www.soL.org.tr
Generallerin manifestosu
Tevfik Fikret Yılmaz 10 Ekim 2006, Salı

Bir manifesto ile karşı karşıyayız. Generallerin manifestosunun yalnızca cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere yönelik olduğunu düşünmek son derece yüzeysel bir bakıştır. Bir manifesto mu? Bir veda hutbesi mi? Kemalizme çağrı mı? Kemalizmin bitişinin ilanı mı? Burada Cumhurbaşkanı'nı da bir Paşa olarak görmekte sakınca bulunmamaktadır. Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı başkomutandır; bu nedenle onun konuşmasını da generallerin manifestosuna dahil edebiliriz. Manifesto ile 28 Şubat'tan çok daha kapsamlı bir değerlendirme yapıldığını görmek durumundayız. Cumhurbaşkanının konuşmasında, yolsuzluk, laisizm, üniter ve bağımsız devlet, nüfus sorunu, hukuk devleti, dış dünyaya ilişkin değerlendirmeler ve Türkçe'nin yozlaşması gibi kapsamlı konuları yer almaktadır. Kara Kuvvetleri Komutanı'nın ve Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın konuşmasında da aynı kapsamı görüyoruz. Genelkurmay Başkanı ise daha "somut" ve Hava Kuvvetleri Komutanı daha "teknik" konuşmuştur. Konuşmaların içerik analizi yapılacak olursa "devrim" kelimesinin son derece rahat kullanıldığını görüyor ve yaşanan sorunlardan "küresel kapitalizmi" veya "tekelci uluslararası sermayeyi" sorumlu tutan cümlelere de tesadüf ediyoruz. Bu ikisinden, Türkiye'de soldan ve solcu bir devrimden artık korkmadıkları sonucuna varıyoruz. Kullanılan dil, muhakeme tarzı, konuşmaların kapsamı, atıf yapılan düşüncelerde derin bir karamsarlık seziyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı'nın konuşmalarında zaman zaman feylesofik bir entellektüelizme yönelindiğini de görüyoruz. Feylesoflaşma bazen yenilginin hüznünden doğar.

Bu, bir tükeniş itirafıdır.

Bu, bir itirafnamedir.

Laik devlet, üniter devlet, sosyal devlet, bağımsız devlet bitmiştir, denilmektedir.

Cumhuriyetin ilkelerinin 6 ok değil eninde sonunda 2 ok olduğunu, bunların da laisizm ve üniterlik olduğunu biz hep söylemiştik. Şimdi generallerin de Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin neler olduğunu geriye dönüp tekrar değerlendirdiklerini görüyoruz. Büyük travmalar sonrasında, bireyler ve toplumlar, geçmiş günlerinden gelecek için destek ve ümit ararlar. Generaller kendi yaptıklarının ülkeyi getirdiği uçurumun kenarında, geçmişe ve tarihe dönmek ihtiyacı duymuşlardır. Sol'u bitirmek bu memleketi bitirmiştir, hep söylüyorduk. Şimdi bir ahlaksızlık, aptallık ve cahiliye döneminde karanlıklar içindeyiz. Bunu ne kadar söylesek o kadar azdır; solculuk, ahlak, akıl ve bilgi demekti. Şimdi generaller manifestolarında, topluma, aydınlara ve kendi kadrolarına ahlak, akıl ve bilgiye önem vermelerini haykırmaktadırlar.

Şimdi, generallerin Cumhuriyete ağıt yaktıklarını görüyoruz.

Bize, solculara, devlet jargonunda "yıkıcı" denmişti ve hala da öyle deniyor. Biz solcular hiçbir zaman Cumhuriyeti yıkmak istemedik. Biz insanını bayağılaştıran ve çürüten kapitalizme karşı çıktık; biz kapitalizmi yıkmak istedik. Biz ülkemizi emperyalizmin metresi yapan, toplumu ve devleti gericileştiren, toprağımızı zehirleyen, Allah'ı kar ve para olan, ülkemizi etnik ve dini zeminde lime lime eden Türkiye kapitalizmini yıkmak istedik. Biz bu anlamda gerçekten "yıkıcıydık". Ama biz Cumhuriyeti yıkmak değil ilerletmek istedik. Buna bir isim de hayal etmiştik, Sosyalist Türkiye Cumhuriyeti demiştik; hala hayal ediyoruz ve hala bunu kuracağımız günleri özlüyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü bir toplum, bağımsız ve onurlu bir devleti özlüyoruz. Hasretimiz bu çürüme ve dağılma zamanında daha da yakıcıdır; en derinimizde bu hasretliği duyuyoruz. "Cumhuriyeti korumak ve kollamakla sorumlu olanlar" ırkçılara devleti teslim ederek ülkemizi bölünmenin eşiğine getirdiler. "Cumhuriyet muhafızları" devleti dincilere teslim ederek toplumumuzu gericileştirdiler. "Cumhuriyet kurucuları" memleketimizi tamamen liberallere vererek onun emperyalizme peşkeş çekilmesine izin verdiler. Irkçılar, dinciler ve liberaller suç ortaklarıdır. Ve bunlar Cumhuriyet'i yıkmışlardır.

Generallerin manifetosunda, itirafname ve ağıtın dışında bir de çaresizlik hissediyoruz.

1- AB'ye eleştiri getirirken bile ona yapışan, ABD'ye hiçbir eleştiri getirmeyen bir retorik görüyoruz.

2- Manifesto, yalnızca AB, ABD, Hükümet, devlet kurum ve kadrolarına, toplum ve aydınlara değil aynı zamanda kendi kadrolarına ümitsiz bir çağrıdır. Zayıflayan her otoritenin kendi tabanına yöneldiğini siyaset bilimi ve tarihten biliyoruz. Genelkurmay Başkanı'nın işletmecilik gurusu Peter Drucker'e atıf yapması ve diğer "manifestocu generallerin" TSK'nın organizasyonel yapısına gösterdikleri ilgi, TSK'nın iç yapısında önemli bir çözülüşe işaret etmektedir. Çözülüş ve restorasyon dönemlerinde organizasyon teorilerine ilginin arttığını da biliyoruz.

Manifestonun, Kürt meselesini çözememek nedeniyle ülke bütünlüğünün ve İslamizmin desteklenmesi yüzünden laisizmin tehdit altında olduğunu ifade etmesi açık bir çözülüş itirafıdır. Bu manifesto, devletin çözülüşüne yönelik bizim yaptığımız değerlendirmenin generallerce teyididir ve ifşasıdır. Ve artık çok geçtir.

Cumhurbaşkanı, çok kapsamlı konuşmasında hiçbir perspektif sunamamıştır.

Genelkurmay Başkanı, Polis Partisi'ne hücum etmekle yetinmiştir.

Kara Kuvvetleri Komutanı, bir entellektüel, akıl ve bilime dayalı bir programın arayışının gerekliliğinden başka bir şey söyleyememiştir.

Deniz Kuvvetleri Komutanı genç kadrolarına cesaret, dürüstlük ve bilgi konusunda ahlaki tavsiyeleri ağır basan "moralist" bir konuşma yapmıştır.

Hava Kuvvetleri Komutanı ise uzaya gidecek olan Türk astronotlardan ve NATO'ya eğitim verecek bir kapasiteye ulaşabilmekten başka bir perspektif sunamamıştır.

Neokemalizm mi? Neoosmanizm mi? Bugün bu kavşaktayız. 1.Cumhuriyet vektörü ölmekte olan bir organizmanın son canlılığını sergilemektedir ve 2.Cumhuriyet vektörü "kontrollü bir çöküşü" tavsiye etmektedir. Çaresizlikleri buradadır.

Ancak bu manifestonun bir "Coup d'Etat" olduğunu da görmek zorundayız. AKP ve Oval Ofis müdavimi Recep Tayyip Erdoğan dışında, en azından artık bir başka iktidar odağının ortaya çıktığı açıktır. Artık bir "ikili iktidar" söz konusudur ve biliyoruz ki iktidar ikilik kabul etmemektedir. Öyleyse bu çatışmanın muhtemel geleceğini tahmin etmeye girişebiliriz. Generallerin birisi güncel ve diğeri uzun vadeli bir programlarının olduğu burjuva basınının dışındaki herkes için açıktır. Güncel eylem ve programlarının Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler olduğu da açıktır. Kısa vadede, 28 Şubat'tan bildiğimiz mekanizmalarla karşılaşabiliriz.

1- AKP'nin bu haliyle büyük bir merkez sağ parti olması projesinin tutmadığı görülmüştür. AKP ile ilgili bir kapatma davasının açılmasının işaretleri Yargıtay ve Süleyman Demirel tarafından verilmiştir. Kapatma davasının partiyi parçalayacak dinamikleri harekete geçireceği açıktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın her partiyle ilgili bir masası olduğunu ve her partiyi izlediklerini biliyoruz. AKP ile ilgili bilgi ve belgelerin önemli bir miktara ulaştığını tahmin edebiliriz.

2- Medya'da AKP'lilerin seks-aşk-yolsuzluk skandallarına ilişkin haber ve bilgilere daha çok yer verileceğini görüyoruz.

3- "Sivil Toplum Kuruluşlarının" hükümete karşı harekete geçirileceklerine de hükmedebiliriz.

4- Hükümetin MGK'da irticaya karşı karar alma, Milli Eğitim Bakanı, Adalet Bakanı ve Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in kellesini verme, Fetullahçılara karşı operasyon için vakti artık çok geçtir.

5-. Sermaye hareketlerinin bu kadar serbest ve borsanın yarısının yabancı kontrolünde olduğu bir ülkede generallerin manifestosuna borsa ve döviz piyasalarının olumsuz tepki vermemeleri önemlidir. Bu, zımni bir anlaşmaya işaret olarak değerlendirilebilir.

6- R.Wilson'un aslında son derece "dengeli" bir ifşaatta bulunduğunu görmemiz gerekir. "Kakofoni ve gürültü" sözüyle beraber Genelkurmay Başkanı için "dostumuzdur" demiştir. Diğer taraftan, "milliyetçi hassasiyetin " bu kadar yükseldiği anti-Amerikan bir dönemde, bu açıklamanın AKP'ye zarar verebileceğini de düşünebiliriz. Bush ise Oval Ofis müdavimi R.Tayyip Erdoğan'a "İyi şeyler yaptın ama artık bitti" havasında davranmış ve Türkiye'nin iç cepheleşmesinde taraf olarak görünmek istememiştir.

7- "Demokrat ve çağdaş AB" komiseri O.Rehn, "Yanlış anlaşıldık diyaloğa açığız" diyerek TSK'nin hamlesine destek vermiştir. Türkiye ve AB, müzakerelerin bir süre dondurulmasında anlaşmaya yatkın olduklarının emarelerini vermektedirler.

8- Genelkurmay başkanının ABD "derin devletinin" en has adamlarından Dick Cheney ile yapacağı görüşmede sahnenin konfigürasyonunun tamamlanacağını düşünebiliriz. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın partner olarak AKP'yi ve Pentagon'un ise TSK'yı kabul etme eğiliminde olduğu açıktır. Yalnızca Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın değil, Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ'un ABD Genelkurmay Başkanı ile yakınlığı ve samimiyeti basına da yansımıştır.

9- Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı yapılmak istenmemesi, yalnızca Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı'nın "yürütmenin başı" olması ve büyük yetkileri nedeniyle değildir. Fakat ve ayrıca, mevcut Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı TSK'nın başkomutanlığını da temsil etmektedir. Ve generaller, kendi başkomutanlarını kendileri seçmek istemektedirler.

10- Asker Partisi'nin Polis Partisi'ne taaruzunun şiddetli olacağı açıktır. TSK kendi imajı ve kurumsal yapısına müdahaleye çok duyarlıdır.

Son olarak TSK'nın uzun dönemli projeleri üzerinde durabiliriz. Şüphesiz bu, her şeyin planlandığı anlamına gelmemektedir ve üstelik böyle olsa bile her şeyin planladığı biçimde cereyan edeceğine de işaret etmemektedir. TSK herşeyi planlama gücüne sahip değildir ve planladıklarının hepsini gerçekleştirebilecek güce de sahip değildir. Ama planlanan şudur, bir süredir bunlara işaret de ediyordum: Birincisi Kürt meselesi ile ilgilidir; PKK'ya örtülü af ve bir kısmının Barzani Silahlı Kuvvetleri'ne montajı ve buna paralel olarak DTP'nin sınırlı sayıda TBMM'ye sokulması ve Kuzey Irak ile entegrasyonun artırılması. İkincisi, aşırı güçlenen İslamcıların budanması. İçeride Kürt-İslam ameliyatı yapabilmek suretiyle "Cumhuriyeti kurtarmak" hem de bu sayede BOP'a uygun bir iç düzen kurabilmek için Suriye-İran operasyonuna destek. İç işleri ile dış işlerinin diyalektik birliğini burada bir kere daha görüyoruz. Bir kere daha Türkiye'nin kendi iç sorunlarını emperyalizm ile senkronize biçimde çözmeye kalkıştığını görüyoruz. İslamcılara Suriye-İran operasyonu öncesinde "sopa" ve Kürtlere PKK'nın tasfiyesi ile birlikte küçük bir "havuç". Mehmet Ağar'ın "PKK'yı dağdan indirip siyaset yaptırmak lazım" demesini, PKK koordinatörü emekli orgeneral Edip Başer'in "Dağdan inip Cumhuriyet'in ilkelerine uygun siyaset yapsınlar" diye satır aralarında konuşmasını böyle yorumluyoruz.

Cumhuriyeti, yani laisisizmi ve üniterliği kurtarmak için bile emperyalizme muhtaç bir kadro ve yönetim ile karşı karşıyayız. Bu anlayış Cumhuriyet'i bitirmiştir. Kapitalizmden kurtulmadan Cumhuriyet'in kurtulabileceğini düşünmek hazindir.

Bir yeni Cumhuriyet işi bize düşmektedir. Aydınlanma ve bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük bizim işimiz olduğu için.

yazici   mail
Ağar'dan çıkan ses
Kemal Okuyan
Generallerin manifestosu
Tevfik Fikret Yılmaz