www.soL.org.tr
İleriye doğru
Yurdakul Er 30 Mayıs 2008, Cuma

Almanya'nın, satış rakamları önemli ölçüde düşmüş de olsa, marksizmi hâlâ yüksek tutan ve zaman zaman gerçekten güzel işler çıkaran yayın organlarından ortodoks eğilimli "Marxistische  Blätter"in bu yılki ilk sayısı "Sol ve Ulusallık" üzerineydi. Almanca konuşulan dünyada sadece böyle bir başlık bile aydınların veya aydın adaylarının tüylerini diken diken etmeye yeter; malum. Almanca konuşulan dünya dışındakiler için de durum çok farklı değildir: Nazi Almanyası'ndan biraz haberdar olmak, "ulus ve ulusallık" gibi konularda geri durmak, en azından fazla atak olmamak gibi bir tutumu kolaylaştırıyor.

Sorun, bu değil.

Sorun, kurulduğundan bu yana geçen 45 yılın sonunda adeta bir kuruma dönüşmüş iki aylık bu verimli derginin hizmetleri de değil.

Sorun, halkla kurulacak ilişkide, sol politika adına bazı alanların "Geçilmez! Girilmez!" tabelalarıyla donatılması ve böylesi bir tutumun sonuçları.

Nereye gelmek istiyoruz?

Bir başka yere; ama önce elimizdeki dergiden hareketle bir hatırlatma yapalım: Türkiye solunun mutlaka daha yakın bir ilişki kurması gereken "Marxistische Blätter", sözü geçen sayının giriş yazısında, ulus ve ulusallık gibi sorunların ya da başlıkların, başlı başına bir mayınlı araziye işaret ettiğini vurguluyor zaten. Ulus ve ulusallık deyince hop oturup hop kalkan insanların temelde haklı olduğunu, ama halkın özel bir duyarlılık gösterdiği böyle bir alanın, egemen sınıflara ve onların sağcı demagoglarına bırakılamayacağını da hatırlatıyor. Tabii, Lenin'in Almanca Bütün Yapıtları'nın 21'inci cildinden yapılmış bu doğrultudaki bir alıntıyı da ekleyerek:

"Biz sınıf bilincine sahip Büyük Rus proleterlerine, ulusal gurur duygusu yabancı mı? Kuşkusuz, yabancı değil! Dilimizi ve yurdumuzu seviyoruz; en çok bu dilin ve yurdun çalışan yığınlarının (yani halkının onda dokuzunun) hayata yükseltilmesi için, o insanların demokrat ve sosyalist olması için çalışıyoruz."

Türk ve Kürt solunun dikkatle okuması gereken satırlardır bunlar. Türkçe'deki tartışmalarda zaman zaman zikredildiğini biliyoruz. Gerçekten de, Ekim Devrimi'nin bu jakoben inadı için bırakın ulusal bir aidiyet, "ezen ulusun ulusal gururu" bile korkulacak şeyler arasında yer alamazdı. Lenin, ulusallıkta, sadece olumsuz bir damga görmüyordu. Örneğin Büyük Rus ulusal kimliğinin, geçen yüzyılın başında, kendi içinden devrimci bir sınıf çıkardığının da altını çiziyordu. Yani sadece pogromları, sıra sıra darağaçlarını, işkence odalarını, büyük açlıkları ve papazların, çarların, kapitalistlerin önünde secdeye varmaları falan değil, "Büyük Rus ulusunun devrimci bir sınıf, özgürlük ve sosylizmin örnek svaşçılarını çıkardığını da" görüyor ve böyle bir ulusal gurura sahip çıkıyordu.

Lenin, budur: Devrimci bir iktidar, emekçi halk için her zaman çok önemli ulusal değerleri aşağılayarak ve sıfırlayarak kazanılmaz. Kuşkusuz bu değerleri pazarlayarak da kazanılmaz; öyle bir durumda kazanılan devrimci bir iktidar olmaz çünkü. Ama halk, ulusal kimliğiyle varsa, o ulusal kimlik alanında solcular da olmalıdır.

Demek ki, siyasal iktidarı, halkın belli değerlerini bir "riskli alan" olarak kabul edip, o riskli alana sol müdahalede bulunarak kazanmak mümkün. Toplumsal devrimin ilk adımından söz ediyoruz.

Fakat...

Devrimci için en tehlikeli yol, kendi haklılığını dinsel bir inanç düzeyine indirmesidir. Bu, bilimsel tartışma ve yanlışlanma olasılığının, dolayısıyla bilimin reddidir. Sosyalizmde buna yer olmadığı açık.

Ama bütün bu saptamalarımız, ulusallık vs için değil, bir başka vurguya geçiş yapmak içindir: Kendi alanına kapanıp kalanlar, toplumsal kavgada, sol bir iktidar için verilen mücadelede kesinlikle yeni mevziler kazanamaz.

Demek, sürekli yeni alanlara açılmak ve oralarda da önce tepki almak, sonra doğrulanmak zorundayız. Halkı sosyalizme doğru değiştirmenin başka yolu bulunmuyor.

Elbette bütün bu arayışları, bu "ulusal duyarlılığı", anarko veya "liberal sol" şımarıklığın anlamasını beklemiyoruz. Kimse de beklemesin. Bunlardan bir şey olmaz. Bunlardan Murat Belge olur, Baskın Oran olur, Ufuk Uras olur vs... ABD ve AB uşaklığına örnek arayanlar için sahnede yeterince mal var. Hepsi bugün AKP'nin ucuz gölgeleridir...

Dedik ya, sorun, bu değil.

Sorun, alan boşaltmak veya alan açmak... Ama her halükarda kavga alanlarında mevcutlu olarak bulunmak... Ne denirse densin, kavga çok taraflı, çok sektörlü ve her biri kendi içinde farklı kan dolaşımlarına sahip ve mevcut bütünü bir biçimde destekleyen yapılardan oluşuyor gibidir; öyle de tanımlanabilir. Bunun için yapısalcı olmak gerekmiyor tabii.

O halde yineleyelim: Bırakın ulusallığı, ulus deyince bile "pırpırlanan" solcuların haksız olduğunu kim, nasıl iddia edebilir? Haklıdırlar. Ama ortada emekçi halk yığınlarının doğrudan etkilendiği, hatta kendisine bir kimlik çıkardığı kurmaca yapılar var. Bunlardan biri de, ulus. Bazen, dinden çok daha etkili. Bu alanı nasıl boş bırakırsınız?

Kuşkusuz bu alana başka sonuçlar yaratmak amacıyla girersiniz, ama alanda bir varlık göstermeniz de şarttır.

İyi.

Anlaşıldı: Bir alan var, o alanda yer almak var ve o alanı emekçi yığınların devrimci çıkarları doğrultusunda etkilemek, hatta belirlemek var. Beceremezsek, o alanlar bizi belirler. Eh, onun örneklerine de bol bol rastlıyoruz. Referans yazarı "Haydar Kutlu" ve tayfası ile onun en meşru çocuğu Ufuk Uras ve tayfası, herhalde iyi örneklerdir.

Halkın gözünün önünde ve kulağının içinde olmak zorundayız.

Asıl önemlisi, o halktan sürekli haber, maddi destek ve somut katılım talep etmek zorundayız.

Bu gazete başlı başına bir örnektir; çok da yazıldı: Türkiye'deki devrimci bir sol iktidar hareketinin artık entelektüel herhangi bir sorunu bulunmuyor. Çeyrek yüzyıl önceki yokluğuyla ağır bir yenilgiyi kolaylaştıran "entelektüel şiddet", 2008 yılındaki Türkiye'de, ete, kemiğe, partiye ve yurtsever bir cepheye bürünmüştür. Bütün bunların etkisiz kaldığını kim söyleyebilir? Bırakın başka yerleri ve şeyleri, bugün Türkiye solu içinde, bu gazetenin, soL'un, etkisiz kaldığını kim ileri sürebilir?

Türkiye solu, her sabah önce bu gazeteye bakarak kendi aklına çeki düzen vermeyi öğrendi. Sadece bu etkilenmeyi itiraf edemiyorlar. Olsun. Biz, Türkiye solunu, hiç farkında olmadan, sola çektik. Sonuçları belli bir aradan sonra ortaya çıkacaktır. Görürüz.

Şimdi sorun, etkisi sıfıra yakın eski soldaki tuhaf kalabalığı tehlikesizleştirmek ve yeni solumuzun büyük özgürleşmesine yakışır genç ve çok dinamik bir kuşağı halkın önüne yeni araçlar eşliğinde davet etmektir.

Halkı, mücadelemize somut olarak katmanın entelektüel yolları var.

Arayış bitmiş olmalı.

Galiba artık oralara gidiyoruz.

yazici   mail
Kepçe kulaklı demokrasi
Kemal Okuyan
Bir sempozyum!
Rıfat Okçabol
İleriye doğru
Yurdakul Er