www.soL.org.tr
Boşunadır bu kara kalkışma...
Orhan Aydın 19 Şubat 2008, Salı

AKP saldırdıkça tiyatroya ilgi tırmanıyor.

Bu gün, bir çok oyuna yer bulma şansınız yok. Hem devlet tiyatroları, hem şehir tiyatroları hem de özel toplulukların sergiledikleri  oyunların çoğunluğu kapalı gişe oynanıyor.

Salonlar dolu. Alkışlar kalabalıklaşıyor.

Umut yeşerip çoğalıyor. Baskı arttıkça, sanat kendi kabuğuna sığamaz olmaya doğru yol alıyor. Üst üste yeni salonlar açılıyor.

Anadolu'dan gelen haberler daha da umut verici.

Özellikle İç Anadolu, Ege ve Akdeniz de "seyirci kıpır kıpır" diyor meslektaşlarım.

Umut verici bu durum.

Ah keşke öyle olsa. Keşke yanıltmasa bizi bu 21.yüzyıl insanlığı da, uygarlıklar beşiği Anadolu özüne doğru yolculuğa çıksa.

Turnelerden dönen dostlarımın anlattıkları, yıllar öncesine götürüyor beni.

Ülke yine karanlıktı. Simsiyahtı yer gök.

12 Mart faşizmi, dipçikli ve balyozlu tahakküm kurmuştu. Adım başı çember, adım başı kuşatma.

Adım başı isyan, adım başı direniş.

İdamlar, sokak ortasında cinayetler. Sonra gözyaşı, kin  ve öfke.

Diyelim bir bahar sabahı, yalnızlıklarımızı terk eder, bir dahaki bahara geri dönerdik.

Anadolu'da, mevsimlerin birbirine hüzünlü ve coşkulu yer verişlerini bir tören izler gibi izlerdik.

Bu yıllarca böyle sürdü.

Hayal gibi geliyordur şimdilerin yaratıcılarına, ama biz bu halkla hasadı birlikte eder, ekini, harmanı birlikte kaldırırdık.

Birlikte grev çadırlarının önünde halaya dururduk.

Öğrenci eylemleri şaha kalktığında birlikte çoğaltırdık türküleri. Acıları da paylaşırdık, sevinçleri de.

Onlarca yerde yasak yedik. Hapse atıldık. Yılmadık oynadık. Sahnesi olan, olmayan her yerde oynadık.

İnsan, insana insanı anlattı.

Söke ovasındaki toprak işgallerinde, yoksul köylülerle birlikte çapa salladık. Tırpan kaldırdık ağalara.

O günlerden, Sökeli köylü  Durmuş Uyanık'ı anımsıyorum. "Kör Durmuş". Güneş yanığı alnı, kavruk yüzü ve dosdoğru sözü ile bir bilgiç.

Tam da; "Hoca Nasreddin gibi ağlayan, Bayburtlu zihni gibi gülen".

Ağadan topraklarını geri almak için işgale çıkan köylüye karşı, Jandarmanın saldırışına önlem üretmişti Durmuş Uyanık.

Jandarma saldırıyor, köylüler hep bir ağızdan İstiklal marşını okumaya başlıyorlar. Jandarma hazır ol'a geçiyor. Bu böyle sürüyor gün doğumundan, batımına kadar.

Hani fıkra gibi geliyor insana, ama ben, Bafa gölünün kıyısındaki Güney köylülerinin bu şanlı direnişini yaşayan oyunculardan biriyim.

Bu işgalleri  oyunlaştırıp tiyatro dağarcığımıza kattık. "Toprak" oyununu Anadolu da oynamadığımız sahne, salon, okul bahçesi, meydan, cami avlusu kalmamıştır.

Kahramanmaraş'ın Pazarcık köylüleri, traktörlerle, her gün bir başka merkez köyde toplanırlardı. Römorkların üstünde oynardık oyunları. Traktör ışıklarının ve homurdanan gürültülerinin altında.

Aynı süreci anlatan "Ağalar Cehennemin Dibine" adlı oyunda, İki yerde topraksız köylülerden dayak yemekten zor kurtulduk!

Türkiye tiyatrosunun gelmiş geçmiş en usta oyuncusu, yaratıcısı ve söz büyücüsü, Erkan Yücel'i köylerindeki ağa sanmışlardı.

Ben ilk orada tutuklandım. Meyveye durmuş bir erik ağacının altında, bin kişilik kalabalığa oyun oynarken. Jandarmanın, "Kaldır ellerini" diye avazı çıktığı kadar bağırdığını anımsıyorum. Ellerim zaten havadaydı!

Sonra Urfa cezaevinde, Erkan'ın ezberine kazdığı "72.Koğuş'" oyununu prova ettik. Tam üç buçuk ay, aynı avluya açılan tek kişilik hücrelerde beton üstünde yatırıldık. Ama boş durmayıp,  birlikte söylenen bir şarkı  gibi, gece-gündüz  oyun çalıştık.

Bizimle beraber tiyatronun dekorlarını, kostümlerini de tutuklamışlardı. Mahkeme sonuçlandığında aksesuarlarımıza el konduğunu öğrendik.

Tutuklu kalanlar: yaba, tırpan, orak, örs ve çekiçti. Hepsini, Ayaşlı Ali dayıdan ben satın almıştım, hınç içinde ağladığımı anımsıyorum.

O aksesuarlar, bize teslim edilmediğine göre, halen Urfa cezaevinde tutuklu olabilirler mi?

1976 yazında Orhan Kemal  ustanın sözcüklerini Ankara, Gençlik Parkı Açık Hava Tiyatrosunda izleyiciler ile buluştururken, Urfa cezaevinin Adem babalarından ilk ödülümüzü aldık. Nedendir bilmem, "72.Koğuş" oyununu halen ezbere bilirim. Belki de Kaptanın "acıklı" hikayesinden ötürüdür.

"Halkın Gücü" adlı oyunla, İç Anadolu'nun dağ köylerine tırmandık.

Toros doruklarından, eteklerine ve yanık Çukurova da oyun oynanmadık köy bırakmadık. Pamuk işçilerinin çadırlarında barınıp,  sevdalarını yüklendik.

Domates, biber, patlıcan fideleri toprağa kavuşurken söylenen ağıtların, "toprak için bir ninni" olduğunu Siirtli Fadime anadan orada öğrendim.

Mersin'in yaylalıklarında biz de oba kurduk. Yörüklerle yarenleştik. Alevi canlarla semah durup, barışa ve kardeşliğe birlikte nefes çaldık.

Antalya'nın Taşağıl bölgesinde tüm tiyatro ekibi olarak orman işletmesinin kesim ve istifleme işinde çalıştık koca bir yaz.

Tahtacıları tanıdık. Alabalık gibi suda yan yatan, ilkbahar düşkünü ve çiçek vurgunu bir kardeşlik için saz çalan canlarla, türküler ünledik sabahın seher vakitlerinde.

Bütün bir yaz, Toros doruklarından bize kavuşan kar sularında, yılan balıkları ile birlikte yıkandık. Dağ başlarında da kurduğumuz imece yaşam ile Ankara da ETİ sinemasını kiralayıp "Güneyden Mektuplar" oyunu ile perde dedik seyircimize.

O zamanda da bu yasakçı kara adamlar iktidarda idiler.

Hem de toplamı bir arada. 1. M.C, 2. M.C ve 3. M.C. Milliyetçi Cephe hükümetleri.

Öncesi ve sonrası, "Süleyman hep başbakan"dı.

Ülke hep karanlık. Ülke hep yoksul. Siyasiler ise hep yiyici, hep işbirlikçi. Hep rant avcısı. Hep yurtsever düşmanı.

Ülkede, sanatın sanatçının yasak yemediği tek gün yoktu. Yalnızca bizim oynadığımız oyunların toplam 43 kez yasak yediğini, oyuncuların defalarca cezaevlerine konulduğunu, oyun oynayacağımız her yerde önce Karakolları ziyaret etmek zorunda kaldığımızı anımsatmam, durumu tanımlamaya yetecektir.

Türkiye tiyatrosunda polisten defalarca dayak yemiş birçok oyuncu bilirim. Ben de onlardan biriyim. İzmir, Pasaport Karakolunda, Ankara, Merkez Çankaya Karakolunda, Ankara,Yenimahalle Karakolunda, Konya da. Yalnızca oyun oynadığım için evet doğru okudunuz, oyun oynadığım için bu devletin polisinden  dayak yedim. Hiçbirinin uygarlığa tahammülü yoktu. Nazım'a, Aziz Nesin'e  küfür ederek bizden intikam almaya çalışan binlerce kafatasçı tanıdım. Kimilerini dava ettim. Mahkemeleri yıllarca sürenler oldu. Konya olayının dayakçı faşist polisine karşı açtığım davayı, Pol-Der üyesi bir yurtsever polisin (İsmail Karamanlı) şahitliği ile kazandım.  

AST, Dostlar Tiyatrosu, Halk Oyuncuları, Deneme Sahnesi, Meydan Sahnesi yasak yiyen diğer topluluklardı.

İşte bu gün, kendilerini padişah ilan eden bu kara adamlar, aynı kara adamlardır.

Bunların ataları da tiyatroların, sanat evlerinin, sinemaların, kütüphanelerin,  kapısına kilit vuran örümcek ruhlulardır.

Erbakan-Türkeş-Demirel-Tansu ve Yılmaz karışımı, faşist dinciliktir bunları ayakta tutan.

Kirli elleri ile tuttukları el, şeriat'ın ve ırkçılığın kara ve kan kokan elinden başka el değildir.

Koltuklarının altında dolaştırdıkları o yeşil seccadeyi, ülkenin üstüne, bir Amerikan örtüsü olarak örtmek istemeleri de bundandır.

Yoksulun, emekçinin, yurtseverin ve sanatın yakasına yapışmış, ırkçı ve dinci fetvalarla salvolar atıyorlar.

Boşunadır.

Bilimin, sanatın ve çağdaşlığın karanlığa yenik düştüğü görülmemiştir. Hele yurtseverliğin, aydınlanmanın, ırkçı ve dinci yobazlığa teslim olduğu hiç görülmemiştir.

Turne haberleri umudumu yeşertiyor.

Anadolu yollarına düşmüş, sahne sahne, kent kent, ilçe ilçe tiyatro taşıyan dostlarım, yolunuz aydınlık, sahneleriniz ışıl ışıl, alkışınız bol olsun.

Yakındır bizler de düşeceğiz yeniden yollara.

Bu kez İstanbul'da Aksaray'ın orta yerinden bir sahne kattık hayata.

Bir umudun ortak sesi olmak tüm  çabamız.

Yalnız kendimiz için değil, hepimiz için ortak bir ev yarattık.

Su Gösteri Sanatları Sahnesi, Sakıncalı Piyade ile yaşama ve dostlarına merhaba demeye hazırlanıyor.

Sanat düşmanlarına karşı ayakta dimdik durup, devlet salon yıkarken salon yaparak hazırlanıyor.

Anadolu'da oyunları ile dolaşan dostlar bekleyin. Yakındır, belki bir yol çatağında, belki bir su başında mola verip dostlaşırız yeniden.

Biz size, 12 mart faşizmi ile hesaplaşamayan ülkenin gerçeklerini taşırız, siz bize acının, öfkenin ve sevincin yüreğini.

[email protected]

yazici   mail