www.soL.org.tr
27 Mayıs yalanları
Aydemir Güler 27 Mayıs 2008, Salı

1960 darbesine devrimci ve ilerici bir eylem olarak yaklaşanların sayısı her yeni on yılda biraz daha azaldı. Ufukta bir 27 Mayıs rönesansı işareti de yok.

Kendi başına düşünüldüğünde bu değişimde bir sorun bulamayız. Bir askeri darbenin, üstelik NATO üyesi bir ordunun yaptığı ve hele başı sonu kapitalist düzene çare üretmekle sınırlı bir operasyonun, abartılı pozitif hatıralarla anılmasının son bulmasından hiç olmazsa bilim adına mutlu olunabilir.

Ancak hayat kendi başına var olan kompartımanlardan ibaret değildir. Bir zamanların resmi bayramı 27 Mayıs'ın, en azından yerine ne konduğuna bakmadan işin içinden çıkılacağını sanmak aymazlık olur.

27 Mayıs'ın 48. yıldönümünde, liberal sıfatı fazla ciddi kaçan birtakım zirzoplar çeşitli etkinlikler düzenliyorlarmış. Orasına burasına demokrasi etiketleri taktıkları bu eğlentilerde arzı endam edecek gericileri boş verelim de, biz daha ziyade 27 Mayıs'a bu bakışın solda olası etkilerine değinelim.

1950'ler Türkiye kapitalizminin adım adım tam teşekküllü bir krize yuvarlandığı on yıldır. İktisattan siyasete, ideolojiler alanından kültüre, kurumlara ve toplumsal sınıflara yayılan, her tarafa el atan bir kriz. Sonuçta bu krizin ortaya çıkmasına ön ayak olan ve kontrol altına alınması için ise elinden hiçbir şey gelmeyen yürütme odağı tasfiye edilmiştir.

Tasfiyeciler büyük bir panikle davrandılar. Ne de olsa 1923'ün üstünden henüz kırk yıl bile geçmemişti ve çöküş korkusunun ciddi temelleri vardı. Kavga ettiler, kendi aralarında didiştiler, öldürdüler, kızdılar, böldüler, bölündüler...

Bu arada ilginç bir şey daha yaptılar. 1961 Anayasası Türkiye'nin en demokratik burjuva anayasası olarak ortaya çıktı. Bu belgenin de parçası olduğu dönemeçle birlikte Türkiye, ilericiliğe ve emekçi sınıfların mücadelesine en fazla sahne olunan döneme girdi.

Düzenin sola yönelik tarihsel düşmanlığını paylaşan 27 Mayısçıların soldan güncel olarak korku duymaları için herhangi bir neden yoktu, bu bir. İkincisi ve daha önemlisi, siyasetin yasaları iş başındaydı: DP'nin baskıcılığına, sömürüyü yağmaya dönüştüren keyfiliğine, rantiye kimliğine, geri ideolojilerle kurduğu ilişkiye, bunların parçası olarak bilim düşmanlığına, dışa bağımlılığa yönelik toplumsal tepkileri arkasına alan 27 Mayıs, demokrasi ve özgürlüklerin, planlamacılığın, kamuculuğun, hukuksallığın, emeğin, aydınlanmacılığın birer erdem olarak algılandığı bir evrenin açılışı anlamına geldi.

İster istemez bu evre açıldı. Darbenin kendisi böyle olmadı. Darbeciler de bu niteliklere sahip olmadılar. Yeni dönem, ne 27 Mayıs'ı bir aydınlanma devrimi yapıyordu, ne de 27 Mayısçıları toptan ilerici.

Kriz paniği ile harekete geçen kadrolar, 1950'lerin DP gericiliği ile buna karşı konumlanan ilerici tepkilere aynı anda nasıl vurulacağını ya bilmiyorlardı, ya da bunu becerebilecek güçleri yoktu. Sonuçta yararlanan sol oldu, emekçiler oldu, ilericilik oldu...

Yararlanan solun hakkı teslim edilmelidir. Kimse solu davet etmedi, sol kapıları omuzlaya omuzlaya açtı. TİP'in kuruluşuna varan işçi hareketi, aydın canlanması, bunların aktörleri darbeden ve darbecilerden ayrı bir mücadeleyi temsil etmişlerdir.

27 Mayıs'ın sonraki ve sağdaki serüveni ise bugünden baktığımızda tuhaf görünüyor. Düzen çok küçük bir azınlığın saplantılı ısrarı ile başbakanını asmış, sonra bu eyleme mekân olan adayı terk edip kaçmıştır!

Kaçtıkları şeyin, bir cinayet hatırası olarak düşünülmesi hayli sanatsal bir kurgu olabilirdi. Ama yanlış olurdu. Türkiye egemen güçlerinin herhangi bir kesiminin ölüm karşısında insani duygulanımlarla hareket edebileceğini sanan yanılır.

Yassıada'yı harabe olmaya terk eden Türkiye kapitalizmi, 27 Mayıs'ın açtığı kapıdan uzaklaşmaya çalışmıştır. Bu kapıdan geçen ilericiliği boğmaya çalışırken, kapının kendisinden de şeytan görmüş gibi kaçmıştır.

Deniz'leri idama yollayan Meclis'te "üçe üç" lafını sloganlaştıran Demirel ve arkadaşları, Gezmiş'i 27 Mayısçı ya da 27 Mayısçıları devrimci sanacak kadar da salak değillerdi. 27 Mayıs'ın suçunu solun kilidini kapalı tutamamasında görüyorlar, denklemi böyle kuruyorlardı.

Şimdi 27 Mayıs'a yönelik sağcı, liberal ve sol-liberal saldırılar bu denklemin mirasçısıdır.

Taraf gazetesinde Dink cinayeti ile '68 solculuğu arasında irtibat kuran yazı bu denklemde anlam kazanmaktadır. 27 Mayıs'ı lanetleme törenleri düzenleyenler Turan Emeksiz'in katillerine, 6-7 Eylül'ün provokatörlerine sahip çıkmaktadırlar.

Evet, 27 Mayıs bir darbedir. Ancak 27 Mayıs lanetçilerinin demokrat oldukları kuyruklu yalandır.

yazici   mail