www.soL.org.tr
Türkiye'de işçi sınıfı oluşumunu kıran faktörler
İlker Belek 12 Mart 2007, Pazartesi

İşçi sınıfı nesnel bir toplumsal yapı. Hiç hareketli olmasa, kendisi için bir şey talep etmese, hatta kendisine karşıt politikalar üreten siyasal akımların peşine takılsa da işçi sınıfı var. Hareketli olması başka bir şeyi tanımlıyor.

Sınıf kapasitesi, içinde milyonlarca emekçiyi barındıran bu devasa yapının kendi öz çıkarları için harekete geçebilme potansiyeli anlamına geliyor. En azından diyoruz ki “elbet bir gün mücadeleye girecek”. Böyle diyoruz, çünkü, bunun için çok değişik girdiler gerekse de, tarihsel olarak bu olanağı içinde barındırıyor. 

İşçi sınıfı oluşumu ise sınıfın sendikalar, partiler gibi kurumlarıyla siyasal bir arayış içinde olmasını tanımlıyor. Bu arayış ne kadar kitlesel ve sistemden kopuşçu ise sınıfın oluşumunun o denli gelişkin olduğu söylenebilir. Daha da önemlisi, sınıfın oluşumu ancak işçi sınıfı örgütlerinin müdahalesi ile gerçekleşiyor. Siyaset sınıfı oluşturuyor.

Sınıf oluşumu aynı zamanda tarihsel bir fenomen. Yani sınıfın tarihsel olarak, belli dönemlerde belli bir oluşum düzeyini yakalamış olması, bugünkü oluşum düzeyinden bağımsız olarak sınıfın oluşumunda geri döndürülemez, sınıfın hafızasından silinemez bir gelişmenin yaşanmış olduğunu gösteriyor. Bunu, yakın dönem hafıza kaybına uğramış, buna karşılık uzak geçmişi net olarak hatırlayabilen Alzheimer hastalarının durumuna benzetebiliriz. Sınıfın her zaman tarihsel bir oluşmuşluk düzeyi vardır.

Türkiye’nin bugününe baktığımızda sınıf oluşumuyla ilgili durumun vahim olduğu söylenebilir. Bunun değişik nedenleri var kuşkusuz. Ancak burada muhalefet cephesine ilişkin iki siyasal faktörden söz edeceğim. Kürt hareketinin ve sosyalist siyasetin tavırları.

1990’lı yıllarda Kürt hareketi Türkiye sosyalist hareketi karşısında hep baskın konumdaydı. Her iki taraf da halkların kardeşliğinden söz eder ve Kürt hareketi Türkiyeli olmak planlarını açıklardı. Ancak aralarındaki ilişki bir tür abi kardeş ilişkisi gibiydi. Bunda Kürt hareketinin kendi göbeğini kesmek yönünde gösterdiği tek yanlı inisiyatifin etkisi vardı. Sosyalist hareket ise bu görkemli kitlesel atılımın karşısında hep eziklik yaşadı. Ya bu atılımı tam olarak destekledi ya da atılımın pratik çıkışları karşısında değerlendirme yapabilecek cesareti, biraz da etik nedenlerle kendisinde bulamadı. Ne de olsa arkada büyük halk desteği vardı ve bu denli kitleselleşilen bir dönemde yapılacak eleştiriler “dam üstünde saksağan” misali algılanacaktı.

Sonuç olarak uzun bir dönem, belki de Öcalan’ın yakalanmasına kadar, Türkiye’de muhalefet cephesini Kürt hareketi belirledi. Bu tek yanlı ilişki Türkiye’deki sosyalist oluşumların iyice kendi içlerine kapanmalarına, adeta dillerinin tutulmasına da neden oldu. 

Dikkat edilirse burada tam bir kopuştan söz ediyorum. Bir yandan Kürt hareketi ile sosyalist oluşumlar arasında kopuş, bir yandan sosyalist hareketin, kendi sessizliğinin sonucunda, Türkiye topraklarından kopuşu ve bir yandan da Kürt hareketinin Türk toplumundan gürültülü kopuşu. Kopuş zamana yayıldı, sosyalistler çaresiz izledi ancak sonuçları ürkütücü oldu.

Öcalan’ın yakalanması bu açıdan da milattır. Bundan sonra Kürt hareketi siyasal çizgisinde tam bir stratejik değişim geliştirdi. Kendince büyük emperyal güçlerin aralarındaki gerilimlerden yararlanan taktik bir açılımla, devlete kimi taleplerin kabul ettirilmesi arayışına yöneldi. Buradan ne sonuç elde edildiği ayrı bir konu. Ancak önemli olan nokta, bu arayışın, kaçınılmaz biçimde, aynı emperyal güçlerin belirlediği sistem içi bir çizgiye oturması ve hareketin milliyetçilik tonunun artmasıdır. Kürt hareketi, kurtuluşu, emperyalistlerin bıraktığı boşlukların doldurulmasına oynamakta bulduğunda, bu işçi sınıfımızın Türk bölmesi tarafından faşistleşilerek cezalandırıldı.

Türkiye’de işçi sınıfında faşist ve gerici siyasal akımların kabul görmesinin diğer nedenlerini görmezden gelmiyorum. Ancak Kürt hareketinin siyasal ekseni Türkiye’de faşizmin kitleselleşmesini sağlayan özel bir etki göstermiştir. Bu etki doğrudan Kürt hareketinin salt “Kürt” karakterine bağlıdır.

İşin daha da kötüsü, Kürt milliyetçiliği emperyalistler arasındaki sürtüşme ve boşlukları kendi kurtuluş alanı olarak belirledikçe, aynı emperyal güçler bu siyasal açılımı kendi hegemonyalarını Kürt hareketine kabul ettirmenin ve hatta Kürt hareketini kendi bölgesel emperyal açılımlarının bir aracı olarak kullanmanın fırsatı olarak değerlendirmişlerdir. Şimdi düşünelim, Nevroz için Barzani’nin Diyarbakır’a davet edilmesini nasıl değerlendireceğiz ? Bu oyunun sonucu daha başından belliydi. Tabi ki güçlü olan kendi kurallarını, aynı çemberin içinde hareket eden daha zayıf olana kabul ettirecekti.

Bugünkü durum acınası bir tablo arz ediyor. Hem Türkiye’den kopmuşsunuz, hem de bütün ipleri ABD ve AB’ye kaptırmışsınız. Bundan sonra Türk ve Kürt emekçilerini barıştırmak, Türkiyeli bir sınıf oluşumu yaratmak artık daha da zor. İşte biz bu barışın aracı olarak Yurtsever Cephe’yi görüyoruz.

Türkiye’de işçi sınıfı oluşumunu kıran ikinci muhalif faktöre bir başka yazıda değinebileceğim.

yazici   mail