www.soL.org.tr
‘İşgal edilmiş bir vatanın ne kadını ne de erkeği özgürlüğü tadar’
5 Mart 2007, Pazartesi

8 Mart 2006’da Yurtsever Cepheli Emekçi Kadınlar’ın konuğu olarak Türkiye'de bulunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Siyasi Büro üyesi Meryem Ebu Dakka ile yapılan röportajın tam metnini yayımlıyoruz.

Söyleşimize başlarken bize kendinizden ve mücadele geçmişinizden söz eder misiniz?
İlk başta bana mücadelemizi anlatma fırsatı verdiğiniz için teşekkür etmek ve dünyadaki tüm emekçi kadınların 8 Mart emekçi kadınlar gününü kutlamak istiyorum. Özellikle Türk, Filistinli ve Iraklı emekçi ve direnişçi kadınlara sevgi ve selam yolluyorum. 8 Mart’ı kadınların özel bir günü olarak değil, emekçi kadınların bayramı olarak değerlendirdiğim için de nice mutlu 8 Martlara diyorum.

Filistin halkı da Türkiye’deki emekçiler de sömürülmektedir ve bu sömürünün getirdiği acılar açısından aralarında bir fark yoktur. Biz “işgal edilmiş bir vatanın ne kadını ne de erkeği özgürlüğü tadamaz” deriz, bu nedenle bir halkın kadını ve erkeğiyle özgür yaşayabilmesi için öncelikle vatanlarının işgalden kurtarılması gerekir.

Şimdi biraz kendimi tanıtayım. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Siyasi Büro üyesiyim ve aynı zamanda Gazze’deki Filistinli Kadınlar Birliği’nin genel sekreteriyim. Tabii şu an bulunduğum konum, bana gümüş bir tepside sunulmadı. Mücadele, kan, gözyaşı ve işkenceyle geçirilen yılların sonunda geldi. Ben 14 yaşındayken tutuklandım ve İsrail hapishanelerinde işkencelere maruz kaldım. Gözlerimi açtığımdan bu yana üzerinde yaşadığım güzel yurdum işgal altındaydı, işgalin getirdiklerini görebiliyordum. Filistin’de işgalin olumsuz pek çok sonucundan biri de ailelerin dağılmış olmasıdır. Ben de böyle parçalanmış bir ailede büyüdüm. Babam, annem ve kardeşlerimden ayrı bir yerde yaşıyordu. Erkek kardeşim, öğretmenim, komşum gözlerimin önünde İsrail askerlerince öldürülmüştü. Bu yaşadıklarım beni mücadeleye katılmaya yönlendirdi. Burada bir şeyi daha vurgulamak isterim, benim yurtseverlik duygularım elbette kendiliğinden oluşmadı. Annem ve babam okumuş insanlar olmasalar da kendi gençlikleri sırasında özellikle Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde etkin olan ilerici Arap milliyetçiliği ya da Arap sosyalist çizgisi olarak tanımlayabileceğimiz görüşlerden etkilenmişlerdi. Bizlere yurtseverlik bilincini aşılayan onlar oldu.

1500 yıllık dinci-gerici mirasın sonucu olarak, Filistin’de de –pek çok diğer islam toplumunda olduğu gibi- kadınların cinsel bir meta, bir mal olmaktan öteye geçemediğini, oysa bazı erkeklerin çok az çaba göstererek hak etmedikleri önemli konumlara getirildiklerini gözlemledim. Mücadeleye katıldığım ilk yıllardan –ki bu ilk gençlik yıllarıma denk düşer- bu yana kanıtlamaya çalıştığım bir şey var; mücedelesine inanan ve tüm gücüyle kendini buna adayan bir kadın, pek çok erkekten daha başarılı olabilir. Kadınlar mücadelenin tüm alanlarında verimli sonuçlar alabilir. İslam ülkelerinde silahlı mücadele alanında başlangıçta erkekler baskındı, deyim yerindeyse onların tekeli mevcuttu. Bu alanda erkeklerin tekelini kırmak istedim ve silahlı mücadeleye katıldım. Tabii bu süreçte bir örgüte bağlı olmak, mücadeleyi bir örgüt çatısında yürütmek bir gereklilik, ben FHKC’yi tercih ettim. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, FHKC Filistin’i işgalden, gericilerden ve siyonistlerden kurtarmayı, devam eden süreçte de dini, ırkı ne olursa olsun herkesin eşit olduğu sosyalist, tam demokratik bir düzen kurmayı hedefliyor. İkincisi, Filistin’de mücadele eden tüm örgütler içinde FHKC kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu tek yapılanmadır. Bu hem kağıt üzerinde hem de uygulamada böyledir. Gururla söyleyebilirim ki, Filistin kurtuluş mücadelesinin silahlı birliklerine katılan ilk kadınlardan biriyim, aynı zamanda silahlı kadın birliklerinin kurucuları arasındayım. O dönemde İsrail genel kurmay başkanının itiraf ettiği gibi, 1973’de Gazze’yi gündüz İsrail, gece FHKC olarak biz yönetmekteydik. Silahlı mücadele sürdürürken, ne yazık ki belli bir süre sonra deşifre oldum ve İsrail kuvvetlerince aranmaya başladım. Daha sonra silahlı mücadele birliklerindeki diğer dört kadın arkadaşımla birlikte tutuklandık, silahlı mücadelede tutuklanan ilk beş kadın bizdik. İki sene hapishanede tutulduktan sonra sürgün cezası aldım ve sınır dışı edildim.

Bu arada hapishane deneyimim üzerinde durmak isterim. Hapishane her şeyden önce bir okuldur. Düşmanınızı, faşizmi, şovenizmi çok net görmenizi sağlar. Sağlıklı ve inançlı duruşu da orada keskinleştirirsiniz. Diyebilirim ki benim, inandıklarından ve mücadeleden taviz vermeyen duruşum, orada olgunlaştı.

Tabii sürgün deneyimi benden yeni bir insan yarattı. Benim için bir anlamda idamdan farksızdı; bedenim Filistin’den ayrılmak zorundaydı ama beynim ve kalbim yurdumda kaldı. İsrail-Ürdün sınırında sınır dışı edildiğimde, Ürdün beni kabul etmedi. Tarafsız (serbest) bölgede on gün kadar tutuldum. Daha sonra yoldaşlarım beni Ürdün topraklarına kaçırdılar. Sürgün olduğum süreçte askeri hayatımı ve eğitimlerimi Ürdün ve Lübnan’da sürdürdüm. Süreç içinde tugay komutanlığına kadar yükseldim.

Bu noktada biraz Ürdün’deki koşullardan ve yapılanmadan söz edebilir misiniz?
Ürdün halkı da, Ürdün’deki Filistin halkı da daha çok feodal kabile yasalarıyla yaşıyorlardı. Özellikle 1967’de Arap ülkelerinin yenilgisi ve FHKC’nin silahlı mücadele başlatmasının etkisiyle, hem Ürdünlü bedeviler hem de Ürdün’deki Filistinliler bizleri bir umut, bir kurtarıcı olarak görüyorlardı. Ancak, kabile ağırlıklı bir toplumda kadınların liderliğinin, ya da mücadeleye aktif katılımının benimsenmesi, kabul görmesi kolay değildi. Kadınların önünde bu anlamda iki büyük engel olduğundan söz edilebilir; birincisi, geçmişten gelen bedeviliğin ve islamın kadına bakışı, yani geleneksel bakış açısı, ikincisi “komünist bir kadın”a dair kafalarda uyanan düşüncelerdir. Elbette biz de, halkın bize dair düşüncelerinin ve yaklaşımlarının farkındaydık ve bunları aşmak için çabalıyorduk. Direniş halk tarafından benimsenip desteklendiği için, “direnişçi kadın” bir yanıyla çok saygın ve ulaşılmaz görülüyordu. Ancak, ilginçtir kendi ailelerinden bir kadının, kızlarının ya da kız kardeşlerinin bu “direnişçi kadınlar”a katılmalarını da asla istemiyorlardı. Bir kadının silah taşıması, günlük yaşamını erkeklerle birlikte geçirmesi kabul edilemezdi. Çelişkili bir yaklaşımdır bu; kendi akrabası olmayan direnişçi kadına aşırı bir saygı ve yüceltme mevcuttur, ama asla akrabasının direnişçi olmasını istemez, namusunun zedeleneceğini düşünür.

Tabii o dönemlerde Ürdün’de de -Türkiye’de olduğu gibi- yeşil kuşağın tohumları atılıyordu. Komünizm ile mücadele etmek, komünizmin yükselişinin önüne geçmek için en etkili malzemelerden biri din, diğeri namus kavramıdır. Bizim etkinliğimizi kırmak için, ağırlıklı olarak “komünistlerin kadın-erkek ilişkilerinde namus ilkelerine uymadıkları” yolunda probaganda yapılıyordu.

Biz hem halkın demin belirttiğim çelişkili yaklaşımını aşabilmek, hem de bizim üzerimizden yürütülen anti-komünist probagandayı etkisizleştirmek için eğitimlere ağırlık verdik. Biz marksizme ve leninizme inanıyoruz. Biz, devrimcilerin doğrularını halka kabul ettirmek için ne kadar zorlanacağını, başarının çok büyük emekle ve zaman içinde geleceğini biliyoruz. Umutsuz olmadık. Topluma biraz “erkek kadar güçlü” ya da “erkek gibi” kadınlar olduğumuz izlenimi veriyorduk, bu arada ahlaki çöküntü içinde olmadığımızı da gösteriyorduk. Namusun beyinlerde olduğunu ve herkesten daha namuslu olduğumuzu gösteriyorduk. Öncüydük ve üzerimize düşen görev buydu. “İnsanlar bizi iyi tanırlarsa, bizim ne olduğumuzu görürlerse, bizi severler ve bizi takip ederler” diye düşünüyorduk. Bir grup kadındık, Filistin’deki ve Ürdün’deki kadınlara öncülük ettik. Silahlı mücadelenin ilk saflarında, hendeklerde, tünellerde yaşadık, çarpıştık ve kadınların silahlı mücadelede başarı elde edebileceğini kanıtladık. Aynı zamanda cephe gerisinde, sokaklarda ve toplum içinde iyi örnek olmaya özen gösteriyorduk. İnsanlarla dayanışmaya, onların sorunlarınlarına çözümler üretmeye çalışıyorduk. İki çalışma alanımız vardı; cephe ve cephe gerisi. Cephe gerisinde, mahallelerde halkın ihtiyaçlarının ne olduğunu gözlüyor, elimizdeki olanaklarla bunları karşılamaya çalışıyorduk. Sağlık sorunları olanlara, çocuklarının eğitiminde desteğe ihtiyaç duyanlara yardım ediyorduk. Halkın temiz içme suyu kalmadığında kendi su tanklarımızı mahallelere gönderiyorduk. Sorumlu olduğum bölgede halk bizi o kadar sevdi ki, hâlâ bizim yerleştiğimiz sokak benim adımla anılıyor; “Meryem Ebu Dakka’nın Sokağı” olarak. Halkın bize karşı olan sevgisinde bizim onlar için yaptıklarımızın yanında alçak gönüllü yaklaşımımızın etkileri vardır. Cephede savaşırken devrimci kimliğimizle çok güçlüyüz ama halkın arasındayken de çocuk gibi duyarlıyız; kadınlarla oturup sohbet ediyoruz, çay içip dertleşiyoruz. Tabii, bu iyi ilişkilerin önemli bir yönü daha vardı, Ürdün’de arandığımız halde halk bizi ihbar etmiyordu, yeri geldiğinde saklıyorlardı. Eğer bizi sahiplenmiş olmasalardı mücadelemize devam edemezdik. Bizi sevmemiş olsalardı sahiplenmezler, hemen teslim ederlerdi.

1971’de İsrail hükümeti ve dinci-gerici güçlerle işbirliği yapan Ürdün yönetimi (ki bu noktada emin olduğum için belirtmek istediğim bir gerçek var; bize karşı kullanılan uçaklardan bir kısmı da İncirlik’ten kalkmıştır) bizi askeri anlamda zorlamaya başlayınca, Lübnan’a geçtik. Lübnan çok daha farklı bir deneyim oldu. Lübnan’daki kamplarda insanlar direnişi duyuyorlar ve katılmak istiyorlardı, bize kucak açtılar. Lübnan’a girişimizden kısa süre sonra savaş patlak verdi. Biz öncü kadınlar olarak, daha önce Ürdün’de silah taşıyıp savaştığımız gibi Lübnan’da da savaşacaktık. Lübnan’daki iç savaşta da sorumlu olduğumuz bölgeler belirlendi ve silahlı mücadeleye katıldık. Bu anlamda oldukça da başarılıydık diyebilirim, örneğin benim genellikle erkeklerin kullandığı uçak ve tankları hedef alan bir silahım vardı. Lübnan’da ilginç anılarımız vardır. Hendeklerin içinde, üzerimizden geçen uçaklara elimizdeki silahlarla karşı koymaya çalışırken, halktan, sıradan insanlar gelip bizi izliyorlardı. Gözünüzün önünde canlandırabilirseniz gerçekten çok garip bir sahnedir, bir anlam veremiyorduk. Sonra bizi izleyenlerden bazıları bize kızlarını ya da kız kardeşlerini getirip teslim etmeye başladılar. “Size emanettir, onu yetiştirin, sizin gibi olsun” diyorlardı. Halk bize yiyecek, çay hatta çiçek bile getiriyordu. Hiç unutmam, bir gece yarısı 80 yaşında bir kadın çay yapmış bizim için askeri kampa getirmek istiyor. Tabii nöbetçi arkadaşlar geçmesine izin vermemişler, hani yaşlıdır bir şey olur diye. O zaman teyze “benim çayı askerlere kendi elimle vermeme izin verin, çünkü ben de bir şey yapmak, kendimce katkıda bulunmak istiyorum” demiş. Çayı bize kendisi getirmişti.

Biz Beyrut’ta görevliydik ancak bir gün Sayra’ya gitmem gerekti. Sayra’ya girdiğimde insanlar rastgele çevreye ateş etmeye başladılar, başlangıçta bir anlam veremedim. Sonra öğrendiğime göre, Sayra’ya giren ilk askeri üniformalı kadın olduğum için, bana duydukları saygıdan dolayı beni böyle karşılamışlar. Halkımız bize sık sık direnişçilere ne kadar saygı duyup, benimsediklerini hissettiriyordu ve bu bize güç veriyordu. Bizim hiçbir zaman kendi çıkarımız için savaşmadığımızı, yurtseverlik bilinciyle, kelle koltukta savaştığımızı biliyorlardı ve buna çok saygı duyuyorlardı.

Bunun bizim üzerimizde çeşitli etkileri olmuştur. Bizi daha çok okumaya, daha bilinçli, daha donanımlı olmaya, dünya devrimlerini ve diğer halkların mücadelelerini öğrenmeye yöneltmiştir. Örgütümüz genel olarak, daha bilinçli ve donanımlı oldukça mücadelemiz için daha verimli ve yararlı olacağımızı savunduğundan eğitimlerimize önem veriyordu. Ben o dönemde, silahlı alanda güçlü ve başarılı olduğumun farkındaydım ama bilimsel olarak da donanımlı olmam gerektiğini düşünüyordum. Bu nedenle hep eğitimimi devam ettirmeyi hedefliyordum. İnsanları silahla öldürmek basittir ve kolaylıkla yapılabilir ama karşındaki gerici, işgalci ve kapitalistlerin tümünü silahla öldüremeyeceğine göre, onları ancak teorik birikiminle, bilimsel yöntemlerle yenilgiye uğratabilirsin. İnandığınız değerlerin teorik bilgisine sahip olmak önemlidir. Çünkü girdiğiniz tüm askeri çatışmalardan zaferle çıkamazsınız. Biz hep askeri zafer kazanmadık örneğin. Ama zihinsel anlamda hiç yenilgi yaşamadık çünkü teorik bilgimiz, bilimsel yaklaşımımız beynimizi özgürleştirdi.

Burada şunu belirtmek gerek, FHKC militan yetiştirmek kadar, eğitimli kadrolar, akademisyenler yetiştirmeye de önem vermiştir. Ben akademisyen yetiştirme projesinin bir parçasıydım. Partim beni Bulgaristan’a gönderdi. Felsefe okudum ve felsefe doktoru ünvanı aldım. Tabii, daha bilimsel düşünen, daha inançlı bir devrimci olarak, halkıma hizmet etmek için Filistin’e geri döndüm.

Kadrolarımızdan bir kısmı üniversitede öğrenciyken okulu bırakıp direnişe katılıyorlardı, biz örgüt olarak buna karşı çıkıyorduk. Direnişin her şekli çok önemlidir ama en önemlisi beyin direnişidir. Çünkü savaşan kadrolarınız bir kurşunla şehit düşebilir ama direnen beyinleriniz kalıcıdır; öldürülemez. Bu nedenle örgütümüz bizlerin üniversite eğitimi almamızı önemsemiştir. Biz örgüt olarak, iyi bir militanın okulunda, sosyal yaşamında ve en son da cephede tüfeğin arkasında başarılı olması gerektiğine inanırız. Çünkü herkes yeterince çaba ve dikkatle tüfek kullanmada başarı sağlar ama herkes eğitim alanında ve sosyal yaşamda başarı sağlayamaz.

Bize karşı yürütülen propagandada komünistlerin okulda başarılı olamadıkları için direnişe katıldıkları iddia ediliyordu. Oysa ki biz bir komünistin elini attığı tüm alanlarda, kalkıştığı her işi hakkıyla yapacağına, başaracağına inanıyorduk ve bunu ispatlamamız gerekiyordu.

30 yıllık mücadele yaşamımı özetlemek gerekirse, Filistinli kadınlara pek çok alanda öncülük ettik diyebilirim. Kafamıza koyduğumuzu erkeklerin yaptığından daha iyi yapabildiğimizi ispatladık diyebilirim ve bu bana gurur veriyor.

İlginçtir, 30 sene sürgünden sonra Filistin’e dönüşüm yanlışlıkla oldu. Tesadüf ve yanlışlıkla diyebilirim. İsrail yönetimi, kontrol noktalarını o gün Filistin yönetimine devrediyordu ben de o arada girdim Filistin’e.

Gazze’ye girişimde, bir kahraman olarak bayram havasında karşılandım. Karşılama töreni sırasında, bir kadının bilinçli, entelektüel ve verimli olduğu oranda çevresindeki insanları dönüştürebildiğini düşündüm. Kendisi içinde yaşamasa bile bir toplumu değiştirebiliyordu. Kadın hakları ve kadınların kazanımları açısından öncü kadınlar önemlidir diye düşünüyorum, çünkü zorluklarla ilk karşılaşan, mücadele eden ve diğerlerine yolu açan öncülerdir.

1970’lerdeki Filistin ile bugünkü arasında önemli farklılıklar var. Dinci-gericiler 20 yıldır Filistin’de etkililer ve her anlamda bir geriye gidiş söz konusu. Halkın yoksul ve basit bir yaşamı var. Ben bugün halka “dinci-gericiler sizin dini duygularınızı sömürüyor, yalancı ve samimiyetsizler” dediğimde bir başkasından çok daha etkili ve inandırıcı olabiliyorum çünkü insanlar benim 30 yıldır mücadele ettiğimi biliyorlar. Sözüme saygı duyuyorlar. Hem pek çok erkeğin korktuğu için giremediği direnişe katıldım, hem ahlak anlayışımla yıllardır gerek Ürdün gerek Lübnan’da kendimden saygıyla söz ettirebildim. Son olarak, Gazze’nin tek felsefe doktoruyum. Yaşamım boyunca hiç kimseye yük olmadım, ne fikirlerimi ne de fiziksel gücümü insanları sömürmek için kullanmadım. Tüm olanaklarımla, yalnız bize yandaş olan insanlara değil, tüm halkımıza yardım etmek için çalışıyorum.

Ben övünerek söylemiyorum, ağa kızıyım ve aşiretimiz var. Ama şu an aşiretimizde son sözü ben söylüyorum. Bir kadının aşiret yapısında söz hakkı elde edebilmesi kolay değildir ama bunu başardım diyebilirim. Yalnız şunu da söylemek isterim, kendimi aşiretle sınırlandırmadım. Ben sadece kendi aşiretime değil, tüm Filistin’e ait biriyim ve bunu kabul etmek zorundalar. Bugün Filistin halkı çok yoksul, çok geri kalmış, çökertilmiş bir toplum ama böyle bir yapı içinde beni bir kadın olarak değil, bir düşünür, bir kahraman, bir yardımsever olarak görüyorlar. FHKC’li olmayan aileler bile kızlarına beni örnek gösteriyorlar.

Şu an Filistin’de faaliyet gösteren pek çok siyasi yapılanmayla hatta zaman zaman Hamas’la ilişkilerim oluyor. Benim etkileme, belirleme gücümden yararlanmak istiyorlar. Hamas’la bile bu anlamda iyi ilişkilerim var diyebilirim. Ben görüşlerimden, duruşumdan taviz vermem, onlar da beni tavizsiz, ödün vermez halimle olduğum gibi kabul ettiklerinde ilişki kurabiliriz.

Filistinli kadınların genel olarak zor bir yaşamları olduğuna dair, acı çektiklerine dair çok genel bir fikrimiz var ama pek iyi bildiğimiz söylenemez. Bize Filistinli kadından, yaşamından, değerlerinden, “zorluklarından”bahseder misiniz? Günlük yaşamı, çalışma hayatına katılımı, çalışma koşulları, okuryazarlık oranı nasıl?
Filistinli kadın, tüm Filistin halkı gibi yurdundan sürülmüş, zorla göç ettirilmiştir. İşgal edilmiş topaklarda yaşayanlar zaten işgalin getirdiklerini yaşıyor, dünyanın değişik bölgelerine göç edenlerse, sürgünün getirdiği zorlukların yanında, bulundukları toplumda kadınların yüzyüze olduğu sorunlarla başa çıkmaya çalışıyor.

İsrail işgali altındaki topraklarda kadın ve erkekler işgalin getirdiklerini birlikte yaşıyorlar ama kadınlar işgalden erkeklere göre daha olumsuz etkileniyorlar. İşgal altında anne olmak ayrı bir zulümdür. Buna bir de toplumumuzun geleneksel yapısında bulunan kadın erkek ayrımcılığını eklemek gerekir. Feodal yapının ve aşiret yönetiminin gericiliğini de hesaba katınca, Filistinli kadın normal bir hayat yaşayamıyor. Filistin’de ailelerin sınıfsal konumları ne olursa olsun hiçbirinin düzenli bir aile yaşamı olduğu söylenemez. Mutlaka her ailede bir tutuklu, bir ya da iki şehit var. Bir kadının ya çocukları, kardeşleri, eşi, babası ya da kuzenleri tutukludur veya şehit düşmüştür. Belki kadının kendisi tutukludur ve çocuklarını görmesi engellenmektedir. Sürgün edilerek ailesinden ve yurdundan uzaklaştırılabilir, şehit düşer ve çocukları ortada kalabilir.

Bugün kaç yaşında olursa olsun çocuğunu okula ya da işe gönderen bir anne, o çocuğun akşam eve dönemeyebileceğini bilerek yolluyor. Çünkü evden çıkan herhangi biri, askeri füze “yanlışlıkla” kendisine isabet ettiği için, bir tank altında kalarak, rastgele açılan ateşle ölebilir.

İşgalin birbiriyle ilgili pek çok farklı sonucu var. Biliyorsunuz Gazze’de kontrol noktaları gibi bir gerçekle birlikte yaşıyoruz. Yüzlerce kadının kontrol noktalarındaki ambulanslarda doğum yaptığını söyleyebilirim. Bir kadın kontrol noktasında doğurduğu çocuğunun ismini “kontrol noktası” koydu. Yaşadıklarını ve öfkesini unutmamak için.

Kontrol noktalarında doğum yapma zorunluluğunun en olumsuz sonucu yeni-doğan ölümlerindeki artış. Çünkü doğumdan sonra yapılabilecek basit tıbbi müdahaleler gerçekleşemediğinden kan uyuşmazlığı, erken doğum gibi nedenlerle bebekler kaybedilebiliyor. Bebek ölümleri açısından Gazze şu an dünyada en yüksek oranlara sahip ne yazık ki.

İşgal bizim ailelerimizi ve ailevi duygularımızı parçaladı. Bu arada işgal bizim uyum yeteneğimizi geliştirmiştir. Biz gördüğümüz tüm yabancıları sahipleniriz, çünkü bir toplumda yabancı olmanın ne demek olduğunu biliriz. Ben kendi adıma sürgünün acısının ne olduğunu biliyorum. 30 sene boyunca annemi görmedim, kimseye anne demedim ve dönüp annemi gördüğümde ona anne diyemedim. Çünkü bu sözcüğün neyi, kimi ifade ettiğini unutmuştum.

Filistin’de aile reisi erkektir, ama şu an ailelerin yaklaşık yüzde 30’unun reisi kadındır, çünkü erkekler ya şehit, ya tutuklu, ya da sakat kalmış. Ancak, kadınların geçim kaynakları çok kısıtlı. Herşeyden önce nüfusun yüzde 70’i işsiz. Kadınların yüzde 90’ı işsiz. Bu derece yoğun işsizliğin olduğu yoksul bir toplumda, en temel ihtiyaçların bile karşılanması mümkün değil. İntifada sürecinde sosyal yaşam tamamen durdu diyebiliriz. Bunun ekonomik sonuçları, insanların günlük yaşamlarını derinden etkiliyor. Yoksulluk nedeniyle dört yıldır köyünden, mahallesinden hiç çıkmayan onlarca insan var. Hiçbir eğlence merkezi, sinema, tiyatro, lunapark yok Filistin’de. Düğünlerde bile ya şehitler için ağıtlar ya da devrim marşları söyleniyor, çünkü yaşamın başka bir yönü yok. Tek mutluluk, tek rahatlama birbirimizin evine ziyarete gitmekten ibaret. Her gün İsrail askerleri içimizden birilerinin evlerini basıyor, her gün şehit veriyoruz. Bu, günlük yaşamımızın olağan hali.

Kadınların çalışma alanlarına gelince, kadınlar daha çok devlet memuru oluyorlar. Çalışan her kadın ortalama olarak üç ailenin geçiminden sorumlu. Kadınlar arasında bavul ticareti yaygın; Mısır ve Ürdün’den aldıkları malları Filistin’de satmaya çalışıyorlar. Ancak, kadınların büyük çoğunluğu hizmetçilik yapıyorlar. Hizmetçilik gurur kırıcı bir iş olarak algılandığından bunu gizlilik içinde yaparlar ve asla dile getirmezler. Bunun dışında kendi geçimini sağlayacak kadar sebze, meyve yetiştirip satanlar da var.

Filistin işgale tepki olarak eğitime önem vermiştir. 1960’lı yıllarda eğitim Ortadoğu ülkeleri içinde en yüksek orandaydı. Kadınlar o dönemde erkeklere kıyasla daha çok eğitim gördüler, çünkü komşu Arap ülkeleri kadın eğitmenler talep etmekteydi ve yüksek okul mezunu Filistinli kadınlar kolaylıkla iş bulabiliyorlardı. Her ne kadar birinci intifada da İsrail’in okulları kapatarak öğretmenleri sorgulaması eğitimi olumsuz etkilediyse de şu anda Filistin’de okuryazarlık yüzde 97’dir. Nüfusun büyük çoğunluğu lise mezunudur. Üniversiteler şu an pek tercih edilmiyor. Bunun başlıca nedenleri arasında ekonomik yetersizlikler belirtilebilir. Aileler kızlarını erken yaşta evlendirmeyi, hem ekonomik kaygılarla, hem de İntifada koşullarında kızların namusunu korumak amacıyla tercih ediyorlar. Biz bu eğilimin önüne geçmek için kampanyalar başlattık. Şu an, kadınlar için evlenme yaşının en az 18 olması gerekliliği anayasada güvence altına alındı. Yasanın uygulamada hayata geçirilmesi için de çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kadınları eğitmeye, bilinçlendirmeye çalışıyoruz.

Erken yaşta evlenmenin bir sonucu olarak Gazze’de boşanma oranlarında son yıllarda artış görüldü. İki çocuğu evlendirdiğinizde, doğal olarak birkaç sene içinde boşanıyorlar. 17 yaşında boşanmış olan pek çok gencimiz var. Bu noktada kadınların meslek sahibi olmaları ve ekonomik olarak ayakta kalabilmeleri de önem kazanıyor. Biz kızlarımızı eğitime yönlendiren kampanyalar yürütüyoruz.

Filistin’de medeni kanun olarak şeriat yasaları geçerlidir. Şu an kadınlar bilinçlenmeye başladılar ve evlenme işlemi sırasında kuma istemediklerini, boşanma hakkının kendilerinde olmasını ve okula devam etmelerine izin verilmesini istediklerini betirterek güvence altına alıyorlar.

Üniversite mezunu olan kadınlar şu an nasıl işlerde çalışıyorlar, çalışabiliyorlar mı?
Hayır, şu an bir kriz dönemindeyiz. Şu an herhangi bir işte çalışamıyorlar. Hatta, Üniversite mezunu işsiz kadınlar bir dernek bile kurdular. Biz onlar için projeler oluşturmaya çalışıyoruz. Onları işe yerleştirmeye çalışıyoruz.

Hamas iktidarının kadın yaşamı üzerinde ve sizin yürüttüğünüz kadın mücadelesine etkileri nelerdir?
Demokratik ilerici güçler olarak, özellikle kadınların yaşamları üzerinde oluşabilecek olumsuzluklar açısından kaygılıyız. Yoldaşlarımız ve ileri güçlerle bu konuyu tartıştık ve kesinlikle toplumsal programımızdan taviz verilmemesi gerektiğine, toplumsal ve siyasi programların beraber yürütülmesi gerektiğine karar verdik. Hamas ile iktidar ortağı olalım ya da olmayalım, programımız bellidir. İlerici güçlerle yanyanayız. Toplumsal programımızı harfiyen uygulamak zorundayız. Çünkü karşımızda, tüm dünyadaki islami gerici güçler tarafından desteklenen bir oluşum var ve biz taviz verdikçe onlar yenilerini isteyecektir. Bu anlamda çok kesin, çok net ve kararlı olmalıyız. Olanaklar ve koşullar onlardan yana, bizim tek silahımız mücadele gücümüz olabilir. Vereceğimiz tavizler, kadın mücadelesinde 60 yıldır elde ettiğimiz tüm kazanımları kaybetmek anlamına gelir ki bu kabul edilemez. Bu nedenle toplumsal programımızdan taviz vermeme kararındayız.

Hamas’ın parlamento’daki kadın temsilcileriyle bir toplantı yaptık ve kadın sorununa yaklaşımlarını, programlarını sorduk. Çok şaşırarak gördük ki, söylemleri bize çok yakındı. Elbette programlarının öyle olmayabileceğini düşünüyoruz ama siyasi bir propaganda olarak bize çok yakın bir söylemleri vardı. Yazılı programlarını görmemiz ve yazılı bir program üzerinde anlaşabileceksek eğer, bunun mücadelesini vermemiz gerekiyor. Bu anlamda çok çetin bir mücadele bekliyor bizi.

Filistin’de kadınların geleneksel yapıdan kaynaklanan pek çok sorunu var. Ama öncelikle kadınların siyasi olarak aktifleşmesini önemsiyoruz; toplumun yarısını oluşturmalarına karşın yöneticilerin ancak yüzde 1’i kadın.

Tüm toplumlarda olduğu gibi şiddet bizim kadınlarımızın da önemli bir sorunu, şiddeti önlemeye yönelik kampanyalar ve yasal düzenlemeler yapmayı planlıyoruz.

FHKC’nin mücadelesinde kadının yerinden ve izlediğiniz yöntemlerden, karşılaştığınız zorluklardan söz edebilir misiniz?
FHKC’nin iç tüzüğünde kadınlar için ayrı bir madde vardır. Biz bir yoldaşımızı değerlendirirken onun kadın haklarına ve kadına bakışını dikkate alıyoruz. Bizde “kadın bütün olarak hem fiziksel hem de zihinsel olarak erkeğe eşittir” maddesi mevcuttur. Tabii bu eşitliğe dair maddenin altında binlerce nokta detaylı olarak açıklanmaktadır. Halk cephesinin içinde, kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık var diyebiliriz. Biz bu koşulları elde etmek için çok çabaladık, bizler çok ezildik ama şimdi yeni kuşak kadın yoldaşlarımız bu mücadelemizin olumlu sonuçlarını yaşıyorlar. Bir konum için bir kadın ve erkek yoldaşımız içinden tercih yapmamız gerektiğinde kadın yoldaşımız biraz az puan almış bile olsa onu tercih ediyoruz.

Kadın yoldaşlarımızın çocukları için bedava kreş hizmetimiz var. Ayrıca 8 Mart günü kadın yoldaşlarımız ücretli izin kullanırlar. Hamile olan yoldaşlarımız da üç ay ücretli izin kullanırlar. Şu an kadınların adet günlerinde ücretli izinli sayılmalarını sağlamak için çabalıyoruz.

Filistin mücadelesinde kadının yeri, kadınların mücadelede oynadıkları rol hakkında bilgi verebilir misiniz?
Filistin’de işgale karşı direnişte pek çok farklı örgüt içinde kadınlar yer aldılar. Ancak, ikinci intifada ile kadının oynadığı rol bir miktar değişti. Bir anlamda intifada ile kadınlara ayrı bir yük binmiş oldu. Pek çok sosyal bilimci ve medya yorumcusu kadının direnişteki rolünün geriye düştüğünü belirtiyorlar. Aslına bakarsanız, tam anlamıyla bir geriye düşüşten söz edilemez ancak, demin de dediğim gibi birinci ve ikinci intifada süreçlerinin nesnel koşulları farklı olduğundan kadınların bu süreçlerde oynadıkları roller de farklılaştı.

Birinci intifada da Gazze’de hemen her yerde işgal güçlerinin askerleri, birlikleri ve karakolları vardı. Bu nedenle kadın, erkek, çocuk tüm halk çatışmaya katılabiliyordu. Kadınlar askerlerle yüz yüze temas edip dövüşebiliyordu. Ancak ikinci intifadada işgal yerleşim bölgelerine odaklandı. 40 kilometre uzunluğundaki Gazze Şeridi sekiz yerleşim bölgesine ayrıldı. Kontrol bölgeleri yüksek beton duvarlarla çevrildi. Bu koşullarda halk İsrail askerleriyle karşılaşmıyor. Duvarların ötesine ancak askeri gerillalar ulaşabiliyor. İsrail yönetimi dünyaya Filistin Halkıyla değil Filistin askeri ve devletiyle savaştığını duyuruyor. Oysa Filistin halkına karşı en iğrenç yöntemleri kullanıyorlar. Bu savaşta 40 bin sivil yaralandı ve 30 bini sakat kaldı. 4 bin Filistinli şehit oldu. İsrail askerleri 10 binlerce evi yıktı on binlerce zeytin, portakal ve hurma ağacını kökünden söktü. Bu koşullar altında silahlı mücadele ve direnişi yalnızca gerillalar yapabilir. Halk mücadelesi kırıldı. Silahlı mücadele askeri operasyon ağırlıklı olduğundan sivil ayaklanmalara yer kalmadı. Ama yine de direnişçi militan kadrolarımızda, intihar saldırılarında kadınlarımız görev alıyor. Bizim için insanın hayatı ölümünden çok daha önemli ve değerlidir ama buna mecburuz. Eğitimli, bilinçli ve bedensel olarak güçlü kadınlar direniş saflarında görev alıyorlar. Şu an ömür boyu hapse mahkum edilmiş 210 kadın mevcut. Ayda ortalama 50 kadın hapishaneye girip çıkmakta.

Kadınların bu intifadada en önemli rolü sağlık ve ilk yardım hizmeti vermektir. Savaş muhabirlerimizin hemen tümü kadındır. Bu alanda dünyaya ün salmışlardır. Ayrıca cenaze ve protesto yürüyüşlerinde kadınlar en önde yer alıyorlar. Zaman zaman kadınların tek başlarına yerleşim bölgeleri sınırında protesto eylemi düzenledikleri oluyor.

Kadınların en önemli görevlerinden biri de tutukluların ihtiyaçlarını karşılamak ve haklarını savunmaktır. Çünkü herhangi bir tutuklu ancak kadın akrabası tarafından ziyaret edilebiliyor. Bu noktada belirtmeliyim ki pek çok tutuklunun ziyaretçi kabul hakkı bulunmuyor. Kadınlarımız her pazartesi günü Kızılhaç merkezine gelerek tutuklu aileleri ile dayanışıyorlar. 40 bin yaralı ve sakata kadınlar bakıyor. Ayrıca kadınlar, bakıma muhtaç aileler için kampanyalar düzenleyerek yardım topluyorlar.

Tahmin edebileceğiniz gibi tutuklanan direnişçi kadınlar hapisten çıktıklarında çeşitli fiziksel ve psikolojik sağlık sorunları oluyor. Bu kadınlara hizmet verecek iki iyileştirme merkezimiz mevcut. Söz konusu merkezlerde de ağırlıklı olarak kadınlar görev almakta.

Kadınlara yönelik eğitim ve bilinçlendirme projelerinin yürütülmesi de kadınların sorumluluğunda.

Kısacası bu intifada da kadınların omzunda denebilir.

Peki, Filistinli kadınlara ulaşmak için izlenen yöntemlerden söz edebilir misiniz? Onları mücadeleye katmak için izlenen yöntemler nelerdir?
Yoldaş kadınları kazanmak için değişik yöntemler kullanıyoruz. Ev kadınlarına, çalışan kadınlara, küçük burjuva kadınlara ulaşmak için farklı yöntemlerimiz var. Kadınların yurtseverlik bilincini bir başlangıç noktası olarak kabul ediyoruz. İşgale karşı çıkan, yurdunu ve halkını seven kadınlara ulaşmayı amaçlıyoruz.

Emekçi kadınlara yönelik olarak teorik ve kültürel eğitim programları uyguluyoruz. Ancak, bizim en çok üzerinde durduğumuz kesim gençlerdir. Üniversite dernekleri aracılığı ile gençler arasında örgütleniyoruz. Harçların ödenmesi, taksitlendirme yapılası, ders kitaplarının okul kütüphanelerinde bulundurulması konularında okul idaresi ile görüşmeler yaparak, öğrencilerin ihtiyaçlarına yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Gençlere dünya devrimlerinin tarihi gibi alanlarda eğitimler veriyoruz.

yazici   mail