www.soL.org.tr
İktidarı doğru okumak
Kemal Okuyan 5 Ocak 2007, Cuma

Erdoğan hükümetinin ilk yıllarıydı, uluslararası bir toplantıda, Avrupalılara "sol" adına, "AKP'nin gerçekte iktidar olamadığı" anlatılıp, bu partiye "asıl" iktidar odağı silahlı kuvvetler karşısında yardımcı olunması, cesaret verilmesi gerektiği söylendiğinde, hem şaşırmış hem sinirlenmiştim.

AKP'ye, kendi niyetlerinden bağımsız bir demokratikleşme misyonu yükleniyordu.

Bundan hiç vazgeçilmediği için "sol"dan gelen bu düşüncelere bir süre sonra şaşırmaz olduk. Geçenlerde Aydemir Güler Komünist'teki yazısına, Türkiye solunda kendi kaderini AKP ile özdeşleştirmiş olanların dilinden nelerin döküldüğünü konu etmişti.

Bunlar seçim yaklaşırken eski göz ağrıları CHP'yi de şöyle bir yoklarlar, SHP'yle uzun uzun görüşürler, ama başarısını için için arzulayacakları parti AKP'dir.

Çünkü AKP, şöyledir böyledir ama Türkiye'de devletin derin iktidarını sorgulamakta, hiç değilse onu geriletmeye çalışmaktadır.

Yaklaşım bu!

Seçmen iradesine saygı... Silahlı kuvvetlerin rolünün azaltılması... Siyasetin sivilleştirilmesi...

Bunlar da yaklaşımın gerekçeleri...

O zaman sorumuzu bu kez ciddiye alalım ve yanıtlamaya çalışalım: Türkiye'de iktidar kimde?

AKP'nin ancak hükümet olabildiği, iktidarın ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin elinde kaldığı düşüncesi doğru mudur?

Bu düşünce doğru değildir. Bu düşünce doğru olmadığı gibi, iktidar olgusunu sınıfsal temellere oturtan marksist düşünceyle de açık bir biçimde çelişmektedir.

Türkiye'de iktidarın sahibi, uluslararası bağlarıyla, büyük sermayedir. Devlet, hükümet, "anayasal kurumlar", siyasi partiler, bunların hepsi büyük sermayenin egemenliğinin gerekleri doğrultusunda konumlanır ve birbirlerini tamamlarlar.

İktidarın iç gerilimlerinin bir bölümü, sistemin her bir aktöre başka bir misyon, başka bir rol için alan açmasından kaynaklanmaktadır. Hatta bu gerilimlerin çoğu kez sistemin kırılganlığını azalttığı, düzen dışı yönelimleri etkisizleştirdiği de bir gerçektir.

Ancak sürekli kriz üreten yapısıyla kapitalizmin siyasal ve ideolojik alanda yalnızca dağıtılmış rollerle yol aldığı hiçbir biçimde söylenemez. Sermaye sınıfı içerisindeki farklılıklar, toplumdaki ideolojik eğilimlerin her zaman burjuvazinin gündelik gereksinimlerine yanıt vermemesi, emperyalist odakların müdahaleleri, bu odaklar arasındaki gerilimlerin iç politikaya yansıması ve emekçi kitlelerin mücadele ve taleplerinin sistemin kritik noktalarını aşındırması, burjuva egemenliğinin iç tansiyonunu yükselten temel nedenlerdir.

Burjuva iktidarı dendiğinde kavramamız gereken, bir bütün olarak sermayenin egemenlik aygıtıdır.

Bu aygıt içerisinde hangi unsurun başat olduğu ya da diğerlerine göre daha fazla ağırlıkla hareket ettiği elbette önemlidir. Bununla birlikte, her zaman göz önünde bulundurulması gereken, sermaye egemenliğinin bütünüdür.

Türkiye'de AKP'nin hükümet, TSK'nın iktidar olduğu değerlendirmesi, bir yerden sonra zararlıdır. Sermaye iktidarında devlet kurumlarının daha kalıcı olduğu, süreklilik esasına göre yapılandırıldıkları, bu açıdan "değişken" siyaset karşısında sistemin sabitleri olarak işlev gördükleri açık. Bunun üzerine Türkiye'de TSK'nın kurucu misyonunu, orduya Soğuk Savaş döneminde emperyalistlerce yüklenen uluslararası görevleri eklediğimizde askerin siyaset üzerindeki ağırlığını ya da daha doğru bir ifadeyle askerin siyasal ağırlığını doğal karşılamak gerek.

Bununla birlikte bu ağırlık hiç de sanıldığı gibi mutlak değildir.

Bu nasıl bir "iktidar"dır ki, on yılı aşkın bir süredir her tür manevrayı denediği halde, Refah-AKP çizgisinden kurtulamamıştır? Bu nasıl bir "iktidar"dır ki, sürekli olarak bir şeylerden "şikayet" etmektedir?

İşin gerçeği, TSK'nın sermaye iktidarı içerisindeki ağırlığı, sermaye sınıfının çıkarlarınca sınırlanmıştır. Tabloya Türkiye'deki sınıf iktidarına her geçen gün daha fazla nüfuz eden emperyalist ülkeleri de eklemek gerekir: TSK ya da egemenlik aygıtının bir başka unsuru Türkiye burjuvazisinin, ABD'nin ve Avrupalı emperyalistlerin projelerine denk düşen açılımlar geliştirdikleri oranda etkilerini artırabilirler.

TSK Türkiye burjuvazisine rağmen ne darbe yapabilir ne siyasete yön verebilir.

TSK ABD'ye rağmen ne darbe yapabilir ne siyasete yön verebilir.

TSK AB'ye rağmen darbe yapabilir ve siyasete yön verebilir ancak yukarıdaki diğer iki faktör bir süre AB'ye rağmen hareket etmek isterse...

Bu mudur mutlak iktidar?

Eğer mutlak iktidar aranıyorsa, bu neden AKP değildir? AKP son dört yılda ülkenin ideolojik, ekonomik, kültürel ve siyasal yapısını diğer bütün aktörlerden daha fazla biçimlendirmemiş midir? Siyasette "son söz" diye bir özel otorite eşiği mi vardır?

TSK son sözü mü söylemektedir, yoksa ona gerektiğinde söz söyletilmekte midir?

İşin gerçeği Türkiye'nin AKP'siyle, TSK ve diğer kurumlarıyla sermaye egemenliğinin yıkıcı yolculuğunda sürüklenmeye devam ettiği değil midir?

Hükümet eden AKP, iktidar da olsunmuş!

Tövbe tövbe...

[email protected]

yazici   mail