www.soL.org.tr
Genel sağlık sigortası
İlker Belek 25 Aralık 2006, Pazartesi
Anayasa Mahkemesi Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayı ve 31.5.2006 tarihli) 20’den fazla maddesini iptal etti, iptal ettiği maddelerin de yürütmesini durdurdu. Böylece durum biraz karıştı. Bu nedenle iptallerle ortaya çıkan karmaşayı düzelterek yasanın önümüze koyduğu çerçeveyi toparlamak durumundayız. Burada bunu yapmaya çalışacağım.

Bu yazı fazlasıyla teknik ve uzun olmak durumunda. Amacım, bu yasa ile şekillendirilen piyasalaştırma ortamına karşı mücadele eden yol arkadaşlarıma olabildiğince sadeleştirilmiş teknik bir doküman sunabilmek. Yazının uzun ve teknik olması bu kaygıdan kaynaklanıyor. Yani bu alışıldık bir köşe yazısı değil. Yasayı ve yasayla ilgili yazılanları yeniden değerlendirirken gördüm ki kitle örgütlerinin benzer amaçla ortaya çıkardıkları metinlerde kimi önemli kabalıklar, eksiklikler ve hatta yanlışlıklar var.

GSS ile ilgili iptaller hizmetten alınacak katkı paylarına ilişkin. Yasanın 68. maddesi bu durumu tanımlıyordu. Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayeneleri için 2 YTL, ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri ile ilaçlar için fiyatın %10-20’si oranında, diş tedavilerinde ise %50 oranında katılım payı alınması öngörülüyordu. İşte bu madde yalnızca memurlar açısından iptal edilmiş oldu. GSS yasasının kalanı aynen gündemde. Anayasa Mahkemesi’nin iptallerinin hemen tamamının yalnızca memurlara yönelik olması ve yasanın tüm olumsuzluklarını ve hak gasplarını işçiler için aynen onaylaması Türkiye kapitalizminin hukuka ne kadar şekilci baktığının da çok tipik bir göstergesi. Ayrıca bize, mücadelemizde hukuka değil de sınıf gücüne dayanmamız gerektiğini de net olarak gösteriyor. Şimdi yasaya bakalım.

Öncelikle herkesin bu sisteme üye olmak zorunda olduğunu belirtelim. İşçiler, memurlar, isteğe bağlı sigortalılar (tanımını daha sonra yapacağım), yeşil kartlılar, 65 yaşını doldurmuş muhtaç ve güçsüz olup aylık alanlar, harp malulü aylığı alanlar, işsizlik ödeneğinden yararlananlar, vb genel sağlık sigortalısı sayılıyor. Bunun anlamı bu grupların tümünün prim ödemekle yükümlü olmaları. Bu çerçevede önemli bir nokta da bir “diğer” grubunun tanımlanmış olması. Bu grup, az önce sayılanlara ek olarak, zorunlu sosyal sigorta kapsamı dışında bulunup, yeşil kart alma koşullarına da sahip olmayan ve çoğu düşük gelirli olanları tanımlıyor aslında. Sistem bunlardan asgari ücretin iki katı üzerinden %12’lik bir prim kesintisi yapmayı düşünüyor. Türkiye’de bu kapsamda yaklaşık 15 milyonluk bir nüfusun bulunduğunu, bu nüfusun kırsal kesimde, gecekondularda ve geri kalmış bölgelerde toplandığını biliyoruz. O nedenle yasanın bu yaklaşımı ne eşitlik ve adalet ilkeleriyle ne de böyle bir sistemin sürdürülebilirliğiyle bağdaşıyor. Bu 15 milyon kişinin kendilerinden istenen primi ödeyemeyeceğini, en azından Bağ-Kur deneyiminden biliyoruz.

Bir parantez yeşil kartlılar için açalım. Şu anda yeşil kart alabilmek için kişi başı gelirin asgari ücretin üçte birinin altında olması gerekiyor. İşte yeni yasa, yeşil kartlıların primini kamunun ödemesini öngörürken, yukarıda sayısını 15 milyon olarak tahmin ettiğimiz yeşil kart alma koşullarına sahip olmayan bireylerden prim almayı hedefliyor.

Yasa ilk sınırlamayı bakmakla yükümlü olunan kişilerde getiriyor. Çalışmayan eşler yine bakmakla yükümlü olunanlar arasında. Çocuklar ise 18 yaşını dolduruncaya kadar, eğer lise ve dengi bir okulda okuyorlarsa 20, yüksek öğrenim görüyorlarsa 25 yaşına kadar ve evlenmemiş olmak koşuluyla ailenin (baba diye düşünebiliriz) koruması altındalar. Çocuk okumuyorsa 18 yaşından, okuduğu taktirde ise 25 yaşından sonra kesinlikle aile korumasından çıkıyor. Eski durumda kız çocukları çalışmadıkları ve evli olmadıkları sürece ömür boyu ailenin koruması altındaydı.

Yasa hastalara sevk zorunluluğu getiriyor. Bu noktada aile hekimliği ile bağlantı kuruluyor. Hastalar önce bağlı oldukları aile hekimine, hekimin sevk etmesi durumunda anlaşmalı hastanelere gidecekler. Sevksiz olarak, yine anlaşmalı hastanelere gidenlerin sağlık giderlerinin ancak %70’i kurumca ödenecek. Aradaki %30’luk farkı ise sigortalı kendisi karşılayacak. Kurum anlaşmalı hastanelerle yaptığı sözleşmelere göre ödeyeceği fiyatları belirleyecek. Sağlık hizmeti fiyatlarının belirlenmesinde özel sektörün kar payı dikkate alınacak. Özel odaların ve öğretim üyesi tedavisinin giderleri kapsam dışı kalmış oluyor. Vatandaşların sözleşmesiz kurumlara gitme olanağı da var. Sözleşmesiz sağlık hizmeti üreticilerine sevkli başvuranların masrafının %70’i kurumca ödeniyor. Sözleşmesiz hizmet üreticilerine sevksiz gidildiğinde ödeme oranı %50’ye iniyor. Yasa hastaları sevk sistemine ve sözleşmeli kurum ağına uymaya zorluyor. Özel sağlık kurumlarının devletin belirlediği fiyatlardan hizmet sunmaya önemli derece ayak direyeceklerini de biliyoruz. Bu durumda, özel hastaneler, belki de devletle sözleşme yapmak ve devletin belirlediği fiyatlara uymak yerine, sözleşmesiz çalışmak ve kendilerine sevkli hasta çekmek eğiliminde olacaklardır. Çünkü bu durumda da belirledikleri fiyatın %70’ini devletten, kalanını da hastadan alabilme olanakları bulunuyor.

Bir diğer önemli ayrıntı prime esas kazançların hesaplanmasıyla ilgili. İşçiler ve devlet memurları için, prime esas kazanç, o ay içinde aldığı bütün ödemelerin (döner sermaye de dahil) brüt toplamı. Eğer kişinin özel sağlık veya emeklilik sigortası varsa, bu özel sigortaya yapılan ödemenin, asgari ücretin %30 kadarlık bir kısmı, prime esas oluşturacak brüt kazançtan düşülüyor. Burada özel sigortacılığın özendirilmesine yönelik bir tutum sergilendiği açık biçimde görülüyor. Gerçi bu özendirmeye gerek de yok. Çünkü daha şimdiden işçiler 9000 gün prim ödeme yükümlülüğüne bağlı olarak mezarda emekliliğe mahkum edildiklerinden, kendiliklerinden özel emeklilik fonlarının arayışı içine de gireceklerdir.

Kendi hesabına çalışanların prime esas kazancı ise asgari ücret ile asgari ücretin 6.5 katı (yaklaşık 3 000 YTL) arasında kalacak bir düzeyde kendilerinin bildireceği gelir olarak belirleniyor. Bu durumda bütün kendi hesabına çalışanların, bir denetim olmadığı taktirde, gelirlerini asgari ücret düzeyinde belirlemeye çalışacağı açık. Öte yandan, yasa, açıkça geliri 3 000 YTL üzerinde olan herkesi aynı kefeye koyarak, orta ve üst sınıfları koruyan bir tutum da sergilemiş oluyor. Bundan böyle aylık geliri 100 000 YTL olanın ödeyeceği prim miktarı, aylık geliri 3 000 YTL olanla aynı düzeyde olacak. Aylık geliri prime esas kazancın alt sınırından (asgari ücretten) düşük olanların ve ücretsiz çalışan sigortalıların kazancı asgari ücret kadar kabul ediliyor. Sigortalının kazancı asgari ücretin altında ise asgari ücret ile kişinin geliri arasındaki farkın primi ve ücretsiz sigortalıların (işverenin işyerinde ücretsiz çalışan eş) primi işverence ödeniyor.

Genel sağlık sigortası prim oranı, yukarıda belirlenen kazancın %12’si. Bunun %5’i sigortalıdan, kalanı da patrondan kesiliyor. İşçi, memur ve sözleşmeli personelin primini ödeme yükümlüsü işverenleri, kendi hesabına çalışanların ve isteğe bağlı sigortalıların prim ödeme yükümlüsü kendileri, yeşil kartlılarınki kamu idareleri, işsizlik ödeneğinden yararlananlarınki İŞKUR oluyor. Devlet de sigortalının prime esas kazancı üzerinden genel sağlık sigortası için %3 katkı yapıyor. Devletin bu katkısının sisteme girme olanağı bulunmayan vatandaşların primini finanse etmek için düşünüldüğü anlaşılıyor. Bu katkının bu amaç için tamamen yetersiz kalacağını belirtmiştik.

Prim borcu olanlar sağlık hizmetinden yararlanamıyorlar. Bu nokta sistemin sürdürülebilirliği hakkında da fikir veriyor. Çünkü, şu anda, 6 milyondan fazla Bağ-Kurlunun (toplamın yaklaşık %70’i) primlerini hiç ödeyemediğini ya da ancak düzensiz ödeyebildiğini biliyoruz. Devletin %3’lük katkısının, şu anda sosyal güvencesiz olanların ve primlerini düzenli ödeyemeyenlerin sağlık giderlerini nasıl karşılayacağı önemli bir sorun olarak duruyor.

Yasa bir de isteğe bağlı sigortalılık durumu tanımlıyor. İsteğe bağlı sigortalı olabilmek için işsiz ya da ayda 30 günden az çalışıyor olmak, gelirsiz olmak ve 18 yaşını doldurmuş olmak koşulları aranıyor. Ev hizmetlerinde süreksiz çalışanlar, yevmiyeli günlük işlerde çalışanlar, tarım ve orman işlerinde süreksiz çalışanlar, kendi hesabına çalışıp asgari ücretten az geliri olanlar isteğe bağlı sigortalılık kapsamına alınıyor. Bu kesim zaten düşük gelirli ve yeşil kart alma koşullarına da sahip olmayanlardan oluşuyor. İsteğe bağlı sigortalıların ödeyecekleri prim düzeyi, prime esas kazanç sınırları içinde kendi beyan ettikleri gelir düzeyinin %32’si kadar. Bu oran son derece yüksek. Düzenli işi ve geliri olmayanların gelirinin üçte birini sigorta primi (sağlık, kısa ve uzun dönemli sigorta kolları dahil) olarak kesmeyi acaba hangi kelimelerle tanımlamalı.

 Buradaki sorun isteğe bağlı sigortalı olarak düşünülenlerin bu durumlarıyla kendilerini nasıl sigortalatacakları noktasında ortaya çıkıyor. Üstelik yasa, bu durumda olanlar isteğe bağlı sigorta yaptıramadıkları taktirde sağlık hizmetinden nasıl yararlanacakları konusunda bir açıklık da getirmiyor.

Nihayet, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için genel sağlık sigortası prim borcunun bulunmaması gerekiyor. Yasa, borçluların sağlık hizmetinden yararlanamayacağını yazıyor.

Bu haliyle bu yasa, düzenli işi, geliri olmayanları, 18 yaşından büyük çocukları (eğitim sürecinde oldukları taktirde 25 yaşına kadar kurtarabilirler), evlenmemiş ya da işi olmayan kadınları neredeyse tümüyle kapsam dışına iten, memurlara %5, değişik üretim dallarında (malullük, iş göremezlik, meslek hastalığı, iş kazası gibi risk durumları gözetildiğinde) %32’ye kadar ulaşan prim yükü getiren, primini ödeyemeyenleri hizmetsiz bırakan bir yapıya sahip. Üstelik devlet bundan böyle finansmanda yalnızca bu sisteme güvenmekte ve genel bütçeden sağlığa aktarılan kaynağı da azaltmayı hedeflemekte. Bütün bunların kaçınılmaz biçimde halkın sağlığını olumsuz etkileyeceği ve geliri olanları da özel sağlık ve emeklilik sektörüne iteceği açık.
yazici   mail
Genel sağlık sigortası
İlker Belek
Çankaya egzersizleri
Kemal Okuyan
Ahlaksız teklif
Tevfik Çavdar