www.soL.org.tr
Yarılma ve dibe vuruş ya da "çok alametler belirdi, vakit tamamdır..."
Nurettin Abacıoğlu 3 Nisan 2008, Perşembe

Neredeyse AKP açısından da mutlak gibi görünen gerçekleşti ve Anayasa mahkemesi kapatma davası ile ilgili Cumhuriyet Başsavcısının verdiği iddianameyi kabul ederek, süreci başlattı.

Önümüzdeki günler, yeni açılım ve siyasi manevralara gebedir.

Olayın doğal akışı içinde, AKP savunmasını hazırlayacaktır. Bir taraftan da, bu Anayasa hükümleri ve mahkeme edimleriyle yargılanmamak için yeni formüller geliştirmeye çabalayacaktır. Koparılan gürültüye bakılırsa, kendine demokrat AKP ve çevre halkaları, anayasa ve hukuk kendilerine dokunduğunda birden mazlum demokrat ve özgürlük savaşçıları olup çıkıvermektedir.

Geçen hafta panoraması içinden, sürece ilişkin başlıca iç ve dış iki açılım gözlendi. Bunlardan iç açılım, Türkiye burjuvazisinden geldi ve süreci dengeleme için çare arayışları siyasetçilere itidal çağrılarına yedeklendi. Ne var ki, bir sonuca ulaşılamadı.

Burjuvazinin asli çıkarının, sermaye birikimini olanaklı kılabilecek bir siyasal konjontürü korumak ve kollamak olduğunu hem demeçlerden ve hem de girişimlerden okumak olası idi. Geçmişte, iç siyasete çok daha belirleyici olarak vaziyet edebilen Türkiye büyük burjuvazisi, bu kez sesine, hükümet kanadından arzu ettiği siyasi bir yanıtı  alamadı... Nedenini algılamak için "arif olmaya" gerek yok. Neredeyse siyasi krizin hemen her aşamasında ABD-AB mihverinin desteğini, tam da yanında bulan AKP hükümeti, yola kendi bildiği gibi devam edeceğine dair işaretler verdi.

AKP'yi, AKP kılan önemli bir özellik, ABD ve AB sermaye ve siyasasının mutlak desteğini ardında yedeklemiş olmasıdır. Hatta bunun siyasi karinesi ve atfını, başbakan "BOP eşbaşkanlığı" nda bulduğunu çeşitli demeçlerinde sürekli vurgulamaktadır.

İşte bu çerçeveyle sıkı bağlantılı olarak, ABD ve AB'nin çeşitli yetkilileri, memleket ahalisine Türkiye'deki  demokrasi ve özgürlüklerin nasıl kavranması gerektiğine dair sürekli talkında bulundular. Bu da, haftanın dış mihraklı özelliği olarak öne çıktı. Bir yandan neyin nasıl yapılması gerektiğine dair reçeteler düzülürken, AB komiseri, bu ahvalin devamı halinde, Türkiye'yle  müzakerelerin kesilebileceği tehdidinde de bulundu...

Kuşkusuz bu gelişmelere "sen kimsin yahu"  diyen bir siyaset erbabı da çıkmadı...

Bu laflara bakıldığında, burjuvazinin itidal çağrılarıyla, sermaye hegemonyasının mihver ülkelerinden gelen demokrasi ve özgürlük çağrılarının ortak bir kapıya çıktığını anlamamak elde değildir. Bu çağrıların temelinde, halkın dert ve çıkarlarından ziyade, iç ve dış ittifakların Türkiye üzerindeki tahayyüllerinin sekteye uğrayıp, uğramayacağı endişesi yatmaktadır. İşte kopartılan gürültü budur. Bu arada, demokrasiciliğin ve özgürlükçülüğün sol profilden dönmeleri de, sermayenin sınıfsal refleksine sürekli alkış tutumaktadır...  

Türkiye'nin, o küreselleşme terimiyle göze, kulağa yumuşatılan emperyalist-kapitalist sisteme mutlak ehlileştirilmesi için, bugüne değin yapılan, edilenler mümkün değil yeterli algılanmamaktadır..

Daha yapılması gerekenler bulunmaktadır... Bir defa, sokaktaki vatandaş, memleketin "laik" değil, "ılımlı bir islam" cumhuriyeti olması gerektiğine ikna edilmelidir. Ilımlı islam, inanç üzerinden bir özgürlük kılığına sokulduğunda, umacısı "laik"liğin demokratik dönüşümle tebdil edilmesi, neredeyse kaçınılmaz bir okuma olmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşunda, bu umacıyı bu coğrafyaya tebelleş ettiren "Kemalizm" de artık bu potada ve küresel efendiler indinde, harcanmasında sakınca olmayan bir bunalım olarak sayılmaktadır.

Ekonominin teslim alınması, siyasanın buna uydurulması ve kamusal birikimlerin, kamuoyu önünde ilga ile malul hale konması, tamamlandığına göre... İşte yukarıda anlatılan son hesaplaşmadaki bitirici darbe ile, iş sünnetine tebdil olmaktadır.

Yerli aktörler arasında sürdürülüyormuş gibi yazılan senaryonun, senaristinden, prodüktörüne çevrilen film aslında bir Holivut-Avrupa ortak ürünüdür... Türkiye film setinden, vazgeçemeyen yabancı prodükterlerin, dayanılmaz istekliliğinin nedeni de, kapitalizmin bitip, tükenmeyecek krizlerininden sarmallamaya çabaladıkları sermaye birikimine ilişkin uygulama reçetelerinin önünü açacak, yeni ve çevre finans yolları bulma zorunluluğudur.

Bunun için izlenen yol haritası, iki çatıya denk düşmektedir: Birinci bakımdan, Büyük Orta Doğu coğrafyası çalkalanmaktadır.. Haritalar baştan çizilirken, halklar, demokrasi ve özgürlük avazlarıyla kitaba uygun kafalanmaktadır. Kafalanamıyanlar, silahlı demokrasi güçlerince yer ile yeksan kılınmaktadır.  Bölgenin kimi coğrafyalarında uygulanan aynen budur. Ne var ki, ehlileştirmenin sınırı da yoktur.. Kimi ve geçmiş bir bağımsızlıkçı çizgiden yürümüş Türkiye coğrafyasının "Cumhuriyet Değerleri", peşinen yerin dibine gömülmeli ve böylece, hem de yeni bir iç merkezli bir kontrol zemininin pekiştirilmesi ile, diğer milletlere örnek olacak bir odak da tarih sahnesinden sanki hiç olmamış gibi silinmelidir...

Kendi geçmişinin ve yaşamayı umduğu geleceğinin, kafalara çakılırcasını gömüldüğünü gören yurdum insanlarının da çaresizliklerine çare olacak bir tavra her zamankinden daha acil bir ihtiyaç duyulmaktadır. Bu tavrın yegane pusulası sola işaret etmektedir. Memleketin insanları, bu ihtiyaca cevap verecek doğru siyasete özlemi, bu bağlamda ve gerçekte de hem idrak ve hem de gündem etmektedir. Cumhuriyet değerlerini birikim olarak kendisine zemin alan doğru bir antiemperyalist kavrayış, tam da bu gündemin muhatabı görünmektedir...

Hadi sona, "Kıyamet Sureleri" nden bir alıntıyı şerh düşüp söze, sözün ustasından yol verelim...

"Yedi kat yerin altından uğultular geliyor. /Çok alametler belirdi, vakit tamamdır.

.../.../...

Duyuldu kim ölüp kar edile, /kendi kendileri reddü inkar edile /ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin. /Duyuldu uykusundan uyandığı /zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin...

Doğruysa..., duyduk duymadık demeyelim....

[email protected]

 

yazici   mail