www.soL.org.tr
Hakaret meselesi
Aydemir Güler 24 Şubat 2007, Cumartesi
Benim de hakaretten yargılandığım olmuştu. Dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le ilgiliydi yanlış hatırlamıyorsam. Ancak ben, hakaret kastım yok, bu bir siyasi değerlendirmedir diye savunma yaparken samimiydim. Ne diye hakaret edecektim ki (!) zaten…

Basın Konseyi gazeteci Mehmet Ali Birand’ın bir toplantıda kendisine itiraz eden ya da daha doğrusu ders veren üniversite öğrencileri için “cahil” diye yazmasının hakaret olmadığı kanısına varmış. Cehalet bilmemek ise, Birand’ın haksız olduğu maddi bir gerçektir ve kanılarla ilgisi yoktur. Söz konusu tartışmada bilmeyen Birand, bilenlere cahil demiştir… burada hakaretten başka ne kasıt olabilir?

Dün de emekli paşa Edip Başer, DTP Diyarbakır il başkanına, üstelik televizyon ekranlarından “yaratık” dedi.

Bildiğim örnek olduğu için söylüyorum, ben Demirel’e olsa olsa yağma, talan gibi olgularla ilgili bir söz sarf etmişimdir. Bu bir siyasi değerlendirme konusu olabilir, yağma ve talanı başkaları hayatın temeli kabul edebilir. Yani nerede durduğuna bağlı olarak sonuç değişmektedir.

Birand’ın konusu ise bir maddi boyuta sahiptir. AB üyesi Fransa’nın halen askeri yöntemlerle müdahale ettiği eski sömürgeleri var mıdır, yok mudur? Olgusal bir durumdur bu. “Cahil” sözcüğü olguyu, yani öğrencilerin bilgisizliğini “saptayamadığına” göre, olsa olsa ve sadece aşağılamak için kullanılmıştır.

Peki “yaratık” ne demektir?

Konu yargıya taşınır taşınmaz ayrı konu. Ancak Türkiye’de bir paşanın bir Kürde hakaretten hüküm giymesi zaten mümkün olmayacaktır. Başer, Hilmi Özkök’ün sözde vatandaş dediği Kürtlere karşı düzenin dilini iyice bozmuştur.

Bu koşullarda “cahil” sözcüğünden sonra “yaratık” da artık hakaret sayılmamalıdır. Başka dillere en fazla küfür sözcükleri kazandırmış bir dilin konuşulduğu ülkemizde bu kapının açılması, açanlara hiç mi hiç yaramayacaktır.

DTP İl Başkanının çarpıtıldığını söylediği konuşmasından kendisine isnat edilen “Kerkük’e yönelik bir saldırı Diyarbakır’a yapılmış olur” ifadesi hakkında Başer devam etmekte ve kastını gerekçelendirmektedir: “Bunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyen, bu ulusun mensubuyum diyen hiç kimsenin…”

Bu “yaratık” nitelemesinin tanımı olabilir mi? Bundan böyle Türkiye’yi yönetenler vatandaşa  yakıştıramadıkları ifadelere rastladıklarında “yaratık” deme hakkını elde etmiş mi olacaklardır?

Ancak sorun hareketten ibaret değildir. Hakaret gelip geçer. Hakaret eden karşılığını alır. Önemli olan Kürt sorununda aralanmakta olan paketin kendisidir.

Türkiye’nin ister PKK’ye karşı, ister Türkmenler için, sınır ötesi harekat arzusunun ne anlama geldiği ısrarla tekrarlanmalıdır. Türkiye’nin, Irak topraklarına veya daha genel olarak Ortadoğu’ya “ABD’nin stratejik müttefiki” kimliğiyle girme olasılığı 1 Mart 2003’te tüketildi. Bu yeniden canlandırılabilir mi? Biraz zor…

Türkiye’nin, savaşa girecekse gerekçesi ya düşman Kürtlere karşı, ya da dost soydaşlar için olacaktır.

Bu bir tuzaktır. Sınırın ötesine adım attıktan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri artık ABD’nin komutası altına girer. Başka olasılık yoktur.

Hangi argümanla savunursa savunsun, dış müdahaleciler bu olasılığa yatırım yapmaktadır. Bunun bu ülkenin vatandaşı olmakla, bu topraklarda yaşamakla bağdaştırılması mümkün değildir. Bir paşa bu duruma uygun bir sıfat bulmuş ve kullanmış bulunmaktadır!

Ancak Türkiye’nin dış müdahalesine “hangi argümanla olursa olsun” değil, aklı başında tezlerle karşı çıkılmalıdır. Çünkü kimi argümanlar dönüp dolaşıp müdahalecilerin ve emperyalistlerin değirmenine su taşır. Barzani sınırın ötesinde tam bunu yapmaktadır. Barzani’nin tam bir bilinçle yaptığını Türkiye’de Kürt siyasetçileri zaman zaman tekrarlamaktadır…

“Türk milletinin çıkarları” diyen argümanların karşısına başka milletlerin çıkarları diye çıkılmasıyla yaratılan simetri alanına, bütünüyle emperyalizmin hakim olduğu bilinmelidir.

Örneği de az değil. 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkmasına vesile olan Rum faşist darbecileri ve Yunan cuntası bunu yapmıştır. Baas Irak’ının Kuveyt’e müdahalesine vesile olan tartışmalarda da bu olmuştur. Emperyalizm tavşana kaçacağı alanı göstermekte, tazıya tutması için göz kırpmakta, sonra gelip ormana el koymaktadır.

Kıbrıs’a çıkan TSK emperyalizmin Doğu Akdeniz’de büyük bir operasyonuna ön ayak olmuştur. Kuveyt’e giren Irak ordusu, emperyalizmin Ortadoğu’yu doğrudan işgalinin mazeretini üretmiştir.

Türkiye’yi Ortadoğu savaşına çekecek olan yolu döşeyenler ise, bilinçli işbirlikçiler ve şaşkınlar olarak ikiye ayrılır.

yazici   mail
Hakaret meselesi
Aydemir Güler