www.soL.org.tr
Uzlaşı mı, baş eğme mi?
Tevfik Çavdar 19 Mayıs 2008, Pazartesi

Bazı kavramları irdelemeden, üzerinde düşünmeden kullanmayı çok severiz. Hatta bu kavramların gerçekleri gözden ırak tutmak için yeğlendiğini sezsek bile bu huyumuzdan vazgeçmeyiz. Bunlardan en ünlüsü "Barikay-ı hakikat müdaveleyi efkardan doğar" sözüdür. Bugünün diliyle "gerçeğin aydınlığı düşüncelerin tartışılmasından doğar" biçiminde anlatılabilir. İlk bakışta albenisi olan bir özdeyiş gibi gelir insana. Nitekim günümüz de bu anlayışı pekiştiren "Beyin Fırtınası" ya da "Uzlaşı Kültürü" gibi terimler türetilmiştir. Özellikle uzlaşı kültürü medya tarafından, bazı akademisyenler açısından pek makbul sayılmaktadır. Son günlerde NTV'nin rağbet gören programı "Yorum Farkı" Emre Kongar ve Cengiz Çandar'ın sert tartışmalarından dolayı tatil edildi. Medyanın ünlü kalemleri bu sertliği tarafların uzlaşma kültürü olmamasına bağlıyorlar. işte itiraz etmemiz gereken nokta budur. Doğru ve Yanlış'ın uzlaşısı olamaz. Gözden bu gerçek kaçırılmamalıdır. Kongar ve Çandar arasındaki farklılık hiçbir zaman temel bir çelişkiye indirgenemez. Her ikisi de nüans farkıyla yeni liberal ekonominin sınırlarını çizdiği, öğelerini tanımladığı düzene, bunun uzantısı olan küreselleşme olgusuna karşı bir tutuma sahip değiller. Kongar biraz sosyal demokrat, Çandar ise ultra liberal olabilir. Böylesine hırçınlaşmalarına neden yok. Programın bundan önceki aktörlerinden Mehmet Barlas aynı kabın değişik köşelerinde olduklarını bildiği için tam bir uzlaşı kültürü sergiliyordu.

Uzlaşı kültürü olarak sunulan anlayış, enine sonunda, bireyleri ve toplumları "itaatkâr" her şeye "ram" olan bir konuma getirir. Bu durum tarihin gelişme yönünü belirleyen çelişkiler sarmalının yadsınması anlamına gelir. Yanlıştır.

Bu doğrultuda yapacağımız birkaç düşünsel temrin sanırım gerçeği ortaya koyacaktır.

* Sık sık kullanılan "kazan-kazan" kavramı, tarafları tatmin eden bir uzlaşı noktası olarak ileri sürülür. Adam Smith ve ardıllarının serbest dış ticareti savunmak için verdikleri "Portekiz şarabı ile İngiliz Kumaşı" örneği sadece sayısal bir "kazan-kazan" yutturmacasıdır. Gelişmiş kapitalist ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasında kazanan daima gelişmişlerdir. Onlarla ekonomik iş birliğine giden uluslar bunun için gelişemezler.Zengin oğlan, güzel fakir kız evliliği yalnız Yeşilçam filmlerinde görülen pembe bir düştür. Gene de kazanan zengin taraftır.

* Türkiye-AB ilişkilerinde de kazanan hep AB olacaktır. Kazanmaya, Gümrük Birliğine, sorgusuz,sualsiz girmemizle başlamıştır. Türkiye-Avrupa parlamento karma komisyonu eşbaşkanı Lagendjik, küstah tavrıyla, AB Türkiye'nin işlerine karışacaktır derken bir uzlaşıdan mı söz ediyordu? Nihayet Fransa, Türkiye'yi AB içine katmamak amacıyla anayasasını değiştirip, "Nüfusu, AB nüfusunun %5'inden büyük ülkeler için referandum" ilkesini getirirken kanımca neden uzlaşı olmayacağını çok açık ifade etmiştir.

* Sömürenle-sömürülen, ezenle-ezilen, emperyalistle- sömürge ülke arasında uzlaşı olabilir mi? Sömürgeciliğe en yumuşak baş kaldırıyı gerçekleştiren Mahatma Gandi, Pandit Nehru bile böyle bir uzlaşıyı sağlayamamıştır. Onlarınki bir anlamda ılımlı mücadeleydi, ama gene de içeriğinde bir savaşım isteğini koruyordu.

* Gericiyle-ilericinin uzlaşması mümkün mü? Hele bilimin ve insan aklının erdemlerine inananların, dar bakışlı inanç dünyası uyuşması söz konusu olabilir mi. Tarihe baktığımızda gerek İslam rönesansını, gerekse Avrupa rönesansını yaratan düşünce erleri skolastik, kapalı inançlar bütünüyle sürekli mücadele etmişlerdir. Bu araştıran, özgür düşünce olmasaydı bugünün bilim düzeyine, teknolojiye ulaşmak söz konusu olabilirmiydi?Yabancı dilden Türkçe'ye aktardığımız "dar görüşlü" deyimi vardır. Vedat Günyol bu yaklaşımı "At gözlüklü akıl" diye daha bir belirgin hale getirmişti. Atların gözlerinin yanına konan perde onların sadece önlerine bakmasını sağlar. Yani dar bir görüş alanı verir. Gerici, koşullandırılmış düşüncede böyledir. Dar kalıplar içerisinde çırpınıp yaşar. Bruno'nun, Galilei'nin papalıkla uzlaşması mümkün müdür? İbn-i Sinâ, İbn-i Haldun'un da düşünceyi belirli kalıplara dökmeye çalışanlarla, uzlaşması mümkün olabilir mi? 21. yüzyılda uzaylıları da Hıristiyan kardeş olarak niteleyen Papalığın tavrı akıl kârı mıdır? Ne güzel bir nitelemedir "akıl kârı" deyimi.

Egemenlerin en sevdiği davranış biçimi tutuculuk, gericiliktir. Bunu bir erdem gibi sunarlar. İlk çağlardan bu yana değişmeyen bir siyaset tarzıdır bu. Unutmayalım ki siyaset gerek bireysel, gerekse sınıfsal bir mücadele biçimidir. O nedenle egemenler çıkarlarının elverdiği düşünceye, sanata vb. özgürlük tanırlar. Bu nedenle sık sık kullandığımız özgürlük kavramı da bir yanılsamadır. Çoğu kez düşün alanından çıkarılıp,davranışa indirgenir. Bir zamanlar ABD'den kaynaklanan hippi yaklaşımı bu indirgemenin somut örneğidir. Koloniler halinde sözde özgür yaşamlarını her türlü çılgınlıkla sürdüren çiçek çocukları acaba sandıkları gibi hürmüydüler? Yoksa siyasal katılımın dışına atılmış,sadece davranış kalıplarını yıkabilmiş yarınsızlar mıydı? Bugünün rockçıları da böyledir. Kurulu düzene itirazlarını seslendirirken, onu rockun tek düze, tınısı yüksek kalıplarına hapsettiklerini akıllarına bile getirmezler. İtirazları sadece kendilerine kalır. Tıpkı tutucu, tek düze düşünsel kalıplara sahip, at gözlüklü müzisyen Salieri gibi, oysa Mozart ona itirazını devrimci müziği ile ne güzel ifade etmiştir. Bob Dylan ve Baez çağın düzenini ne çarpıcı tanımlar:"Kurşun gibi ağır bir yağmur yağıyor." Nazım'ın "Hava kurşun gibi ağır" dizesinin bir başka biçimde ifadesidir bu şarkı. Rockun haklı itirazı bastıran, bunaltıcı temposunun altında ezilmemiştir. Kalıcıdır.

Bize, bilgelik, hoşgörü diye sunulan uzlaşma kültürü, temelinde itirazımız, baş kaldırışımız bastıran itaat kültüründen başka bir şey değildir. 1 Mayıs'ta dillendirildiği gibi: Taksim olmaz, Kazlıçeşme verelim. Elli yıl öncesini düşünelim. ABD patentli soğuk savaş davullarının çalındığı dönemde sosyalizmle kapitalizmin uzlaşmasından söz edilebilinir miydi? O günlerde tek kavram egemendi: Detant, birlikte yaşamak. Yani zıtların birlikteliği. Tek kutuplu dünya gerçeği ile baş başa kaldığımız 1990'dan bu yana, karşılaştığımız sorunları bir düşünün. Barış uzaklaşıyor, açlık kol geziyor. Yoksulluk genel bir yaşam biçimine dönüştü. Sömürü daha da arttı. Küreselleşen baskı geleceğin umudu olarak sunuldu. Bunlarla uzlaşmak, onlara itaattan başka nedir ki. O halde itiraza devam.  

yazici   mail