www.soL.org.tr
Kamu işletmeleri üzerine
Korkut Boratav 16 Aralık 2007, Pazar

Geçenlerde TMMOB'a bağlı EMO Ankara Şubesi, "kamu girişimciliği" üzerine bir çalıştay düzenledi. Ben de  çağrılanlar arasındaydım. Bu konu üzerinde yaptığım konuşmanın bazı öğelerini bu köşenin okurlarıyla paylaşmak istiyorum. 

                            ***
Türkiye'de KİT diye anılan devlet işletmelerinin özelleştirilmesi 1980'li yılların ikinci yarısında gündeme alındı; ivmenin hızlanması on yıl sonra gerçekleşti. İktisadi ve sosyal hükümleri tamamen Türkiye burjuvazisinin taleplerini içeren 1982 Anayasası'nda özelleştirmenin  yer almamış olduğunu hatırlatalım. TÜSİAD Başkanı Ali Koçman 1982 başlarında, "Türk özel sektörünün KİT'lerin mülkiyeti üzerinde bir emeli yoktur..." diyordu.

Nedeni açıktır: O tarihlerde, özelleştirme uluslararası kapitalizmin genel gündemine henüz girmemişti. Bu düzenleme, sermaye hareketlerinin serbestleşmesinin genelleştiği 1990'lı yıllarda IMF ve Dünya Bankası'nın standart programlarında kalıcı bir yer aldı. Sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması, Üçüncü Dünya'daki devlet işletmelerine uluslararası sermayenin el koymasına imkân veren bir açılım oluşturdu. Metropol sermayesi, yutarak, mülksüzleştirerek birikim diye adlandırılabileceğimiz bir dönüşüm içine girmekteydi. Yeni bir ilkel sermaye birikimi türü olarak görülebilecek olan bu dönüşümün ana öğelerinden biri, özelleştirme idi. Nitekim, Türkiye'deki ivmenin hızlanmasına da Dünya Bankası'nın KİT sistemi üzerindeki 1991 tarihli (ve bir yığın yanlış ve tahrifat içeren)  raporu katkı yapmıştır.

Belirleyici etken emperyalizm odaklı olsa bile, özelleştirme programının Türkiye'nin egemen sınıfları için de "işe yaraması" gerekiyordu. İki stratejik hedefe hizmet edildi: Birinci olarak, tarihi boyunca servet birikimini devlet aygıtı sırtından gerçekleştirmeyi bir hayat tarzı haline getirmiş olan Türkiye burjuvazisi için özelleştirme çok çekici bir vurgun / avanta biçimi oldu. İkinci olarak da, özelleştirme gelirleri vergilerin yerine geçti; böylece burjuvazinin vergi yükünü aşağıya çekerek devletin mali krizine  geçici bir çözüm bulundu.

                                   ***
Özelleştirmelere "soldan" karşı çıkmak doğru muydu? "Egemen sınıf burjuvazi olduğuna göre, KİT'lerin işlevleri de bu sınıfın çıkar ve istekleri doğrultusunda biçimlenmiştir; dolayısıyla bu işletmelerdeki devlet mülkiyeti, fiilen burjuva mülkiyeti anlamına gelmiştir."  Bu teşhisi külliyen reddetmek mümkün müdür? Değilse, burjuvazinin fiili tasarruf hakkının hukukileştirilmesine  "soldan" muhalefet yanlış olmaz mı?

Özelleştirme furyasının tüm aşamalarında Türkiye sosyalistlerinin hemen hemen tümü ve başta TMMOB olmak üzere, demokratik kitle örgütlerinin ezici çoğunluğu bu söyleme itibar etmediler. Süreci durduramadılar; ama, özelleştirmenin tüm biçimlerine karşı çıktılar.

Bu tepkinin yukarıdaki "keskin" söyleme göre daha doğru bir sınıfsal teşhise dayandığını ve bu nedenle haklı olduğunu düşünüyorum. Bir kere, 12 Eylül  rejiminin emek aleyhtarı programlarını inşa eden ve "fikriyatını yapan" çevrelerle özelleştirmeyi birkaç yıllık bir arayla gündemi getirenler arasındaki örtüşme sınıfsal teşhisi kolaylaştırıyordu: Burjuvazinin kapsamlı programının yeni bir aşaması olarak özelleştirme...

İkincisi, bu dönüşümlere emperyalist sistemin bütünü perspektifiyle bakıldığında, Türkiye gibi çevre ülkelerini, metropol ekonomilerini ve metropol-çevre ilişkilerini tümüyle kucaklayan sermayenin sınırsız tahakkümünü hedefleyen bir saldırının içinde olduğumuz anlaşılıyordu. Özelleştirme, bu kapsamlı dönüşümün  sadece bir öğesiydi.

Kamu işletmelerinin önceki dönemdeki varlığı, metropolde "refah devleti", çevrede "sosyal devlet" veya "popülizm" terimleriyle özetlenen sınıflar-arası uzlaşmaların bir ürünüydü. Bu uzlaşmalar burjuvazinin egemen sınıf konumunu korumakla birlikte emekçi sınıflara da bir dizi kazanım getirmekteydi. Örneğin Türkiye'de KİT'ler, istihdam ve ücret politikalarıyla, işgücü piyasasında emeğin konumunu güçlendiren öğeler içeriyordu.

Bu algılama doğruysa, "savunma savaşı" perspektifiyle özelleştirmelere karşı çıkmak elbette doğruydu. Bu kapsamlı saldırının hedeflerinden birinin işletme-içi ilişkilerde "patronsuz emekçi" özelliğini taşıyan katmanların da ortadan kaldırılması olduğunu yeni yeni farkediyoruz. "Patronsuz emekçi" konumuna yol açan devlet mülkiyeti ilişkisi, bu nedenle de tasfiye edilmeliydi. Örneğin ilk aşamada özelleştirme programının dışında kalmış görünen, devlete ait sağlık kuruluşlarına patron-işçi  ilişkilerini yapay olarak aşılama çabaları, bu tür bir hedefle bağlantılıdır. Ve Tabip Odaları bu dönüşümlere doğru teşhis koyarak karşı çıkıyorlar.

                                     *** 
Sosyal devletin dayandığı sınıflar-arası uzlaşma, burjuvazi tarafından tek yönlü olarak bozulduğu için, bu düzenlemelerin içerdiği geçmiş edinimleri  tekrar kazanmak, ancak halk sınıflarının iktidarı fethetmesiyle mümkün olabilecektir. KİT'ler o zaman (gerçekten "kamunun" kuruluşları olarak) hayata dönebilecektir.             

           

yazici   mail