www.soL.org.tr
Her şey bir cinnete bakar!
Sinan Deniz 5 Ocak 2007, Cuma

Dünyanın egemeni olmak tam da böyle bir şey; egemen olan, ne kutsal olanla, ne de kural olanla kendisini bağlı hisseder. Çünkü sadece her daim kendi kendisini kutsadığı için başkasına kutsal olan ona çok gülünç ve anlamsız gelmez; aynı zamanda kendi kurallarını kendisi koyduğu ve başkalarını da bu yeni kurallara uymaya mecbur kıldığından olsa gerek, kendi damgasını taşımayan kural ve kutsal olanı, üzeri serbestçe çiğnenecekler kontenjanına ayırır.

Peki, egemen olanın, başka ülkelerin “uluslararası hukuk” ile belirlenmiş egemenlik haklarını hiç bir çekinge hissetmeden müsvedde bir kağıt gibi buruşturup çöpe atarken gösterdiği şımarık nadanlığı “tarihte zorun hükmediciliği” ile açıklamak yeterli midir? Ya da bu soru şöyle de sorulabilir: Yeryüzünde ilk gözümüze çarpan mıdır hakikatin kendisi?  ABD'nin 20 Mart 2003'den bu yana işgal altında tuttuğu Irak'ın Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'i müslümanların kutsal saydığı kurban bayramı arifesinde idam etmesinin altında yatan gerçekler, bu soruya doğru yanıt verilebilmesini sağlayacak ipuçlarını da barındırıyor.

Öncelikle Saddam Hüseyin'in infazının tam da Kurban Bayramı arifesine denk getirilmesi, Müslümanların önemli bir kesimince “kutsallığın hiçe sayılması” değerlendirmelerine yol açmış olmakla birlikte gerçek bundan çok daha karmaşıktır. Eğer ABD, Irak'ta muzaffer bir konumda olsaydı, hiç kuşku duyulmasın ki, işgal altında tuttuğu topraklardaki kutsal olanla “pozitif anlamda” daha fazla yakınlaşmaya çaba sarfedecekti. Ne ki, ABD artık Irak'ta yenik bir güç konumundadır ve kutsal olanın çiğnenmesi, saflaşmanın daha sert yaşanması açısından ona çok daha ehven görünmektedir. Başka bir ifadeyle, ABD, kutsal olanı çiğneyerek, kendisiyle işbirliğine giren Iraklı güçleri kendisine daha fazla biat etmeye zorlamaktadır. Bu nedenle, Saddam Hüseyin'in bayram arefesinde idam edilmesinden hiç gocunmayan, aksine sevinç gösterileri düzenleyenleri, ABD'nin en rafine işbirlikçileri olarak tanımlamak yanlış olmaz.

Saddam Hüseyin'in idamını gerçekleştiren cellatlara emri veren, ilk bakışta akla geleceği üzere, egemenliğini daha fazla pekiştirmek adına pervasız şiddete başvuran bir güç değildir. Aksine, karşılaştığı çetin direniş nedeniyle sürekli hırpalanan, güçsüzleşen, güçsüzleştikçe pervasızlaşarak daha fazla saldırganlaşan ve poposuna yediği ağır tekmeler sonrasında karizmasını bütünüyle çizdirmemek adına encamını uzatmaya çalışan bir yenilmişin politikasıdır.

Yargılamanın “bağımsız Irak mahkemeleri”nce yapıldığı savının ABD tarafından bu kadar yüksek sesle dile getirilmesi, Irak'ta işgal sonrası oluşturulan bu kukla mahkemenin bağımlılığının ispatından başka bir işe yaramamaktadır. Ki, bu kukla mahkemelerin aldığı kararı, “adalet” diye yutturma çabası, “dünya üzerine gelse iplemeyecek” denli muktedirliği değil, aksine acizliği tanıtlamaktadır.

Saddam Hüseyin'in yargılandığı “suç”ların kapsamının yine işgalci güçler tarafından sınırlandırılması, dahası aceleyle alınan kararın yine aceleyle infaz edilmesi, “uluslararası hukuku hiçe sayan” bir egemenin burnundan kıl aldırmaz tavrından çok, bir takım suçları eşeleyerek burunlara hiç de hoş olmayan kokuların ulaşmasını engellemeye çalışan “yavuz hırsız”ın hikayesini akla getirmektedir. Bugün, özellikle İran - Irak savaşı döneminde işlenen insanlık suçlarındaki "global ortaklığı" kanıtlayacak donelerin ipuçları ortadadır. Bu ipuçlarının derinleşme ihtimali bile işgalci emperyalistleri yeterince ürkütmeye yeterliydi ki, Saddam Hüseyin'in acel tecel yargılanması ve hızla boğazlanması başka türlü izah edilemez. Saddam Hüseyin, “global suç ortaklığı”nın birinci dereceden tanığıydı ve onun sonsuza dek susturulması dünya halklarının bilmemesi gerekenlerin üzerini iyice örtmüştür. Ama yine de ipuçları maymun mabadı misali emperyalizmin iğrenç ikiyüzlülüğünü haykırmaya ve korkusu olmaya devam etmektedir:

* Saddam Hüseyin, Irak Komünist Partisi’ni imha ederken CIA'den destek aldı. Saddam iktidarı ele geçirdikten sonra ABD istihbaratı Bağdat ve diğer kentlerdeki komünistlerin ev adreslerini verdi; amaç, Irak'taki Sovyet nüfuzunu ortadan kaldırmaktı. Saddam'ın muhaberatı her evi ziyaret etti, içeride kim var kim yoksa tutukladı ve birçoğunu katletti. Komünistler, eşleri ve çocukları idam edilmeden önce Ebu Garib'de işkencenin her türlüsüyle karşılaştılar.

* Saddam Hüseyin'in 1980'deki İran istilası öncesinde üst düzey Amerikalı yetkililerle bir dizi toplantı yaptığına ve Pentagon'un, İran'ın savaş düzeni hakkında istihbarat sağlayarak Irak askeri aygıtına yardım etmesi emri aldığına dair giderek artan kanıtlar var. Eylül 1980'de Pentagon'a davet edilen bir Alman silah tüccarına İran cephe hatlarını gösteren en son ABD uydu fotoğraflarının teslim edildiği bizzat bu tüccar tarafından yıllar sonra açıklandı. Tüccar, "Fotoğraflarda her şeyi görebiliyordunuz. Abadan'daki ve Hürremşehr'in arkasındaki top mevzilerini, Karun Nehri'nin doğusundaki siperleri, ki binlerceydi, Kürdistan'a doğru sınırın İran tarafındaki bütün bölgeyi kaplayan kamuflajlı tankları... Bir ordu bundan daha fazlasını isteyemezdi. Ve bu haritalarla birlikte Washington'dan Frankfurt'a, oradan da Bağdat'a uçtum. Iraklılar çok ama çok minnettardı!" diyordu. 

* İran - Irak savaşı sırasında Saddam Hüseyin'in kullandığı kimyasal silahların ABD tarafından verildiğine ilişkin güçlü kanıtlar var.  İran bu iddiayı ortaya attığında Washington reddetmişti. Ama bu dönemde Irak ile ABD arasında bir dizi müzakere gerçekleştirilmişti. Eski ABD Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld'in bu müzakerelerde oynadığı manalı role ilişkin iddialar da ortaya atıldı.

* 25 Mayıs 1994'te ABD Senatosu Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi'nin "ABD'nin Irak'a yönelik kimyasal ve biyolojik savaş doğrultusunda çift amaçlı kullanılabilir ürün ihracatı ve bunların Körfez Savaşı'nın sağlık açısından sonuçlarına olası etkileri" başlıklı raporu Kongre'yi Amerikan firmalarının yönetimin onayıyla 1985 öncesinde Irak'a gönderdiği biyolojik maddeler hakkında bilgilendiriyordu.  Adı geçen maddeler arasında şarbon üretiminde kullanılan bacillus anthracis, clostridium botulinum, histoplasma capsulatum, clostridium perfringens ve escherichia coli vardı. Senato raporu şu sonuca varıyordu: "ABD, Irak hükümetine 'ikili kullanım' lisanslı maddeler sağladı ve bunlar Irak'ın kimyasal, biyolojik silah ve füze sistemleri programlarında kullanıldı... Irak'a verilenler arasında kimyasal silah tesislerine dair planlar ve teknik çizimler, kimyasal silah kullanımını sağlayan ekipmanlar da vardı."

* İngiltere'nin de ABD'den geri kalır herhangi bir tarafı yoktu. 1988'de Bağdat'a 200 bin sterlin değerinde hardal gazının iki muhtevasından biri olan thiodiglycol ihraç edilmiş, ertesi sene 50 bin sterlin değerinde aynı maddeden gönderilmişti. Bu madde tükenmez kalem mürekkebi ve boya yapımında da kullanılabiliyordu; ABD Senatosu'nun raporundaki “çift taraflı kullanılabilen” diğer kimyasallar gibi...

* Rumsfeld'in Irak'ta kimyasal silahlarla işlenen suçlara ilişkin suç ortaklığı Saddam Hüseyin'in kukla mahkemedeki yargılanması sırasında da ortaya çıktı. Saddam Hüseyin'in mahkemede Rumsfeld ile ilişkilerini anlatmasına asla izin verilmedi.  Ve eğer yasaklanmasaydı, Saddam Hüseyin Başkan Bush'un babasıyla olan ilişkilerinden de söz edecekti. Ve aslında o zaman asanlarla asılanın yıllarca aynı çukur içinde nasıl birlikte debelenmiş olduklarını çok daha net görebilecektik. Ya da Saddam Hüseyin'in kullandığı böcek ilaçlarından bazılarının Almanya'dan geldiğini, bu ilaçların nasıl kimyasal silah olarak kullanıldığını sorgulama imkanı olsaydı, adı ister ABD, ister İngiltere, isterse de Almanya olsun, emperyalizmin çıkarlarına denk düşmedikçe “insanlık” diye bir davasının olamayacağı herkes tarafından rahatlıkla anlaşılabilecekti.

* İşte bu ekipmanlarla üretilen kimyasal silahlar, önce İran askerlerinin üzerinde denendi. İngiliz Independent Gazetesi'nin Ortadoğu Muhabiri Robert Fisk, savaş alanından Tahran'a dönen bir sıhhiye trenine ilişkin gözlemlerini, "öksürdüğünde ciğerlerinden kan ve balgam kusan yüzlerce İranlı asker vardı; askerlerin eşyalarına bile o kadar çok gaz sıvanmıştı ki, pencereleri açmak zorunda kaldım. Kolları ve yüzleri kabarcıklarla kaplıydı. Ardından o kabarcıkların da üzerinde yeni deriler ve kabarcıklar çıktı. Çoğu korkunç biçimde yanmıştı" diye anlatmıştı. Bu gaz, daha sonra Halepçe'de Kürtlere karşı da kullanıldı.

* ABD'nin suçları, kimyasal silahların hammaddelerinin satışıyla da sınırlı değildi. Saddam Hüseyin, ABD tarafından kredilerle de desteklendi. Irak'a 1982'de vermeye başladığı kredilerin ayrıntıları konusunda hâlâ kimsenin bilgisi yok. Saddam Hüseyin öldüğü için zaten bunları artık öğrenmek de mümkün olmayacak. 300 milyon dolarlık ilk kredi, Ürdün ve Kuveyt'ten alınan Amerikan silahlarına harcanmıştı. 1987'ye gelindiğinde ise ABD'nin Saddam Hüseyin'e taahüt ettiği kredi miktarı tam 1 milyar dolardı. 

* Üstelik krediler sadece ABD menşeli de değildi. Britanya, Observer muhabiri Ferzad Bazuft'un Bağdat'ta tutuklanmasından kısa süre sonra Saddam Hüseyin'e 250 milyon pound'luk kredi garantisi verdi. Bazuft, ABD'nin gönderdiği kimyasal bileşenlerinin kullanıldığı Hilla fabrikasındaki bir patlamayı araştırmaktaydı ve İngiltere'nin baskısına rağmen asıldı. Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı William Waldegrave'ın şu sözleri emperyalistlerin Irak'a bakışını özetlemesi bakımından hayli ilginçtir:  "Diplomatik gücümüzü doğru kullanırsak, Britanya'nın gelecekte fayda sağlayacağı son derece büyük bir potansiyel pazar söz konusu... Birkaç Bazuft daha veya bir başka ülke içi baskı bunu zorlaştıracaktır."

İnfaz sabahı Saddam Hüseyin ve celladı, karşılıklı olarak birbirlerinin yüzüne "cehenneme git" diye bağırdılar. Oysa her ikisinin de gözden kaçırdığı,  kurbanı az sonra sırlarıyla birlikte toprağa gömecek olan emperyalistler yer yüzünde var oldukça, gidilecek başka bir cehennem olmadığı gerçeğiydi. Ve bu cehennemde,  işbirlikçi iktidarların varlığı egemenlik, kukla mahkemelerin kararları adalet diye sunuldukça, alevlerin daha bir harlanacağından hiç kuşku yok. Ve alevler harlandıkça da...  Dondurmam Gaymak'ta tekellere karşı direnen dondurmacının dediği gibi: "Herşey bir cinnete bakar!"

yazici   mail