www.soL.org.tr
Çankaya’ya gider iken
Aydemir Güler 17 Mart 2007, Cumartesi

Cumhurbaşkanlığı eğer ülke yönetiminde siyasal mevzilerden biri ise, bir siyasi partinin burayı da fethetme hedefiyle hareket etmesinde şaşırtıcı bir durum yoktur. Zaten makamın ortaya çıktığı günden bu yana hep böyle olmuştur.

Ancak en güçlü siyasal hareket bu hedefe her zaman ulaşamaz.

Meselenin bir boyutu, 27 Mayıs 1960’dan bu yana, cumhurbaşkanlığı ve hükümetin tek bir odağın kontrolüne girdiği zaman dilimlerinin, darbe ile seçimlerin arasında kalan “olağandışı” Gürsel ve Evren dönemleri ile Özal’ın Çankaya’ya gidip henüz “Kızılay”ı Demirel’e vermediği ANAP yıllarından ibaret olmasıdır. Türkiye, bu çerçevede iktidarın temerküz etmesi olgusunu şimdi AKP ile yaşamaya başlayacaktır.

Bu değişik bir şeydir, ama özel bir gerginlik nedeni olması, bana pek anlamlı görünmüyor. Yalnızca tartışmalara psikolojik bir zemin hazırlamak açısından yeri vardır sözünü ettiğim tablonun.

Burjuvazinin tavrı da AKP’nin bu yoğunlaşmayı sağlamasına vize verildiğini gösteriyor. Ne kadar süreceğini, verdiğim üç örnekteki gibi istisnai ve geçici mi olacağını, yoksa önceki dönemler (Atatürk, İnönü, Bayar) gibi uzun mu süreceğini, henüz tam olarak bilemeyiz. Ancak büyük ihtimalle Erdoğan’ın adına yazılacağa benzeyen yeni Cumhurbaşkanlığı döneminin, ilk üç cumhurbaşkanı ile yapacağı çağrışımın yüzeysel ve biçimsel olacağını, bu kez yapının çok daha hassas ve kırılgan dengelere oturacağını kesinlikle ve güvenle söyleyebiliriz.

Daha önce başka bir yerde bu dönem düzenin sağlamlık derecesinin, çöküş korkusuyla belirleneceğini yazmıştım. Halen öyle düşünüyorum. Türkiye kapitalizminin gerçek bir istikrara sahip olması imkansızdır ve her denge durumunun arkasında “ya bozulursa” korkusu hissedilecektir.

Burjuvazinin vizesinde de aslında AKP’ye bunu hatırlatmak merkeze konmuştur. TÜSİAD’ın Erdoğan’a itiraz etmemesi ama uzlaşma telkin etmesini ben böyle okuyorum. Aman diyorlar, bir şey olmasın…

Dün Ertuğrul Özkök’ün aktardığı Citigroup raporu da aynı doğrultuda. Açıkça söylüyorlar; emperyalizmin temel hassasiyeti AKP’nin hükümette kalmasıdır. Cumhurbaşkanlığı'nın Erdoğan tarafından alınması ise hafif bir kaygı nedeni olmaktadır. Bu durumda “orta ve uzun vadede piyasalar nötr veya negatife dönebilir.” Denen budur, bundan ibarettir.

Elbette burjuvazi ve emperyalizmin bu rezervi AKP’nin aynı güçler tarafından tam denetim altına alınması açısından yeterlidir. Hem Kızılay’a hem Çankaya’ya ağırlık koyan, ama mutlak iktidar hayali göremeyecek denli titrek bir ülkeyi yöneten, dolayısıyla her adımında iki temel destekçisini gözetmek zorunda bir AKP…

AKP ise angajmana girmemekle birlikte son parti içi anket adımının da gösterdiği gibi önceliği Erdoğan’a vermektedir. Risk emperyalistlerle burjuvazinin daha bire bir denetimine girmek olacaksa, AKP açısından ne sakıncası olabilir ki…

Bu tabloda bir tek laisist direnişin herhangi bir değeri yok. Pragmatizmin bütün diğer ideolojiler karşısında, tur bindirerek üstünlük sağladığı Türkiye’de başı çeken akımın bütün mevzileri ele geçirmeyi hedeflemesinin olağan bulunacağı ve kitlelerce eninde sonunda onaylanacağı açıktır. Bu koşullarda laik kesimlerin Çankaya yokuşuna barikat denemelerinin ters tepme ve kah AKP’yi provoke ederek, kah muhalefete ciddiyet kaybettirerek Tayyip Erdoğan’ın önünü açtığını düşünmek bile mümkündür. Komplo teoricisi olsam, Erdoğan İlhan Selçuk’la anlaşmış derdim!

Öyle değil ama; aslında titrek ülkenin bütün iktidarını AKP’ye teslim etmenin bu dönem içerdeki diğer güçlerin de işine geldiğini düşünmekte bir sakınca yoktur. Bu koşullarda asker ve milliyetçi muhalefet “kişilikli pazarlıkçı” rolünü topluma siyasal alternatif diye sunma imkanını koruyacaktır.

Bizim tarafa gelirsek; en kısa zaman içinde, tartışmayı isimler ekseninden çıkartmak ve Çankaya’nın bu kirli düzenin hangi çarkını temsil ettiği sorusunun üstüne gitmek gerekmektedir.

yazici   mail
Çankaya’ya gider iken
Aydemir Güler
Bu nasıl bir çelişkidir?
İzzettin Önder