www.soL.org.tr
Faşizme karşı direnen kadınlar
5 Mart 2007, Pazartesi

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya, Fransa, İspanya, Hollanda, Polonya, Yunanistan, Yugoslavya olmak üzere bütün Avrupa ülklerinde faşizme karşı mücadele eden yurtseverlerin, komünistlerin ve de sosyalistlerin önemli bir kesimi kadınlardan oluşmaktaydı.

1930’lu yıllar, komünist partilerin bütün dikkatlerini faşizmle mücadeleye çevirdikleri, bu nedenle Komintern’in Birleşik Halk Cephesi politikalarını gündemine aldığı yıllardır. 1930’lu yıllar faşizmin Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllardır. O yıllarda Almanya’da, İtalya’da ve İspanya’da faşistler iktidardadır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya, Fransa, İspanya, Hollanda, Polonya, Yunanistan, Yugoslavya olmak üzere bütün Avrupa ülklerinde faşizme karşı mücadele eden yurtseverlerin, komünistlerin ve de sosyalistlerin önemli bir kesimi kadınlardan oluşmaktaydı. Sayıları az değildi, ancak kadınlar direnişi o kadar hayatlarının bir parçası yapmışlardı ki bunda olağanüstü birşey görmemişlerdi. Sayıları az değildi, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra direnişin tarihi yazılırken onlar tarih kitaplarına bile giremeyip es geçilmişlerdi. Gerçi bunda kadınların ağır basan direniş biçimleri de önemli bir rol oynamaktaydı: Onlar erkek yoldaşları gibi ellerinde silahla direnişte yer almanın yanında, böylesi bir direnişten daha çok günlük yaşamdaki direnişleri ile önemli bir yer tutmaktaydılar. Kaldı ki önemli görevlerin başarıyla yerine getirilmesi bu görevi üstlenen kişilerin toplumda göze batmamaları ile ilişkiliydi. Kadınlar, yeraltı ile “normal” hayatı birleştiren ara halka idiler. Bu kadınların isimlerini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Zaten tarihi yapanlar da bu isimsiz askerler değil mi? Peki isimlerini bildiklerimiz? Bunlara bir göz atalım...

İspanya: Dolores İbaruri
Faşizme karşı en zorlu mücadelelerden biri İkinci Dünya Savaşı öncesinde İspanya’da verildi. Faşist general Franco’ya karşı gerçekleşen İspanyol direnişi anılmaya değer. Direnişin ön saflarında yer alan İspanyol Komünist Partisi lideri Dolores İbaruri’nin anılması açısından önemli. İspanya Komünist Partisi lideri olan İbaruri’nin radyodan, meydanlardaki hoparlörlerden duyulan sesi, kitlesel mitinglerde yaptığı konuşmalar, direnişin sürmesinin en önemli nedenlerinden biri olmuştur. O, “demokratik ispanyanın terör cehennemine ve işkencehaneye” çevrilmesine karşı her kadın, erkek ve çocuğu faşistlerin başkente yönelik saldırılarına karşı barikat kurmaya çağırmıştır. “Ayakta ölmek, dizlerinizin üzerinde yaşamaktan daha iyidir.” Ve “korkak karısı olmaktansa, yiğit dulu olmak yeğdir” sözleri direnişin sloganı olmuştur. En meşhur konuşmalarından birinde o, kadınları, başka silah bulamazlar ise mutfak bıçağı veya benzer silahlar ile savaşmaya çağırmış, hatta kaynar suların bile Madrid’e saldırıları püskürtmek için kullanılabileceği konusunda teşvik etmiştir. İbaruri’nin lideri olduğu Savaşa ve Faşizme karşı Uluslararası Kadın Komitesi, komünist kadınların gazetesi olan Mujeres De Madrid (Madrid’in Kadınları) ve Companera’yı (Yoldaş) yayınlamıştır. Direnişi canlı tutmak için 100 binden fazla kadın anti-faşist komitelerde yer almıştır. Direnişin sürmesi için yaşamsal öneme sahip bütün işler kadınlar tarafından yapılmıştır. Barikatların yapımından, siperlerin kazılmasında, ortak aşevleri ve çamaşırhanelerin örgütlenmesinde, ilkyardım istasyonlarının kurulmasında hep kadınlar çalışmışlardır. Madrid kadınlar tarafından yönetilen bir şehir haline gelmiştir. Fabrikalarda, telefon santrallerinde, okullarda çalışanlar, erzak dağıtımını gerçekleştirenler, ordu mensuplarının okuma-yazma öğrenmesi için açılan iki bin okulda ders verenler hep kadınlardır.

Almanya: Kızıl Orkestra
Hitler faşizmine karşı örgütlenen komünist ve yurtsever direnişi içerisinde yer alan önemli bir kesim yine kadınlardı. Burada “Schulze-Boysen/Harnack Örgütü”, Gestapo’nun “Kızıl Orkestra” olarak adlandırdığı komünist direniş grubu Batı Almanya tarih yazımında ya es geçilmiştir, ya da Sovyetler Birliği’ne ispiyonluk hizmeti veren birkaç komünistin direnişi olarak küçümsenmiştir.

“Kızıl Orkestra” heterojen bir yapıya sahiptir -ki bu şüphesiz halk cephesi düşüncesine yaslanmaktadır. Ne var ki, sosyal kökenlerinin heterojenliği, politik hedeflerinde homojen olmalarını engellemez. “Kızıl Orkestra”nın öncülerinden Harro Schulze-Boysen, Sovyetler Birliği’nin desteklenmesini savunur; çünkü “ilk işçi devletinin ayakta kalması, kendi ülkesinde köklü bir değişimin gerçekleşmesi için ön koşuldu.”

“Kızıl Orkestra” hedefini Hitler Almanya’sına karşı savaşmakla sınırlamıyordu, aynı zamanda sosyalist hedefler doğrultusunda çalışıyordu. Onları biraraya getiren unsur halk cephesi düşüncesi olmuştu. Nitekim bu direnişte komünistler, sendikacılar, sosyal demokratlar, partisizler, ateistler, dindar insanlar, kadın, erkek, genç, yaşlı, işçi, bilim insanları, öğretmenler, sanatçılar, memur ve esnaf, asker ve subaylar faşizme karşı birlik oluşturmuştu.

Schulze-Boysen/Harnack örgütü 1938/39’da KPD ve farklı demokratik ve ilerici anti-faşist direniş gruplarının birleşmesiyle oluşur. Schulze-Boysen/Harnack direniş örgütünün direniş biçimi ve yöntemi çok yönlü olup, sürekliliği olan marksist-leninist eğitimi, faşist rejime ve savaş politikasına karşı ajitasyonu, muhalif güçleri birleştirmek hedefiyle anti-faşist yayının yaygınlaştırılmasını, tutsak anti-faşistlerin ailelerine maddi ve manevi destek sağlamayı, yabancı köle işçileri ve savaş tutsaklarıyla birlikte eylemler yapmayı, savaş sanayisinde sabotajlar düzenlemeyi ve Sovyetler Birliği’ne Hitler’in saldırı planları üzerine bilgi ulaştırmayı kapsamaktaydı. Alman Demiryolları’nda çalışan anti-faşistler örneğin sadece askeri araçların nakliyatı ve hedef yerleri hakkında bilgi toplamazlar, aynı zamanda trenlerin gecikmesini ya da Nazilerin nakliyat planlarını alt üst etmesiyle sonuçlanan yanlış yollara yönlendirilmesini sağlarlar. Fabrikalarda ise direnişçi işçiler “yavaş-çalış-hareketi”ni örgütlerler.

31 Ağustos 1942’de başlayan tutuklamalarda 130’dan fazla direnişçi ele geçirilip, işkenceye uğrar. Bizzat Hitler, Göring ve Himmler kendileri “ilgilenirler” bu direniş grubuyla. 49 direnişçisi hakkında ölüm cezası verilir. 31 erkek ve 18 kadın direnişçi Berlin-Plötzensee, Halle, Brandenburg ve Berlin-Tegel alanında ya asılarak ya da başları kesilerek katledilir. Gözaltına alınan direnişçilerden yedisi Gestapo’nun sorgulamalarında öldürülür, yedisi Nazi ölüm kampına gönderilip, geri kalanlar ise ağır hapis cezalarına mahkûm edilir.

İdam edilen “Kızıl Orkestra” üyesi kadın direnişçiler
Liane Berkowitz
Cato Bontjes van Beek
Erika von Brockdorff
Eva-Maria Buch
Hilde Coppi
Ursula Geotze
Mildred Harnack
Else Immen
Anna Krauss
Ingeborg Kummerow
Klara Schabbel
Rose Schlösinger
Oda Schottmüller
Libertas Schulze-Boysen
Elisabeth Schumacher
İlse Stöbe
Marie Terwiel
Frida Wesolek

Fransa: Résistance ve kadınlar
Fransa’da ise durum biraz daha farklıdır. Burada bütün kesimden kadınlar bir kitle direnişi olan faşizme karşı “Résistance” hareketine katılmışlardı. Kadınlar, hem cephede hem de siviller olarak görevler üstlenirler. Bunlardan, isimlerini bildiklerimiz Auschwitz’de öldürülen komünist direnişçi Danielle Casanova, “Combat” isimli direniş hareketinin kurucularından Bertie Albrecht, Marie-Claude Vaillant-Courturier, “Alliance” isimli direniş grubununun yöneticisi Marie-Madeleine Forucade, Elisabeth Terrenoire, Lucie Aubrac, Marie-Jo Chombart de Lauwe, Germaine Tillion, Madeleine Riffaud, Rachel Cheigham vd....

Sovyet kadınları her yerde
Sovyetler Birliği’nde anayurt savunmasında yer alan kadınlar, hem cephe gerisinde, hem de partizan birliklerindeydiler. Sağlık görevlisi, telsizci, mühendis, pilot, atıcı, topçu, uçaksavar topçusu, politik işçi, tankçı, süvari, paraşütçü, denizci, trafikçi, şoför, çamaşırcı ve temizlik birimlerinde nefer, aşçı, fırıncı, kısacası aklınıza gelebilecek her tür işte kadınlar vardı. Tek başına Komsomol Örgütü 200 bini komsomol üyesi olmak üzere 500 bin kadın askeri cepheye gönderdi. Kadınlar, erkek kardeşleri, eşleri ve babalarınınkine denk askeri başarı gösterdiler.

İşte bu başarıyı gösteren Sovyet kadınlarından biri o günleri şöyle anlatıyor:

"Hiç korkmadım diyen birine asla inanmam. Almanların geldiğini, size doğru ilerlediğini ve beş ya da on dakika sonra bir saldırı olacağını görüyorsunuz. Korkudan titremeye başlıyorsunuz... Ama bu ilk silah atışına kadar sürer. Emri duyar duymaz belleğinizde herşey silinir ve ayağa kalkıp diğerleriyle birlikte ileri doğru koşmaya başlarsınız. Ve artık korku kalmamıştır. Ama ikinci gün de uyuyamaz ve yine korkarsınız. Her şeyi tüm ayrıntılarıyla hatırlar ve ben de ölebilirdim der, dehşete düşersiniz. Bir saldırıdan sonra hemen insanların yüzüne bakmamanız gerekir. Tamamıyla farklı olurlar. Sanki o yüzler insan yüzü değildir. Bunu kelimelerle anlatamam. Herkeste bir anormallik göze çarpar. O yüzler bakılamayacak kadar korkunçturlar." (Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları, Svetlana Aleksiyeviç Evrensel Basım Yayın sf 136.)

Zafer gününü görebilenlerin yanında elbette pek çok yurtsever Sovyet kadını da yurt savunmasında hayatlarını kaybetti. Bunların hepsinin anısına bir tanesinin ismi biraz da Nazım’ın sayesinde hafızalarımıza kazındı: Tanya... Almanlar Moskova bölgesinde, Vereya kasabası yakınlarında genç bir gerilla kızı yakaladılar. Nazilerin en şiddetli işkencelerine maruz kalmasına rağmen ağzından tek bir kelime çıkmamıştı. Gerçek adını bile söylemeyip isminin “Tanya” olduğunu söyledi.

"Tanya"nın gerçek adı Zoya Kosmodemyanskaya idi. Onun kahramanca ölümüne tanık olanlar, son anlarında, sağ kalıp düşman hattı gerisinde savaşanları nasıl canlandırma ve yüreklendirme gücü bulduğunu anlattılar. Ve bu anlatılanlar romanlara, şiirlere konu oldu...

yazici   mail