazici   mail
Bir kez daha ittifaklar ve cephemiz
Kemal Okuyan
Alametler
Tevfik Fikret Yılmaz