www.soL.org.tr
'İşiniz zor!'
Mesut Odman 23 Aralık 2007, Pazar

Bu iki sözcüğün yüzüme karşı söylenişiyle çok karşılaşır oldum son zamanlarda. “Son zamanlar”, pek çok yıldan oluşan uzun bir süreyi anlatıyor.

Kimileyin görmüş geçirmiş, ama halden anlayan ve güçlerin görünürdeki eşitsiz dağılımı karşısında bana, benim bulunduğum tarafa hak veren bir tavır. Kimileyin destek olmak isteyen, ama öyle ufak tefek desteklerle işimizin zorluğunu aşılmaz olmaktan çıkarmanın imkânsızlığını ima eden bir çaresizlik. Kimileyin de, düpedüz, “boşa kürek sallıyorsunuz” edepsizliği.

Aslında bu işimizin zorluğunu hatırlatma işgüzarlığının mı desem yardımseverliğinin mi, her neyse, büründüğü kılıkları böyle iki üç kategoride toplayıvermek gerçekliği tam yansıtmıyor; çok daha çeşitli kılıklarla karşılaşıyorum. Ama burada sözü uzatmamak için çok kısaltılmış bir özetle yetinmek zorundayım.

Kimler söylüyor? Hepsi de dost, arkadaş, en azından yakın insanlar. Bununla birlikte, hiçbiri mücadeleye doğrudan katılmayan, hiç değilse bir süre daha katılmaya niyetli de görünmeyen insanlar.

Ne diye, hangi durumlar için söylüyorlar? Genellikle, gözünü sevdiğim “halkımız”, tam ya da aşağı yukarı tam bir sürü tavrı, tepkisi, özelliği gösterdiğinde. Daha seyrek olarak da karşı tarafın gücü abartılı ölçüde büyütülmüş yahut bizim gücümüz aynı ölçüde ufaltılmış görünümler aldığında. Bu ikincisi şimdilik konu dışı, onu bir kenara bırakalım.

Doğrusu, bu tür dostça iğnelemeler geldikçe, kızgınlık gösterdiğim de olmuyor değil, ama çoğu kez bir tür derviş sabrı ve hoşgörüsü içinde tepki verdiğime yerin ve göğün hak tanır öğeleri tanıklık edebilir. Asıl sorun şurada: Böyle dostane tepkilerle karşılaştıkça, dostça olanı bana tepki dediğim dünyada olup bitene yönelik olmak üzere, ben de başlıktaki sözü bir tek harfi değiştirmek koşuluyla benimseme eğilimine girmeye başladım. Bir tek harf dediğim, “n” yerine “m” koyarak, ben de tekrar eder oldum.

Bir de şunu eklemekte yarar var: Bu tehlikeli sayılabilecek eğilim, her yılın kurban bayramını idrak ettiğimiz günlerde dikkate değer bir ağırlık kazanıyor.

Ne demek istediğimi, bayramın ikinci günü gazetelerde gördüğüm üç fotoğrafı betimleyerek anlatmaya çalışacağım. Bir deyiş uydurmama izin verilirse, kendi gözlerimle çektiğim fotoğraflarla çakışıyordu da, o yüzden…

Bu fotoğrafların birinde, sadece ayakları görünen sırt üstü yıkılmış koyunun başında bir herif ve iki oğlan çocuğu görülüyor. Çocuklardan küçük olanın elinde kocaman bir bıçak var; her ikisi de karşıya, uzaklara bakıyorlar; herhalde, kellesi kesilmiş ve boynundan kan fışkıran hayvanı görmemek için… Elinde bıçak tutan küçük oğlan, ağladı ağlayacak; birkaç yaş büyük olanın yüzünde ise daha kahramanca bir ifade var. Bu fotoğraf Antalya’da çekilmiş.

İkinci fotoğrafın çekildiği yer İstanbul. İki boğanın kesilmiş kelleleri kaldırıma yatırılmış, iki kelle arasında kesilerek bacaktan ayrılmış ayaklar görülüyor. Kellelerden birinin kesik boynundan kan sızıyor, öbürünün dili iki çenesinin arasından dışarıya sarkmış. Bunların ortasında da, niye oraya oturtulduğu bilinmez, mukayyet olsun da malı kimse yürütmesin diyedir muhtemelen, yine küçük bir oğlan çocuğu, melul mahzun bakıyor.

Üçüncü fotoğrafın çekildiği yeri Sivas diye yazmışlar. Herhangi bir sokakta, belki de caddede olduğu besbelli bir kaldırıma bir büyük baş hayvanı yıkmışlar; kesim işleminin ya da ayininin tamamlanıp tamamlanamadığı belli değil; çünkü, hayvanın çevresinde toplanıp onu zaptetmeye çalışan kalabalıktan, başı siyah bereli ve elli yaşlarının üzerinde görünen birinin elinde kurbanın ayaklarına bağlanmış bir halat var ve dini vecibelerini yerine getirmekten baka bir amacı olmadığını varsaydığımız Müslüman o halata, haydi halat demeyelim de kalın ipe asılıyor. Hayvanın başına çökenlerin arasında yirmi beş otuz yaş dolayında gösterenler de var ve onlardan beyaz bereli olanı bir yandan hayvanın üstüne bastırırken bir yandan da sırıtarak poz veriyor. Poz veriyor; çünkü, şık görünümlü mantosuyla bir tesettürlü hanım, elindeki son model olduğu izlenimi edindiğimiz bir cep telefonu kamerasıyla bu mutlu anı ölümsüzleştiriyor.

Yapmaya çalıştığım betimlemelerin tümüyle yansız, nesnel, realist de değil natüralist olduklarını söylemekte herhangi bir kuşku duyulmamalı. Sadece, sonuncusundaki “sırıtarak” sözcüğü bu yansızlığı bozuyor sanılacaktır belki; ama, insaf, onu da “gülümseyerek” diye anlatamazdım.

Ne yapalım, biz de günümüzün yüz elli yılı aşkın bir süre öncesinden seslenen, böylece, hâlâ güzel, dokunaklı, yol gösterici olmasıyla klasikleşen Alman İdeolojisi’nden yaptığımız ezberi hiç bozmayız: Sosyalizm davasının başarısı için “insanların kitlesel bir ölçekte değiştirilmesi zorunludur; böyle bir değiştirme ancak pratik bir hareket içinde, bir devrimde mümkün olabilir.” Dolayısıyla, devrim, başka nedenlerin yanı sıra, iktidarı alacak sınıf “ancak bir devrimde geçmiş çağların fışkısından kendini kurtarmayı ve yeni bir toplumu kurmaya uygun duruma gelmeyi başarabileceği için zorunludur.”

yazici   mail