www.soL.org.tr
Bir NATO yapımı: Yugoslavya’nın parçalanışı
2 Nisan 2007, Pazartesi

Yugoslavya’nın parçalanma süreci, ordusuyla, sivil toplum örgütüyle, kontrgerillasıyla tipik bir NATO yapımı olarak doksanlı yıllara damgasını vurdu. NATO müdahalesi sonrası ise, eski Yugoslavya toprakları şirketleştirilmiş devletçiklerden oluşan, işsizlik, yoksulluk, uyuşturucu ve insan ticaretinin kol gezdiği bir cehennem haline geldi. Bölünmeye karşı hassasiyetiyle tanınan Türkiye devleti ise, NATO üyeliği nedeniyle Yugoslavya’nın parçalanma sürecine aktif bir şekilde katıldı.

soL On yıla yakın bir zaman dilimine yayılan Yugoslavya’nın parçalanması, NATO’nun soğuk savaş boyunca geliştirdiği hemen hemen bütün araçların seferber edildiği bir süreç içerisinde gerçekleştirildi. 1991’den 1999’a, kontrgerillasıyla, faşistleriyle, dinci gerici örgütlenmeleriyle, gizli diplomasisiyle, işgal ordusuyla, psikolojik harekatlarıyla ve sivil toplum örgütleriyle tam bir NATO geçit töreni sahneye koyuldu.

Bu büyük NATO yapımı, 1991 yılında Slovenya ve Hırvatistan bölgelerinde hükümeti ele geçiren faşist ve işbirlikçilerin bağımsızlık ilanlarının NATO üyesi Almanya ve ABD tarafından tanınmasıyla tetiklendi. Yugoslavya anayasasına aykırı bir şekilde atılan bu adımın “uluslararası hukuk”a uygun olduğunu iddia eden NATO üyeleri, söz konusu yönetimleri “insan hakları savunucusu” ve “bürokrasiye karşı mücadele eden” hareketler olarak tanımlıyordu.

Gerçek ise bunun tam tersiydi. Hırvatistan’da Franyu Tudjman liderliğinde kurulan hükümet, açıkça faşizmi savunuyor, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman faşizmini destekleyen ve savaşın en büyük katliamlarından birine imza atan Ustaşa bayrağını kullanmaktan çekinmiyor ve Sırplara karşı ayrımcı yasalar uygulamaya başlıyordu. NATO, soğuk savaş boyunca sıkça yaptığı gibi, bir yandan demokrasi söylemini dilinden düşürmezken, diğer yandan eski faşist birikimi açıkça kullanmaktan çekinmiyordu.

1995: İlk NATO bombası Yugoslavya’ya düşüyor
Bu şekilde başlatılan Hırvatistan-Sırbistan savaşı, NATO üyesi ülkelerin Hırvatistan’a sunduğu açık siyasi ve askeri destekle, bu ülkelerin Yugoslavya’dan kopmasıyla sonuçlandı. 1992 yılında Bosna-Hersek’in bağımsızlık ilanının da tanınmasıyla, NATO’nun açıktan müdahale edeceği süreç başladı. Bu sefer Bosna-Hersek içinde kışkırtılan ve Müslümanlarla Sırpların taraf olduğu iç savaşa NATO çeşitli araçlarla müdahale etti.

İlk olarak, taraflar arasındaki görüşmelerde NATO arabuluculuk yaptı.

İkincisi, Bosna-Hersek’te dinci gericiliği ve işbirlikçiğiyle bilinen Aliye İzzetbegoviç’in seçimleri kazanabilmesi için ABD ve Avrupalı vakıflar aracılığıyla her türlü mali destek sağlandı. Bunun yanında yine NATO üyelerinden çeşitli “kamuoyu araştırma” kuruluşları, İzzetbegoviç’in seçim kampanyasını açıkça destekledi. İç savaşın çıkmasının ardından ise, başta Afganistan’da ABD tarafından kullanılan “birikim” olmak üzere, İslamcı dinci gerici örgütler, ABD’nin desteğiyle Bosna-Hersek’e silahlı militan akınında bulundu.

Ülkeye giriş yapan Afgan paralı askerlerin önemli bir bölümüne İzzetbegoviç hükümeti tarafından Bosna-Hersek vatandaşlığı verildi ve Sırplara karşı savaşta kullanıldı. Diğer yandan Franyu Tudjman liderliğindeki Hırvatistan tarafından sağlanan faşist birlikler de, Bosna-Hersek’te Sırplara karşı Müslüman dinci gericilerle birlikte savaştı. NATO himayesinde yan yana savaşan Katolik faşistler ile Müslüman dinci gericilerin ardından, Yugoslavya’ya ilk kapsamlı NATO askeri müdahalesi 30 Ağustos 1995 tarihinde gerçekleşti. Sırp askeri birliklerine yönelik NATO bombardımanı için gerekçe olarak “Srebrenika katliamı” gösterildi. Karşılıklı çatışmaların yaşandığı ülkede askeri müdahale için bahane arayan NATO, etkili bir basın kampanyasıyla Sırpları mahkum eden bir ortamın yaratılmasıyla birlikte hareke geçmekte gecikmedi.

Hırvat, Müslüman ve NATO saldırıları karşısında uzun süre dayanamayan Sırp birlikleri, Ekim ayında teslim olmak zorunda kaldı. Savaş, ülkenin yarısına yakınının Müslüman-Hırvat birlikleri tarafından ele geçirilmesiyle sonuçlanmıştı. NATO himayesinde başlayan “barış görüşmeleri” ise, “ateşkesi koruma” bahanesiyle ülkeye 60 bin NATO askerinin konuşlanmasını içeriyordu.

Parçalanma yetmiyor, NATO Kosova’ya el atıyor
Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’in ayrılması, Bosna-Hersek’in de iç savaşlarla paramparça edilmesi NATO üyelerine yetmedi. Halen aynı adı taşıyan Yugoslavya’nın kalan parçasında da Kosova sorununu kaşımaya başladı. 1997-1998’den itibaren Sırbistan’ın Kosova özerk bölgesinde Arnavutlarla Sırbistan devlet kuvvetleri ve Sırp halkı arasında çatışmalar yoğunlaştı. Öne çıkmaya başlayan UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) adlı örgüt, Kosova’da Sırp halkına ve Yugoslavya devlet kurumlarına karşı silahlı saldırılar başlattı.

Yugoslavya’ya yönelik 1999 yılında gerçekleştirilen NATO saldırısının resmi gerekçesi, Miloseviç liderliğindeki Sırbistan’ın 1998 sonlarında emperyalistlerin önerdiği “Rambouillet Barış Anlaşması”nı reddetmesi şeklindeydi. Bir başka ifadeyle, yani Sırplar bir türlü barışa yanaşmıyor ve şiddet yanlısı politikalarını sürdürmek istiyordu.

Emperyalistler diplomatik müdahalede bulunarak Kosovalı Arnavut ve Sırp tarafları bir araya getirdi ve tarafları Fransa’nın Rambouillet kentinde birkaç hafta süren görüşmelere çağırdı. Sırp tarafında, Kosova’daki Arnavutlar dışındaki bütün halklardan temsilci vardı (Romanlar vb), hatta Sırbistan delegasyonunda iki Arnavut temsilci de yer alıyordu.

Emperyalistler görüşmelerde “Rambouillet Barış Anlaşması” adıyla anılan bir öneride bulundu. Anlaşma metni basına verilmedi, basına söylenen tek şey anlaşmanın Kosova’ya daha fazla özerklik verilmesini içerdiği şeklindeydi ve birkaç hafta süren görüşmeler sonucunda, emperyalist basın kuruluşlarında yer alan haberlere göre Sırbistan tarafının bu anlaşmayı imzalamayı reddetmesiyle görüşmeler sona erdi ve NATO saldırısı süreci hayata geçirildi.

Rambouillet Anlaşması ve müzakerelerle ilgili gerçek ise daha sonra ortaya çıktı. Anlaşma temel olarak 2 bölümden oluşuyordu. Birinci bölüm Kosova’ya tam özerklik verilmesini içeriyordu, ikinci bölüm ise, bütün Yugoslavya topraklarına, yani yalnızca Kosova topraklarına değil, NATO birliklerinin konuşlandırılmasını öngörüyordu.

NATO’nun en büyük yalanı ise burada ortaya çıkıyordu. Sırbistan delegasyonu, anlaşmanın Kosova’ya tam özerklik verilmesini öngören bölümünü tamamıyla kabul etti, ki buna göre Kosova kendi dış politikasını bile ayrı yürütebilecekti ancak anlaşmanın ikinci bölümünü, yani NATO’nin Yugoslavya topraklarına konuşlanması kısmını reddetti. Anlaşmada böyle bir bölümün varlığı kamuoyuna kesinlikle duyurulmamıştı, çünkü bu, Yugoslavya’ya karşı yürütülecek psikolojik savaşı zayıflatacaktı.

Anlaşmanın ikinci bölümündeki maddeler ise NATO’nun gerçek niyetini ortaya koyar nitelikteydi: “Kosova ekonomisi serbest piyasa ilkelerine göre işleyecektir.” Kosova’daki her türlü idarenin bağlanacağı NATO ordusu, anlaşma sayesinde Sırbistan toprakları içinde de her türlü hareket serbestisi kazanacak ve asker konuşlanmasını sağlayacak yetkiler elde ediyordu.

Anlaşma Yugoslavya’nın egemenliğini öylesine açık ve kışkırtıcı bir şekilde ayaklar altına alıyordu ki, işbirlikçi olmayan yorumcuların büyük bir bölümü, hiçbir hükümetin bu anlaşmayı imzalayamayacağını ifade ediyordu. Bazı yorumlarda ise, anlaşmanın savaşı kaybetmiş bir devletin imzaladığı bir teslim olma anlaşmasını andırdığı belirtiliyordu. Anlaşma, Kosova’yı açık bir NATO mandası haline getirecek, ve ülkenin kalan bölümünün de bağımlılaştırılması için önemli olanaklar yaratacaktı.

Miloşeviç’in indirilmesi: NATO’nun sivil toplum örgütleri devrede
Kosova’da geri adım atan Yugoslavya devlet başkanı Slobodan Miloşeviç’in 2000 yılında hükümetten indirilmesi, bütün sürecin en kritik halkalarından birini oluşturuyordu.

Emperyalist basındaki iddiaya göre, seçimlerde hile yapan Miloseviç, halkın tepkisiyle iktidardan indirildi ve seçimlerin ardından kitlesel gösterilerle ve istifaya zorlandı.

Gerçekte olan ise NATO’nun yalanlarında ifade edildiği gibi değildi kuşkusuz. Uzun süredir sivil toplum kuruluşlarının ve Sırbistan Demokratik Muhalefeti adı altında birleşen partilerin önderliğinde Miloseviç karşıtı bir muhalefet oluşuyordu.

NATO’nun 1999 yılındaki Yugoslavya saldırısının ardından ABD kongresi Sırbistan’ın “demokratikleşme” çabalarına 99 yılında 10 milyon dolar, 2000 yılında ise bir 31 milyon dolar daha ayırdı. “Demokratikleşme” fonlarının esas yüklü kaynakları USAID, IRI (International Republican Insitute) ve NDI (National Democrat Institute). En önemli mali kaynaklardan biri ise George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü (OSI) oldu. Burada diğer emperyalistlerin katkıları da devreye girdi. İngiltere’den Westminster Foundation, Almanya’dan ise SPD ve CDU, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla yardım gönderdi, Fransa ise doğrudan devlet üzerinden 3 milyon frank gönderdi.

Sağlanan mali destek öncelikle emperyalizm yanlısı Sırp medyasını ayakta tutmak amacıyla kullanıldı. Özellikle kırsal nüfusa ulaşmayı amaçlayan TV kanalları ise aldıkları para desteğiyle ilk olarak ABD yapımı pembe dizilerin ve sitkomların Sırbistan’daki yayın haklarını satın aldılar, ardından oy verme hakkını, düşünce özgürlüğünü savunan belgeseller yayımlamaya başladılar.

2000 yılının Mayıs ayında bu kuruluşlar tarafından 200 ton kağıt satın alındı ve kağıtların bedelini de Press Now adlı bir Hollanda sivil toplum örgütü ödedi. Sırbistan’ın önde gelen emperyalizm yanlısı yayın kuruluşu B92 ise Miloseviç’in engellemelerini, internet yayınıyla ve BBC uydularıyla yardımlarıyla aştı. Bu harcamalar batılı yardımlarca sağlandı.

Amerikalı uzmanlar tarafından Sırp sınır bölgelerine parazitlenmeyi engelleyen büyük radyo vericileri yerleştirildi. Bu harcamalar da yine USAID tarafından karşılandı.

2000 yılındaki seçim süreci başladıktan sonra, seçimlerdeki emperyalist politikaları yürütmek üzere Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de bir merkez oluşturuldu.

2000 yılı başında, 1998’de kurulmuş olan öğrenci örgütü OTPOR üyeleri Budapeşte’de IRI tarafından bir staj programına tabii tutuldu. Ardından IRI destekli OTPOR kampanyası başladı. "Dışarı çıkın ve oy kullanın" sloganıyla gençler sandık başlarına çağrıldı.

Gençlerin kampanyaya ilgisini arttırmak için ülke genelinde 2,5 milyon marklık bir bütçeyle 40 konser düzenlendi, tanıtıcı broşürler, tv reklamları hazırlandı. Soros fonunun New York şubesi, Budapeşte’deki OTPOR hesaplarına 350.000 dolar yatırdı. OTPOR’un flama, afiş, bayrak harcamaları da yine IRI tarafından karşılandı.

Ardından yoğun bir seçim kampanyası sürecine girildi. Muhalefetin bütün konuşmaları, bütün reklamları ABD’lı danışmanlarla tartışılarak gerçekleştirildi ve sürekli anketler yapılarak sonuçlar değerlendirildi.

NDI daha çok muhalefet partileriyle ilgilenirken, IRI daha çok OTPOR’un eğitilmesi ve yönlendirilmesine yoğunlaştı. IRI, 2000 yılının Mart ayında, çok sayıda OTPOR liderine Budapeşte’deki Hilton Otelinde “şiddet içermeyen direniş” semineri verdi. Seminerdeki dersler, ABD ordusundan Albay Robert Helvey tarafından verildi.

Yaz aylarında ise, çok sayıda OTPOR üyesi muhalefet eylemcisi Macaristan sınırını geçerek, sınır yakınlarındaki Szeged adlı Macar kentinde yine ABD destekli bir programa katıldı. Burada ise seçim gözlemcisi yetiştirme programı uygulandı. IRI üyesi John Anelli, dersleri verenlerden biriyle ve ilk etapta 500, daha sonra da 1500 seçim gözlemcisi eğittiklerini açıkladı.

yazici   mail