www.soL.org.tr
Üniversiteler ve rektörlük seçimleri
Nurettin Abacıoğlu 29 Mayıs 2008, Perşembe

Üniversiteler üzerine II

Bu yazıda, üniversiteler tartışmasına devam edeceğim; ancak rektörlük seçimleri sayfasını kapattım. Sadece başlıkta yer alan ‘rektörlük seçimleri' kısmıyla ilgili şunu belirtmek gerekiyor. Üniversite yazılarının bir  tefrika olacağına dair, geçen yazımda değinme yaptığım için, okuyana kolaylık olması babında şimdilik bu kısmı da koruyorum.

Üniversiteler, ne menem kuruluşlardır? Hatırlatma olsun; geçen yazının bir yerlerinde şöyle bir şerh düşmüştüm: "Öğretim elemanı..., ...ve kendi aralarında birbirlerine "hocam" diye hitap eden taife, sistemin taşeron hizmetkarı olarak, hem ideoloji üretip, sistemi meşrulaştırır ve hem de, sistemin yeniden üretimini sağlayacak insan malzemesi ve teknolojisini yaratmaya çabalar."

İşte, bu noktadan devam edilebilir...

Akademide, bilim üretimi ile ideoloji üretimi, birbirinden ayrıksı bir konumda değildir. Yani neyin bilim ve neyin retorik olarak ideoloji olduğu bir çorba vaziyetindedir. Kimi ‘bilimciler' ürettiklerinin ideolojik bir retorik olduğunun farkında bile olmadan, yaptıkları zanaatkarlığı (taşeronluk) bilim üretmek falan da zannetmektedir.

Bu laflar neye tekabül eder: Herhalde, "İdeoloji Nedir?" sorusuna yanıt aranması gerekir. Ancak bu yazı boyutunda buna olanak ve gerek olmadığı üzere, sadece şu ifade edilebilir:

‘İdeoloji', esas olarak belli bir düşünce biçimini ya da bilinç biçimini gösterir; ancak tekil bir durum, olgu değildir.

Pek çok düşünce ya da bilinç biçimi vardır. Bu çokluk da,  bir ideolojiler toplamı varlığına denk düşer. Sonuçta, belirli bir anlamda bir araya toplanmış ve çeşitli toplumsal grupların kendilerini ifade etmek için oluşturdukları fikirler/değerler kümesi oluşur. Dolayısıyla göreli tekil bir kavram olan ideoloji, kendisini kolletif bir kavrama olarak "politik ideolojiler" e dönüştürür.

Terry Eagleton'un "İdeoloji" (*) isimli yapıtında verdiği tanımlara dayalı olarak, kavram ortaklığı unsurlar özetlenecek olursa, şu manzaraya ulaşılmaktadır:

- İdeoloji, toplumsal grup/sınıflara ilişkindir;

- İdeoloji, siyasal (tüm yönetsel/hegemonik ilişkiler) iktidar ile ilişkilidir;

- İdeoloji, anlamsal/söylemsel (retorik) alana denk düşer;

- İdeoloji, genellikle bir "yanılsama ögesi" içer."

Üniversite, tarihsellik olarak "ideoloji-üreticisi" olma konumunu hep koruyagelmiştir. Kurum olarak, Ortaçağ Avrupa'sından, Aydınlama Çağı'na, evrildiğinde burjuva devrimi ideolojisi ve etiği, "modern zamanlar" dahil, üniversitenin ‘misyon' ve ‘vizyonu' olarak hem kendini koruyagelmiştir ve hem de, kendisini yeniden var etmenin kanallarını açmaya devam etmektedir.

İşte, yukarıda alıntıladığım, geçen yazımdaki "ideoloji üretme.., sistemi meşrulaştırma.., ve ... sistemin yeniden üretimini sağlama..," ve bunu "...insanı kodlayarak ve bilimsel bilgiyi, teknik ve teknoloji araçlarına taşıyarak biçimlendirme" işlevi, üniversitenin en has kurgusu olarak kendisini var etmektedir...

Üniversitenin asli görevi, "bilim üretme" işidir. Ancak bu durum, esas olarak ve tek başına öngörülebilen ve tekrarlabilen verili bilginin, gündelik yaşamın bir ‘ihtiyaç alanına' konulması fiili, yani hizmet, teknik ve teknolojiyi oluşturma işi de değildir. Ne var ki, bahsedilen bu ikincil fonksiyon, "siyasal (tüm yönetsel/hegemonik ilişkiler) iktidar" ların her zaman tercihi ve desteğini alan bir sistem meşruiyeti, buna ikna, kalıcı kılma ve hegemonik yeniden üretim fiilinden başka bir şey de değildir.

Bu çok yönlü ilişkiler ağı içinde öğütülen, yeniden yapılandırılıp, şekillendirilen en önemli öge de insan faktörüdür.

Üniversitenin, işlediği malzeme olan insan açısından, üniversitenin, onu özgürleştiren bir kurum olması beklenir. Yani, insanın özgürleşmesi, insandışılıktan kurtulabilmesi, ‘kendinde varlık-çevrenin belirlediği koşullar içindeki varlık' değil, ‘kendisi için varlık-çevrenin belirlediği koşullar dışına eylemle -gerçeğin tanımlandığı ve onu değiştirmeyi öne koyan edim- çıkan varlık'  olabilmesine ve böylece toplumsallaşma potansiyaline dayalıdır.

Oysa, üniversite dahil burjuva eğitimi ve kurumları, sistemik ilişkiler yumağını şöyle yapılandırmış görünmektedir:

- Burjuva eğitiminde temel tasarım ve yapı, öğrenci/öğretmen-hoca ilişkisine dayalıdır;

- İlişki, özne (öğretmen-hoca)/nesne (öğrenci ve gersisindeki toplumsal yapı) ikilemi ve ayırımcılığına dayalıdır;

- Sistemde öğretmen-hoca, yatırımcıdır.

- Öğrenci ise, yönetilen ve yatırım yapılan nesnedir;

- Öğrenci, yaratıcı ve eleştirel bir edim içinde değildir;

- Burjuva eğitim modeli, yönetilenleri ve yatırım yapılanları ‘şeyler' olarak görür;

- Öğrenci, kendisine uygun görülen biçimde ve oranda, verilen bilgileri ezberler ve arşivler. Yani, ‘şeyler' in temel ödevi, ezberini iyi yapmak ve retorik arşivlemesi yapmaktır;

- Eğitimin temel amacı, yönetilenler olan ‘şeylerin' sisteme uyumlandırılmasını özünde sağlamaktır;

- Eğitim faaliyetlerinin ve hizmetlerinin de işleyişi, öğrenci bireyin, sınıfsal aidiyet ve toplumsal kimliğine özgün bir talep, yargı, değiştirme, dönüştürme girişiminde bulunması yerine, kabul eden, ikna olan, ‘koşulların veya düzenin yeniden tesisi'  ni hep öngören bir formatla kodlanmasına yönelik kurgulanmıştır;

- Eğitim, bu modele dayalı olarak özgürleştirici değildir.

İşte, bugünün üniversitesi, insanı ‘kendinde varlıktan, kendisi için varlığa' dönüştürmeyen bir muhafazakarlık çemberinin en sağlam duvarlarını ören bir kurum olarak ya da ‘siyasal iktidar' odağı olarak var olmaktadır. Üniversitenin ‘yatırımcı' hocaları da bu türden bir toplum mühendisliği taşeronu olarak ulaşılmaz fildişi kulelerinde görevlerini yerine getirmektedir.

 

Bir de şu yapı-kuruculara, yani şu kimi hocaların, kimi karakteristiklerine bir bakalım:

-         Öğretim elemanları ve özellikle hoca taifesi, statükoyu savunur;

-         Öğretim elemanları, bireyci ve rekabetçidir;

-         Öğretim elemanları kariyeristtir;

-         Öğretim elemanları elitistir; fildişi kulelerinde yaşamayı severler;

-         Herkesin zamanı vardır; ama öğretim elemanlarının zamanı asla;

-         Maddi, manevi tatminsizlik, öğretim elemanlarını mesleki deformasyona sürükler;

-         Öğretim elemanları, mesleki deformasyondan kurtuluş reçeteleri icat etmek ve bunu bilim şemsiyesi olarak pazarlamakta beceriklilerdir;

-         Yolun başında, bilime dair hayal güçlerini yitirirler ve yerine ikame ettikleri post-modern bilimler keşfedebilirler;

-         Bazıları (yoksa büyük bir yekun mu?) eleklerini duvara asmışlardır..

 

 

Üniversitelerimin "katip, yaz arzuhalim yâre böyle.." kimi halleri böyledir. Böyledir de, hepsi ve toptancı bir çuvala sokulabilir mi?..

 

Sözüm meclisten dışarı....

 

 

(*) Eagleton T. (1996), İdeoloji, Ayrıntı Yayınları, İstanbul

 

[email protected]

 

 

yazici   mail