www.soL.org.tr
Fırınları pastane zincirine satıyorlar
Ergun Çağlayan 26 Temmuz 2006, Çarşamba

Ergun Çağlayan (26 Temmuz 2006, Çarşamba)

Koç Holding, hep onbinlerce kişiye ekmek yedirmekle övünür. Halkla ilişkilere çok önem verir, Türkiye’nin en büyük reklam verenlerinden biri olarak medya organlarıyla arası hep iyidir. Öyle ki, aileden biri rahatsızlandığında herkes çok üzülür, Rahmi Bey’in yat sefası, basının önemli gündem maddelerinden biridir. Gazeteler, aile ile ilgili haberleri ön sayfadan girer, onların sponsor oldukları tüm etkinliklere önemli haber muamelesi yaparlar.

Sakın bu imaj tehlikede diye düşünmeyin. Koç’un Tüpraş’tan 795 işçiyi atması sonrasında yapacağı halkla ilişkiler manevralarının da bu alanda örnek bir çalışma olacağından hiç kuşkunuz olmasın. Sonuçta Aydın Doğan da Petrol Ofisi çalışanlarının üçte ikisini özelleştirmeden sonraki birkaç yıl içinde sokağa atmış ve hiçbir basın organının dikkatini çekmemişti. Bugün İstiklal Marşı eşliğindeki formüla bilmem kaç sponsorluğu çok daha önemli bir haber sayılmaktadır.

Bu ülke kraldan çok kralcıların, karaktersiz ve hain profesyonel yöneticilerinin ülkesi mi olacak? Parasal büyüklükleri, paylaşmaya çalıştıkları ülkelerin milli gelirleri kadar olan petrol tekellerine taşeronluk yarışmasına demokratlar da bulaşmaya devam mı edecekler? En “şahsiyetli” basın organları bile “bizi ayakta tutan reklam verenlerimizi kızdıracak şeyler yapmamalıyız”ın arkasına sığınarak bu talana seyirci kalmaya devam mı edecekler?

İki olguyu yan yana koyduğumda bunların arkasındaki gerçekleri kabul edemiyorum. Koç’un en büyük şirketi Arçelik, geçen yıl Kayserili ve Düzceli orta boy onlarca sanayicinin elinde bulunan mobilya sektörüne el attı. Bir de ülkenin en prestijli gazete eki denebilecek Cumhuriyet Bilim ve Teknik, daha birkaç ay önce kapağını Arçelik’in aldığı patentlere ayırdı. İki “kurum” için de son derece sarsıcı ve kritiktir. Birer gösterge sayılmalıdır. Doymak bilmemenin, her para kazanılan noktada ben olayım hırsının doğulu bir tezahürü bir yanda; reklam verenim bilimi destekliyor saflığının sevinci diğer yanda. Bunlar, bugünkü Tüpraş olgusunun arkasındaki dinamikleri de açıklayan niteliklerin tezahürleridir.

Kendini olduğundan önemli, yetkin ve büyük gösterme konusunda uzmanlaşmış olan bir holdingin, bugünlerdeki temel misyonunun emperyalist sermayenin Türkiye’yi ele geçirmesini kolaylaştırmak ve bundan pay sağlamak olması, “burjuva değerler” adına bile çok acıklı. Koç aynı zamanda kırılan kolların yen içinde kalmasıyla övünen bir kurum kültürüne sahip. Kuruluşunu diğer çoğu holding gibi büyük toprak sahipliğine ve/veya yabancı sermaye mümessilliğine değil, devletçi kalkınma hamlesine borçlu olmasından kaynaklanan, biraz değişik bir kültür bu. Bu kültür, alan açtığı ve hatta dayattığı ulusalcılıkla, günümüzde icra edilen emperyalist sermayeye taşeronluk faaliyetleri arasında debelenen bir kabusa dönüşüyor şimdi. Bu arada kültür kavramını bu bağlamda kullandığım için tüm titiz okuyuculardan özür diliyorum, ama aynı “kültür” Türkiye yönetici ve sömürücü sınıfının günümüzdeki belirgin karakteristiklerini yansıtıyor.

Koç’un, İş Bankası’nın, CHP’nin ve tabi Cumhuriyet gazetesinin hep bir aidiyetleri var. Kendilerini emperyalist sistem içinde Bolşevik Devrimi sayesinde açılan bir parantezin içinde tanımlamış bir burjuva devriminin, bu topraklara has kurumları onlar. Sonra parantez kapanmaya başlıyor, toprak sarsılıyor ve normalleşme kaçınılmaz hale geliyor. Normalleşmeden emperyalist sermaye tarafından yutulma ve kolonileşmeyi anlamak gerekiyor. Şimdi kapitalizmin sürdürülmesi davasıyla “vatana ihanet”in giderek birbirine yaklaştığı zamanlara geliyoruz. Hadi Koç’u İş Bankası’nı anladık, sermayedarlık, kaçınılmaz ve acımasız yasaları olan, insanlığa yabancı bir dürtüdür. Shell için taşeronluk yapılacaktır, yabancılarla evlenilecektir, siyasal erk AB ve ABD eksenine teslim edilecektir, vs. Ya diğerleri?

Batıda sosyal demokrasinin organik bir sınıf temeli ve eşitlikçi özü vardır. Kapitalizmin çizdiği sınırlar ne kadar daralsa da, köken bazı zamanlarda ağır basar, sol rüzgarlar eser. “Blair, Bush’un dümen suyunda ne kadar sosyal demokratlık iddiasında bulunuyorsa biz de Koç ve İş Bankası ekseninde solcuyuz” demek bir yere kadar mümkün. Çünkü Blair’in Britanya’sında şu anda bir parçalanma ya da sürdürülemezlik tehdidi yok. Solculuğu bir sonraki dönemde yaparım diyebilir. Şayet burjuvazinin ve temsilcilerinin ayaklarını bastığı bir ulusal bütünlük ve süreklilik olmazsa olmaz ise, bu bütünlük tehlikede diye sık sık bağıran CHP’ye ve Cumhuriyet’e ne oluyor? Onlar kendilerini bu sermaye seviciliği açmazına düşürüp bu kadar kolayca savrulacak kurumlar mıydı? Evet, günümüz dünya kapitalist sisteminde demek ki bu kadar kolay. Ama zor olanı başarmak ve artık sol değerleri ait oldukları yere, antiemperyalist yurtseverlik mücadelesine katmak gerekir. Hayır, Koç’u ve CHP’yi değil elbette, onların kapanmakta olan bu ulusal parantezi açık tutmaya güçleri ve niyetleri yok. Onlara bu gücü ve niyeti atfedenleri uyandırmak zorundayız.

Yoksa sadece ekmek bulamayanlara değil, önem kazanalım diye cephelere sürülecek gençlere, hatta kendileri “ekmek yedirdikleri on binler”e bile pastacı vitrinlerini göstermeye başlayacak bunlar.

Ergun Çağlayan (26 Temmuz 2006, Çarşamba)

 

yazici   mail