www.soL.org.tr
İş cinayetlerinin çözümü kapatma değil kamulaştırmadır!..
Özgür Müftüoğlu 27 Mayıs 2008, Salı

Kapitalist ideolojinin en temel söylemi "sermayenin, üretimin ve dolayısı ile yaşamın kaynağı olması" üzerinedir. Bu söylemin altında işçi sınıfına yönelen "seni var eden benim, ben olmazsan sen de olmazsın" tehdidi vardır. Yani, işçi sınıfına; "uslu uslu otur, sana verdiklerimle yetin aç kalırsın" denmektedir.

İşçi sınıfı, kendisine yönelen bu tehdit içerikli ideolojiye karşı 19. yüzyıl boyunca mücadele etmiş ve bu mücadeleler ışığında oluşan Marksizm, kapitalist ideolojiye en güçlü yanıt olmuştur. Marksist ideolojinin özü, sermaye sınıfının egemenliği olmadan dünyayı yeniden kurmak üzerinedir ve temel dayanağı sınıfsal bilinçle yürütülecek işçi sınıfı mücadelesidir.

İşçi sınıfının II. Enternasyonel'le birlikte Marksizm'den uzaklaşıp, revizyonist bir çizgiye girmesi, işçi sınıfının kapitalist ideolojinin tahakkümü altına girmesinin de yolunu açmıştır. Özellikle, işçi sınıfı ve sosyalizmin tehdidi ile bir takım tavizlerin verildiği ve birikim rejimi olarak talebin de dikkate alındığı dönemde işçi sınıfının (özellikle SSCB'nin tehdidini en yoğun hisseden kapitalist Avrupa'da) haklarındaki görece iyileşme bu tahakkümü daha da arttırmıştır. Ancak, kapitalizmin birikim rejimini yeniden düzenlemesi ve Doğu Bloğunun dağılmasıyla sosyalizm tehdidinin ortadan kalkması, kapitalist ideolojinin "emeği değersizleştirip sermayeyi kutsayan" yüzünü tekrar ortaya çıkartmıştır. Diğer bir söyleyişle kapitalist sömürü düzeni 19. yüzyılların başlarındaki haline geri dönmüştür.

Kapitalizmin, "yeni liberalizm" adıyla 19. yüzyılın sömürü koşullarını içerecek biçimde dönüştüğü süreçte, kapitalist ideolojinin tahakkümü altına girmiş ve sınıfsal bilinçten uzaklaşmış olan sendikalar, sömürünün en yoğun olduğu bu süreci engellemek bir tarafa sürecin bir parçası haline gelmişlerdir. Bunun en son örneği Tuzla Tersaneleri'nde yaşanmaktadır.

Tuzla'da giderek yoğunlaşan iş cinayetleri karşısında, Limter İş Sendikası öncülüğünde işçilerin cinayetleri durdurma talebi karşısında, sermayeden gelen cevap: "Cinayetleri önlemek için kârımdan taviz vereceğime sermayemi alır giderim" şeklinde olmuştur. Sermayenin bu tehdidi karşısında kapitalist ideolojinin tahakkümü altındaki sendikalar (Limter İş'i bunun dışında tutmak gerekir) sermayenin kaçacağı telaşına kapılmışlardır. Hatta tersanelerde örgütlü olan ama iş cinayetleri karşısında sermaye kadar bile duyarlılık göstermeyen Dok Gemi İş Sendikası, sermayeyi ve iş cinayetlerini destekleyen bir yürüyüş dahi düzenlemiştir.

Kapitalist ideolojiyi içselleştirmiş bir sendikal anlayışın "alır sermayemi giderim, işsiz kalırsınız" tehdidi karşısında onunla uzlaşmak (ki bu uzlaşma iş cinayetlerinin devam etmesi pahasına olacaktır) ve onu korumak dışında bir politika üretmesi beklenemez. Çünkü onlar, sistemin kendilerine dayattığının ötesini düşünemezler bile. Oysa çözüm mümkündür. Bunun için önce bu sermayedarların birikimlerini nasıl edindikleri sorgulanmalıdır. Bu sorgulama yapılırsa görülecektir ki sermaye birikiminin kaynağı, emeğin üretim sürecindeki sömürüsü ve emekçilerin birikimlerinin (vergi, sigorta primi vs) devlet aracılığı ile sermayeye aktarılmasıdır. Yani, kaçmasından korkulan sermaye ve bu sermayelerle kurulmuş olan tersaneler aslında emekçilerindir. O halde emekçiler kendi tersanelerine sahip çıkmalıdır. Diğer bir söyleyiş ile bu tersanelerin "kamulaştırılması" talep edilmelidir. Böylece, kâr amacı gütmeden, insanca çalışma koşulları yaratılarak üretim devam edecektir.

Sözün özü: Emekçiler, işsizlik ve ölüm arasında bir seçim yapmak zorunda değildir. Çünkü sermayenin kâr hırsının kurbanı olmadan insanca yaşamak ve çalışmak mümkündür. Bunun için (en azından şimdilik) tersanelerin ve diğer üretim/hizmet alanlarının kamusallaştırılması talep edilmelidir!..
          

yazici   mail