www.soL.org.tr
Kriz 12’den vuruyor
28 Haziran 2006, Çarşamba

Hükümet ve ona yakın iktisatçılar “2001 gibi değil” diyedursunlar, Türkiye’nin kilit sektörleri ağır darbeler almaya başladı.

soL Türkiye kapitalizmi yeni bir kriz uğrağına dalmışken tüm tartışmaların referans noktası 2001 krizi. Hükümet bile 2001 gibi olamaz diye avuntu buluyor. Burjuva iktisatçıları daha doğrusu ekonomi yorumcuları ikiye ayrılıyor: İyimser iyimserler ve kötümser iyimserler.

Birinci grup, bankacılık sisteminin bu sefer açıkta yakalanmadığı, kamunun elinde yüksek miktarda döviz rezervi bulunduğu, borç stoğu artmış olsa da faiz dışı fazla verildiği gibi argümanlarla durumun 2001 kadar kötü olmadığını öne sürüyor. Bunlar tabii ki siyasi iktidara yakın yorumcular. Diğer her şey 2001 ile aynıymış gibi düşünmeyi tercih ediyorlar.

İkinci gruptakiler ise işlerin iyi gitmediğini ama bu krizin de 2001'deki önlemlerle aşılabileceğini düşünenler. Kurdaki yükseliş ithalatın azalmasına neden olur, büyüme yavaşlar, iç talep kısılır, ihracat patlar. Burada da koşullar 2001 ile aynı kabul ediliyor, sadece göstergelerin nicel olarak daha tehlikeli hale geldiği düşünülüyor. Bu yorumların arkasında sermaye sınıfı adına kollanan çıkarlar olduğu ve bir yönlendirme çabası ile hareket edildiğine şüphe yok. Ama böyle olması ekonomi yorumcularının büyük oranda körleşmiş olduğu ve en temel analizleri yapamaz hale geldiği gerçeğini değiştirmiyor.

Ezberlerle şekil verilmeye çalışılan ekonomide büyüyüp küçülen rakamların ötesinde yapısal kırılganlıklar bulunduğu görülemiyor. 2001 sonrasında artan emperyalist yönelimler ve derinleşen bağımlılığın sanayi üretim başta olmak üzere ekonominin bütününde yol açtığı yıkımın farkına varılamıyor. En aklı başında görünen yorumcular Türkiye'nin mevcut sanayi yapısını değiştirmesi gerektiğini, ithalatın azaldığı ihracatın arttığı bir yapıya geçilmeden cari açık başta olmak üzere yaşanılan sorunların çözülemeyeceğini söylüyor. Bu yukarıda sözü edilen iki grubu da kesen bir yaklaşım ve ortak bir ikinci parantez, ahmaklık parantezi, açmayı zorunlu kılıyor.

İthalat bağımlılığı en yüksek noktada
İhracata dayalı büyüme gerçekte kaynak aktarımına dayalı bir "büyümeme" modeli. İthalat, borçlanma politikaları, doğrudan sermaye aktarımı kaynak aktarım metodları bilindiği gibi. Türkiye örneğinde olduğu gibi farklı dönemlerde bunlardan biri öne çıkabilir, ya da hepsinin karışımı melez modeller tercih edilebilir. Türkiye kapitalizmi yola emperyalistlere ucuz işgücü sömürüsü konusunda muazzam olanaklar sunarak çıktı ve bugün üretmek için ithalat yapmak mecburiyeti taşıyan bir sanayi yapısına ulaştı. 2001 sonrasında bu doğrultuda en önemli değişiklik Türkiye'nin pek çok ara mamul başta olmak üzere bazı alanlarda üretimden vazgeçmiş,  tamamen dışarıya bağımlı hale getirilmiş olması. Bu konuda en güncel örnek kağıt üretimi. İyi biliniyor; SEKA fabrikaları kapatıldı ve hammadeden başlayarak kağıt üretebilen tesis kalmadı. Düşük kura rağmen kağıt son yıllarda fiyatı en hızlı artan birkaç üründen biri ve çelik ya da bakırda olanla yani talebe bağlı bir uluslararası artışla ilgisi yok. Türkiye'ye özel. Yazı kağıtlarının yani gazete, dergi, kitap basılan kağıtların neredeyse tamamının ithal edildiğini de söylemek lazım. Bununla da kalmadı, mevcut tesisler kapatıldıktan sonra özel sektörün önü açıldı, Modern Kağıt yabancı ortakla, atık kağıttan üretim yapan bir tesis kurdu ve 400 milyon dolarlık yatırım IFC'de (Dünya Bankası) "TC özel sektör" hanesine kaydedildi; TC kısmının altı kalın çizili olarak.

Otomotivde yapısal çaresizlik
Yukarıdaki örnek üretimden vazgeçmenin maliyetini gösteriyor. Tekstilde de, özellikle sentetik ürünlerde benzer bir tablo söz konusu ve maliyeti, işsizliğe itilen tekstil işçileri başta olmak üzere çok daha ağır. Ama vazgeçilen alanların yanısıra bir de tamamen ithalat bağımlılığına dayanarak gelişen alanlar var. Otomotiv gibi. Üretimi ve ihracatı son yıllarda hızlı bir artış sergileyen otomotiv sektörü, hem ileri teknoloji kullanımı hem de yüksek ihracat performansı ile övünülen 2002-2003 yılları hariç, 1992-2006 döneminde hep net ithalatçı olmuş. 2001 sonrasında büyük otomotiv tekellerinin üretimini Türkiye'ye kaydırdıkları yeni modellerle ihracatta artış sağlandı. Ama aynı dönemde hem ara mamul ve yedek parça ithalatı arttı hem de otomobil ağırlıklı olmak üzere araç ithalatı. Türkiye'de üretilen modeller, talebi sınırlı daha geri teknoloji ile üretilen otomobiller ya da hafif ticari araç denilen yine benzer özellikler taşıyan araçlar. Ama bunların parçaları bile yüzde 55-60 ile temin ediliyor. Zaten otomotiv sektöründeki çarpıklığı en iyi gösteren de bu yan sanayi imalatı ile ithalatı arasındaki alakasızlık. Avrupalı tekeller, kendi ülkelerindeki ya da başka ülkelerdeki araç üretimleri için  ucuz ama vasıflı işgücü gerektiren, aynı zamanda çevre kirliliği yaratan parçaları Türkiye'de ürettiriyor. Kauçuk motor parçaları ya da dökme demir parçalar gibi. Ama bunları pek çoğu Türkiye'de üretilen araç modellerinde kullanılmıyor. Türkiye'nin ithalat bağımlılığını azaltıcı bir tabloya, istense de ulaşılamayacak tuhaf bir yapı kurulmuş durumda. Türkiye'deki kamyon üreticilerinin ancak 50 yılda tüketebileceği miktarda fren kampanası bir yılda üretiliyor, diğer olmazsa olmaz parçalar hiç üretilmezken. Evet buyrun bu yapıda ithalatı azaltıp ihracatı artırın. Bu yapı, emperyalistlerin tercihi ve ne yazık ki iyimser varsayımlarda bulunanlar bu doğrultuda yeni bir pencere daha açılacağı ve yine yırtılacağı konusunda yanılıyor. Otomotiv tekellerinin tüketimi yüksek modelleri Türkiye'ye kaydırma ihtimalleri bulunmuyor. Ama karmaşık bir siyasi denklemin sonucunda böyle bir adım atılsa bile mevcut tablo daha da derinleşerek sürecek. Otomotivdeki bu sorunların başta metal sektörü olmak üzere diğer birçok yardımcı sektörü vuracak olması da tabloyu tamamlıyor.

Diğer sektörler
İnşaat sektöründe ithal girdilere bağımlı lüks inşaatların geçen yıl patlama yapması, sektörde işleri iyice zorlaştırdı. Bilindiği gibi yeni teknolojiler sayesinde kaba inşaat toplam maliyetin üçte birine kadar gerilerken ithal dekorasyon malzemeleri ve aksesuarların payı giderek yükselmişti. Son devalüasyon, risk almayı çok seven sektörde zayıfları bir gecede süpüren bir şok etkisi yarattı. İşin asıl önemli kısmı inşaat sektörünün emek yoğun bir sektör olması ve durgunluğa girdiğinde işsizliği sıçratması.

Tarım ise zaten evlere şenlik. Gübre, ilaç ve tohum tamamen ithalata bağımlı hale geldiği için küçük üreticinin toprağı terketme sürecinin hızlanması ve gıda fiyatlarının da tırmanışa geçmesi bekleniyor. Topraktan kopan ve kentlerin varoşlarına yığılan eğitimsiz işsizlerin ise inşaat ve tekstil gibi krize giren sektörler haricinde zaten hiç şansları yoktu. Şimdi inşaat ve tekstilin krizinin, tarımdaki çözülme ile birleştiğinde ortaya korkutucu bir sosyal tablo çıkarması bekleniyor.

Tekstilde ise sorunlar ortada. Geçen yıl başında başlayan pazar daralmasına şimdi ithal girdi maliyetleri ve döviz kredisi kaynaklı finansman giderlerindeki sert artış eklendi. Yine kur riski almaktan çekinmeyen, hesapsız döviz borcuna giren birçok firmanın yaprak dökümü yaratması bekleniyor.

Dayanıklı tüketim sektörü ise ihracata yönelik, ucuz işçilik kullanan ve dengeli borçlanan bir sektör olarak iddiasını sürdürebilecek gibi görünmekle birlikte, onu da dünya ekonomisindeki yavaşlamadan kaynaklanan pazar sorunları ve iç pazar tıkanması bekliyor.

Türkiye’nin üretiminin temelini oluşturan bu sektörlerin başının belada olmasının sadece “krizin 2001 Şubat krizine benzemesi” ile ilgisi olmadığı görülüyor. Yani sular bugün durulsa bile pahalılık, işsizlik ve yoksulluk dalgasının emekçileri aylarca hatta yıllarca dövmeye devam etmesi kaçınılmaz görünüyor.


 

yazici   mail