www.soL.org.tr
2 Mart'tan başlıklar
Aydemir Güler 4 Mart 2008, Salı

Siyasetin kötü, kirli bir iş olduğu, düzenin son derece yaygın bir ideolojik temasıdır. Bu, öyle kitlelerin bağrından çıkmış bir yargı sayılmamalıdır. Siyasetin "daha az" ya da "yeter" sayıda kişi tarafından yapılmasını tercih eden bir düzenin, siyaseti kitlesizleştirmesinin birkaç temel yolu olabilir. Biri yasaklamaktır ve Türkiye'de emekçiler için fiili yasaklar ve hukuki kısıtlar vardır. Bir diğeri siyasetin giriş kapısına bir turnike koymak ve para kesmektir; siyasette bu da vardır. Bir diğeri siyaseti aşağılamak, kirli bir kurum ve alan olarak sunmaktır. Bu sonuncusunda, düzen, hiç zorlanmaz. Çünkü gerçekten de onların siyaseti çamur gibi bir şeydir!

Medyanın ve devletin 2 Mart mitingine yaklaşımı bunun canlı örneğidir.

İstanbul valisi "musluk pompası" logosunu beğenmemiş. Bu logonun kamuoyunda tanınmasına kısmen vesile olan, geçtiğimiz haftalarda objektiflerini kapatmak yerine görsel bir öğe olarak pompaya yönelten medya da, anlaşılan yaptığına pişman olmuş. Ve yine anlaşılan, AKP'nin bu işe canı pek sıkılmış.

Pompayı yasaklamak için devletin verdiği uğraşın gazetelerde "kurumsal kişiliklere hakaretin engellenmeye çalışılması" olarak aktarılması, kirliliğin göstergesi değilse nedir!

Medyanın mitingi görmezden geleceğini, Kemal Okuyan, kürsüden, yani daha miting devam ederken öngörmüş ve dile getirmişti. Biz, basın yayın organlarının elinde, kullanılmamak kaydıyla ayrılmış duran arşivimizin giderek daha fazla yer tutar hale gelmesini normal karşılıyoruz. Yeni değil, başından beri böyle devam ediyor.

Büyük çoğunluğu birer genç emekçi olan muhabirlerin emeğine üzülüyoruz. Medya dendiğinde, eylemlerimizi, açıklamalarımızı bu emekçi muhabirlerin gelip izlemelerini kâr saymaktan başka yapacak bir şey olmadığını, yani medyanın o ölçüde kirli olduğunu da biliyoruz.

Sayı saymasını bilmeyenlerin, o genç emekçiler olmadıklarını da biliyoruz. Haber merkezlerine bizim yanımızdan geçiyorlar, sayı tahminlerini çünkü.

2 Mart mitingine birtakım skandallar, ucuzluklar masa başında atfedildi. Bunlara da ne şaşırdım, ne üzüldüm. Artık kızmıyorum da. Bu tahrifat ve yalan mekanizmasının düzenin siyaseti kirli bir alan olarak yansıtma operasyonunun parçası olduğunu düşünmek daha doğru. 2 Mart mitingine tanık olan birkaç on bin kişinin, bu birkaç on binin doğrudan temas edeceği yüz binlerin ve hazırlık çalışmalarıyla yolu bir biçimde kesişen milyon kişinin, bu medya aynasına baktığında, "bu işler böyle dönüyorsa lanet olsun" diyeceklerini ve siyasete soğuyacaklarını düşünüyor olabilirler mi?

Yanılıyorlar...

Kemal'in konuşmasındaki bir diğer çağrı da, emekçilerin siyasete kazanılması çağrısıydı.

2 Mart mitinginde hayatlarında ilk kez işyerinde yaşadıkları mücadeleyi, bir alanda, başka kesimlerden güçlerle birlikte hükümet partisine karşı eylemde bütünleştiren emekçiler vardı. Yaşamlarında ilk kez alana çıktıkları belli liseliler vardı. Uzun süredir alana çıkmaya ara vermiş olanlar orta yaşlılar da vardı...

Ancak katılım çeşitliliği ve değerli sayılar yalnızca birer gösterge, birer veri. Temsil ettikleri gerçeklik daha geniş. Bu gerçeklik peş peşe ve topu topu, şu nereye gideceği belirsiz 2008 yılının iki aylık ilk günlerinde ortaya çıkan başka göstergelere de sahip...

Üniversite Konseyleri Derneğinin 7500 imzayı aşan kampanyası Türkiye'de aydın kimliğinin solla buluşmasında nadir etkili örneklerden biridir. Şöyle söyleyeyim; bu örneklerden yılda birkaç tane değil, on yıllarla ölçülen zaman dilimlerinde bir iki tane falan bulunur. AKP'nin gericiliği 12 Eylül'ün gericiliğiyle (belki aklımdaki bu benzetme beni, söyleyeceğim karşılaştırmaya ittiriyordur; ama çok yanılmadığıma eminim...) ve ÜKD'nin karşı çıkışı da Aydınlar Dilekçesiyle boy ölçüşmektedir. Herkes, bu toplumsal ve siyasal değerin farkına varmalıdır.

Üniversite öğrencilerinin bir dizi kampüste yaptıkları ilerici eylemler, solcu öğrenci hareketinin uzun süredir yitirdiği toplumsal meşruiyet bağını geri almaktadır. Tarih vermek gerekirse, 1996'nın 29 Şubat'ında İstanbul Üniversitesinde işgal ölçüsünde radikal bir eylem yapan öğrenciler, parasız eğitim talepleriyle halkın vicdanı olmuşlardı. Doğrusu, ben kendi payıma, öncesinde, hiç olmazsa, 1980'de başlayan kendi üniversitelilik dönemimde benzerine tanık olmadığımı söyleyebilirim. 96 sonrasında solcu öğrenci hareketi yükselmeye bir süre daha devam etti. Sonra piyasa kuşatması üniversitenin solla arasındaki beslenme kanallarını düpedüz kurutmaya başladı. 2008'in başında tam bu noktada bir yeşerme görmek mümkündür ve yine herkes bunu çok önemsemelidir.

Benzer iyimser verilerin emekçiler cenahında daha fazla birikmeye ihtiyacı olduğunu hissediyorum.

Ama 2 Mart günü hakkında sohbet ederken, bir diğer toplumsallıktan söz etmeden geçemeyeceğim. Acaba ne kadar zamandır, "Kürt kimliği", doğrudan kendisine ait olmayan, başka eğilim, kesim ve kimliklerle paylaştığı bir alanda kendini bu kadar rahat, evinde hissetmiştir?

Yanlış hatırlamıyorsam iki buçuk yıl kadar önce TKP'nin kuruluş yıldönümünü vesilesiyle düzenlenen bir açık hava toplantısında, kürsüyü bir dizi komünist Kürt işçi paylaşmıştı. Bu konuşmacılar komünist, Kürt ve işçi oldukları için özel ve suni olarak seçilmemişlerdi ve kürsü onlar için son derece doğaldı... Ancak bugün farklı ve ilginç bir konjonktürde olduğumuzu, yine herkes ciddiye almalıdır.

2008 yılının başında Kürt toplumu bir kesimiyle Türk toplumundan ayrışmakta, bir diğer kesimiyle de birlikte varoluşun imkanlarını aramaktadır. 2 Mart'ta Kadıköy alanında Kürt kökenlilerin oranından bağımsız olarak, o alandaki Kürt emekçileri söz konusu sağlıklı arayışı temsil ediyorlardı. Kendilerini rahat ve güvenli hissetmelerini, ben bu güçlü temsiliyetle açıklıyorum...

AKP'yi istemiyoruz mitingi hakkında daha konuşuruz... Tek bir maksatla. Yaptığımız işin önemini daha fazla kavramak ve daha iyisini yapabilmek için.

yazici   mail